Bir yanda kirli savaş, bir yanda Oslo ve “Barış” tartışmaları / KB

  • Arşiv
  • |
  • Kızıl Bayrak
  • |
  • 29 Eylül 2012
  • 11:55

Kürt sorunundaki gelişmeler, geçmiş deneyimleri tekrarlamayı sürdürüyor. Gerillanın hakimiyetini ve moral üstünlüğünü koruduğu görülürken hükümet cephesi medyanın da desteğiyle hayali seferler düzenleyerek kendince psikolojik bir savaş yürütmeye çalışıyor. Bir yanıyla da linç girişimleri ve “KCK” adı altında operasyonlarla kirli savaşı tırmandırıyor. Kürt hareketi ise bu saldırılara karşı “misliyle karşılık verme” çağrıları yaparak kendi cephesini koruyor.

Ancak haftanın öne çıkan temel gündemi tüm bu savaş atmosferinin ortasında Oslo görüşmeleri oldu. CHP’nin gündeme getirdiği Oslo sürecine dair AKP cephesinden hayli olumlu açıklamalar gelmesi, akıllara yeni bir sürecin mi başlatılacağı sorularını getirdi. Öyle ki Öcalan’la dahi görüşülebileceği çeşitli ağızlardan açıklıkla ifade edildi. Son olarak KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar’ın açıklamaları da Oslo sürecini aydınlatır nitelikteydi.

Gerilla hakimiyeti sürüyor

HPG’nin Kürdistan’da askeri ve bağlantılı olarak da moral üstünlüğünü bir süredir koruduğu artık devlet yetkililerince dahi kabul ediliyor. Öyle ki her söz alan TSK’nın ne yapması gerektiği ve bu çıkmazdan nasıl kurtulacağı yönünde fikir yürütüyor. Üstelik “artık karakollardan çıkacağız” benzeri itiraflarla yenilgi ve acz de kabul ediliyor.

HPG özellikle Hakkari, Şırnak, Van ve Diyarbakır’da bu hafta da bir dizi eylem gerçekleştirdi. Eylemlerin ağırlıklı kesimini yol kontrollerinin oluşturduğu görüldü. Yol kontrolleri, manevi bir otoritenin tahsis edilmesi için bugün PKK’nin tercih ettiği temel eylem biçimlerinden biri. Üstelik bu eylem, burjuva basının kirli propagandasından da en az etkilenen eylemlerden, zira demagoji malzemesi yapmak için “teröristler yol kesti”den öte bir şey söylenemiyor. Yol kesme ve kontrollerin kimi noktalarda 24 saati bulması ise bölgedeki gerilla hakimiyetinin bir başka göstergesi.

PKK çeşitli karakollara ve askeri noktalara yönelik de eylemlerini sürdürüyor. Eylemlerde kimi zaman karakollara malzeme taşıyan araçlar da hedef alınarak TSK’nın daha da çaresiz kalmasına sebep olunuyor. Özellikle karakol baskınlarında çok sayıda askerin öldüğü HPG’nin duyurduğu bilgiler arasında yer alıyor.

Bununla birlikte PKK, Ovacık savcısı Murat Uzun’u vurarak eylem biçimini çeşitlendirdi. Eylemin ardından açıklama yapan HPG, Uzun’u “Kürt halkına karşı düşmanlığı ve faşist uygulamalarıyla tanınan, devletin hukuk terörü olan soykırım operasyonlarında halkımıza karşı aktif rol alan” biçiminde tanımladı.

Burjuva medyanın Kürdistan seferi!

PKK’nin eylemleri karşısında açmaza giren devletin, operasyon yapmaktan daha iyi bildiği bir şey varsa o da kuşkusuz ki kara propagandadır. Bugün de sermaye devleti medya eliyle bunu fazlasıyla yapıyor. “Terörle mücadelede yeni strateji”, “PKK’ya büyük darbe geliyor!”, “PKK’ya tam saha pres başlıyor!”, “Mutlak hakimiyet, tam pres!” manşetleri tabloyu anlatmaya yeterli. Gazetelerin süslü cümlelerle anlattıkları ise akıllara OHAL uygulamalarını getiriyor.

