Bir zafer ve bir hezimet - Ruşen Çakır

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • Kürt Sorunu / Azınlıklar
  • |
  • 05 Nisan 2012
  • 01:09

Önceki gün, özel yetkili savcı Adnan Çimen tarafından hazırlanan ve İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen KCK İddianamesi’ni okumaya çalıştım. 147’si tutuklu 193 sanığın yargılandığı bu dava Kürt sorununun bugünü ve geleceğine damga vurmaya aday. Bu nedenle 2400 sayfa da olsa iddianameyi okumam gerektiğini düşündüm.


Daha başında savcının, PKK’nın Irak, İran ve Suriye’yi de kapsayan bağımsız birleşik Kürdistan hedefinden vazgeçmediği saptamasını yadırgadım. Hemen ardından, PKK’nın silahlı eylemlerine 15 Ağustos 1984’teki Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla başladığı cümlesiyle şaşırdım. Halbuki PKK tarihinden az buçuk haberdar olan herkes, 1970 sonlarına doğru Güneydoğu’da “Apocular” diye bilinen bir grubun bir tür terör estirdiğini ve sadece devlete yakın kişileri değil diğer Kürtçü grupları da bu yolla adım adım sindirdiğini bilir. Örgütün 12 Eylül 1980 darbesiyle güçlerini yurtdışına kaydırıp 1984’te kaldığı yerden silahlı eylemlerine yeniden başladığını da.

Neyse, daha ilk sayfalarda vahim Türkçe ve imla yanlışlarına da tahammül edip ilerlemeye çalıştığımda son derece ideolojik bir dille karşılaştım. Örneğin “sözde” sıfatının bu kadar çok kullanıldığı bir başka Türkçe metin var mıdır, bilmiyorum. Savcı Kürt siyasi hareketiyle ilgili en ufak hareketliliği kriminalize etmede hayli başarılı olmuş. Sadece bir örnek vermek istiyorum.

Yardım ve yataklıkla suçladığı yayımcı Ragıp Zarakolu’nun suçlanmasını şöyle meşrulaştırmaya çalışmış savcı Çimen: “Bir kişinin bayiden bir cep telefonu ya da evinde tamiratta kullanmak üzere çivi alması normal ve insani bir ihtiyaç giderme gibi görülür. Ancak terör örgütü bu malzemelerle bomba yapıyor. Zarakolu’nun terör örgütüne katkısı da aynen bu örnekteki gibi.”

Zihniyet bu olunca, Prof. Büşra Ersanlı gibi saygın bir ismin “örgüt yöneticiliği” gibi ağır bir ithamla suçlanmasına şaşıramıyorsunuz.

‘Yetmez ama evet’ tartışması

KCK İddianamesi insanı Türkiye için ne kadar kötümserliğe sevk ediyorsa, dün başlayan 12 Eylül darbecilerinin yargılanması da o kadar umutlandırıyor. Türkiye’nin bu yargılamada geç kaldığında, sadece iki yaşlı darbecinin yargılanmasının yetmediğinde ve dile getirilen daha bir sürü itiraz ve eleştiride doğruluk payı var ama bu haliyle bile bu dava son derece sevindiricidir; hele benim gibi 12 Eylül faşizmini bizzat yaşamışlar için.

Dünkü dava nedeniyle yeniden başlayan “yetmez ama evet” tartışmasına da değinmek istiyorum. 12 Eylül referandumunda sandığa gitmedim. Eğer maddeler ayrı ayrı oylansaydı, 12 Eylül’ün yargılanması için kesinlikle “evet” oyu kullanırdım. Ama siyasi iktidar benim gibi insanlara bu imkanı tanımadı.

Dünkü 12 Eylül duruşmasını “yetmez ama evetin zaferi” olarak sunmak isteyenlere sadece şunu söylemek istiyorum: Eğer o dava zaferinizse, özel olarak KCK İddianamesi ve genel olarak ülkedeki “yargı vesayeti” görüntüsü de hezimetinizdir.

Vatan / 05.04.12