“Bu dünyanın hesabı ahirete kalmamalı!”

  • Arşiv
  • |
  • Sendika
  • |
  • 13 Ekim 2012
  • 17:19

Bugünlerde yolu Çiğli Organize’den geçenlerin, işçilerin, iş arayanların, hatta patronların bile dikkatini çekmiştir, Senkromeç fabrikasının önündeki direniş. Bir yazı asılı fabrikanın önündeki direklerin arasında. Yazı söyle diyor: “Senkromeç’te işçi kıyımına son!”

Kapıda direnen arkadaşın ismi Muharrem Ulaş Subaşı. Artık Ulaş’a o kadar aşina olduk ki, iş çıkışında servisimiz ne zaman Senkromeç fabrikasının önünden geçse, tüm servisteki arkadaşlar Ulaş’a doğru bakıyoruz. Direniş yerindeki fabrikanın yanından geçtikten sonra tüm diğer fabrikaların servis araçları gibi bizim de gündemimiz direniş oluyor. Garip olan benden başka Ulaş’ı tanıyan olmamasına rağmen, nedense herkes bir yerlerden Ulaş’ı tanıyor olduğunu düşünüyor. Kimi bilmem ne fabrikasında birlikteydik diyor, kimi iyi çocuktur falan diyor. Hatta Senkromeç’te daha önce çalışıp sonra işten ayrılmış bir arkadaş Ulaş’la yıllardır çalıştığını bile söylüyor. Oysa Ulaş’ın orada bir yıl gibi bir süredir çalıştığını biliyorum.

Sınıf refleksi  bu olsa gerek. Bir şekilde haksızlık var ve bu direnişe bir yerlerden dahil olmak, hatta pek itiraf etmeseler de sahiplenmek istiyorlar. Serviste hep Ulaş övülmüyor elbette, kimileri de kapı önünde direnmeyi anlamsız buluyor ama anlamsız bulma sebepleri farklı! “Böyle şerefsiz patronun fabrikası için değmez” diyorlar. Tabii buna biraz daha olgun işçilerden cevap gecikmiyor: “Adam ya evliyse çocuğu varsa, şimdi işsiz ev kirası nasıl ödenecek” derken bayağı bir tartışma oluyor. Sonuçta Senkromeç patronuna düzülen bir toplu kalayla tartışma ittifak halinde çözülüyor.

Bizim servislerimizde Ulaş günde iki kez gündem. Bazen fabrikanın önünde göremiyoruz, arkadaşlar göremediklerinde direniş bitmiş diye yorum yapıyorlar. Ama öbür gün görünce yine gelmiş diye hemen lafa giriyorlar.

Kapıda direnen arkadaşımız Ulaş ne ilk ne de son. Biz işçiler sunu biliyoruz ki bu gibi bir durum bizim de başımıza gelebilir. Hatta bazılarımızın başına geldi de. İdareden biri seni içeri çağırır, iki üç kelam edip performans derler, bazen kriz derler. Al şu senin alacağın, al şu işsizlik maaşı için başvuracağın kâğıt, bir de bakmışsın işsizsin! Bu durumda bazımız dişini sıkar sıkıntısını içine atar, kimisi kadere vurup “burada yiyeceğim ekmek yokmuş” der. Ama sonucunda patron kazanır, onlar için alışılmış birşeydir işçi kıyımı. Rahatları hiç bozulmaz, hatta bazı patronlar işçi kıyımından haberdar bile olmaz. Çünkü patrona gelene kadar şefler, müdürler, CEO’lar vardır. Patron iş yerinde padişah gibidir.

İşte Ulaş gibi işçiler bu düzene çomak sokanlardan. “İşçi kıyımı kaderimiz değil” demekle Senkromeç patronunun gecelerini huzursuz ediyorsa ve o fabrikaya hiç gelmeyen patronların canını sıkmışsa bilmek gerekir ki bu yapılan kendisi için değildir. Bu direnişlerin çoğu bir müddet sonra bitiyor ama biz işçilere az da olsa bir hak kazanımı olarak dönüyorsa, bu da Ulaş gibi arkadaşlarımızın mücadeleleri sayesindedir.

Yazıyı, yıllar önce seyrettiğim Tatar Ramazan adlı filmden hafızalarda kalan bir sözle bitirmek istiyorum, tabi Ulaş’ı yalnız bırakmama temennisiyle...

“İnsan bunca zulüm, bunca haksızlık görür de rahat yatabilir mi, o zaman ben de ortaya fırlarım ve adama dur derim. Bu dünyanın hesabı ahirete kalmamalı” Tatar Ramazan`ın hapishane müdürüyle konuştuğu sahneden...

Çiğli Organize’den bir işçi