TSK’nın açıklamalarına göre “PKK’nin üs olarak seçtiği” bölgeler başta olmak üzere asker, alan hakimiyeti sağlama amacıyla bölgesel operasyonlar yapacak. Öncelikli olarak Hakkari ve Şırnak’ta başlatılan operasyon ilerde genişletilecek. Yine açıklamalardan tüm bölgelerin çembere alınacağı ve gerillanın hareketsiz kılınmaya çalışılacağı anlaşılıyor.

Ancak tüm bu şatafatlı cümlelerle sunulan operasyon hazırlıklarına rağmen TSK’nın Kürdistan’da ciddi bir etkinlik gösteremediği de açık. Son haftalarda yapılan operasyonlar ağırlıklı olarak hava bombardımanından oluşuyor. HPG verilerine göre gerilla kaybı hayli az.

Ancak saldırgan tutumundan da vazgeçmeyen sermaye devleti, Güney Kürdistan’a askeri operasyon yapmak için kullandığı tezkerenin uzatılması için de çalışmalara başladı. Bakanlar Kurulu’nun onayladığı tasarı, 1 Ekim’de açılan meclisin ilk gündemi olacak.

Kentlerde linç ve hukuk terörü

Askeri anlamda basiretsiz kalan devlet, mesafeyi özel harp yöntemleriyle kapatmaya çalışıyor. Bingöl’de yüzlerce kişiden oluşan dinci-gerici güruh taş, sopa ve sandalyelerle Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Bingöl İl Başkanlığı’na saldırırken, BDP’liler linç edilmek istendi. Sonradan, AKP’li Belediye Başkanı Serdar Atalay’ın önceki akşamdan itibaren anons ve mesajlarla, saldırıya zemin hazırladığı ortaya çıktı. Üstelik saldırıyı protesto etmek için iki gün sonra yapılmak istenen miting bu kez devlet terörünün hedefi oldu.

Yine BDP Çerkezköy İlçe Örgütü binasının girişine, “Türk’e kefen giydirmek hangi yiğidin harcıdır” yazısı yazıldı. BDP Ataşehir İlçe binasına da saldırı düzenlendi. Camlar ve kapı kırıldı, içerideki afişler parçalandı.

Kürt halkına yönelik saldırının temel bir ayağını ise yine KCK operasyonu adı altında yürütülen hukuk terörü oluşturuyor. Son gerçekleştirilen operasyonda 70’e yakın kişi KCK üyesi oldukları iddiasıyla gözaltına alındı. BDP, KESK, İHD ve kadın örgütlerine yönelen operasyonda alınanlar arasında BDP Mersin il eş başkanları, DİHA muhabiri, İHD Mersin Şube Başkanı ve sendikacılar da yer alıyor.

Devlet terörü, açlık grevini sürdüren Kürt tutsakları da hedef aldı. Silivri Cezaevi’ndeki Kürt tutsaklara önce “Açlık grevi yapamazsınız. Yaparsanız, hücreye konulacaksınız” dayatmasında bulunuldu. 25 Eylül gecesi ise operasyon yapan jandarma sürüsü, tekme ve coplarla mahkumları darp ettikten sonra 10 tutukluyu hücreye kapattı. Tutsakların hücrelerde her tür imkandan yoksun biçimde tutulduğu biliniyor. Tutuklularsa açlık grevini sürdüreceklerini ifade ediyorlar.

Devletlilerin savaş ve “barış”ı

Tüm bu kirli savaş atmosferinde CHP’nin yayınladığı Oslo belgeleri, yeni bir tartışmaya da sebep oldu. Belgelerin açıklanmasının ardından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Oslo sürecini belli yönleriyle destekleyen bir açıklama yaptı. Kılıçdaroğlu, “Eğer silah bırakılacaksa elbette PKK ile görüşmeler başlayabilir” diyerek bir platform ortaya koydu. Ancak CHP içerisinde açıklamaya tepki gösteren bir kesim de ortaya çıktı. Tartışmanın özünde ise Oslo olumlanırken sürecin yürütülüşü eleştiriliyordu.

Oslo tartışmalarına pek çok cepheden açıklama geldi ancak en ilgi çekici olanı Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Oslo görüşmelerini ben başlattım” yönlü açıklaması oldu. “Srilanka’yı yerle bir edip terörü çözdüklerini söylüyorlar. Biz ise hukuk çerçevesinde olayı çözmek istiyoruz” diyen Erdoğan Oslo sürecinin tıkanmasının sebebinin Kürt hareketi olduğunu ve bilgileri PKK’nin sızdırdığını iddia etti.

Erdoğan’ın aynı konuşmasındaki “İmralı ile görüşmeler yine olabilir” sözleriyle birlikte Adalet Bakanı Ergin, “Öcalan da sürece dahil olabilir. Bunu yapmamaları bir eksikliktir” şeklinde konuştu. Kuşkusuz ki bu konuşmaların başına-sonuna Kürt hareketine yönelik hakaretler eklenmişti ancak verilen mesaj da bir o kadar netti.

Kürt hareketinin savaş ve “barış”ı

Kürt hareketi cephesinden yansıyan açıklamalar, ağırlıklı olarak sermaye devletinin faşizan politikalarına ve saldırılarına karşı mücadele çağrısını öne çıkarmakta. Özellikle Bingöl’de yaşanan linç girişiminin ardından Kürdistan Halk İnisiyatifi “Saldırılar devam ettiği taktirde bizde Kürdistan’da yaşayan ve görev yapan devlete bağlı tüm kesimleri hedef alacağız” diyerek Kürt halkına net bir çağrıda bulundu. BDP Bingöl Milletvekili İdris Baluken ise şunları kaydetti: “BDP’ye yapılan saldırı meşru savunmayı, meşru müdafaa hakkını doğurmuştur. (...) Bingöl halkı bir sürece yayılacak şekilde saldırıya katılanlardan hesap soracaktır. Halkın kararlılığı nettir.”

Sebahat Tuncel de “sokaklar kiminse iktidar onundur” açıklamasıyla önümüzdeki döneme dair bir vurgu yaptı. Bu sözlerin bir yanı ajitatif olmakla birlikte Kürt hareketinin dönemsel yaklaşımı gözönüne alındığında somut bir eylem hattına da işaret ettiğini görmek zor değil.

Bununla birlikte Kürt hareketi cephesinden Oslo tartışmalarına dair de açıklamalar gelmekte gecikmedi. KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar, BBC Türkçe’ye Oslo süreci ve Kürt sorununa dair açıklamalarda bulundu. Aydar, 2009’da Oslo görüşmeleri sırasında KCK tutuklamalarının başladığını, Habur’dan giriş yapanların tutuklanmaması için “devlet sözü” verilmiş olmasına rağmen sözün tutulmadığını ve 2011’de operasyonların başlatıldığın söyleyerek görüşmelerin devlet tarafından zora sokulduğunu belirtti.

Görüşmelerin sızdırılmasına da değinen Aydar, sorumlunun Kürt sorununun çözülmesini istemeyenler ya da Gülen Cemaati olabileceğini söyledi. PKK’nin ise kesinlikle görüşmeleri zora sokacak bir tutum takınmadığını belirtti. Bununla birlikte Aydar, görüşmelerin yeniden başlamasını istediklerini ve masaya şartsız oturacaklarını söyledi.

Yeni Özgür Politika’ya yazan KCK Yürütme Konseyi üyesi Cemil Bayık ise “AKP hükümeti her sıkıştığında, kendisine eleştiri geldiğinde kendisine demokratik imajı vermeyi ve Kürt sorununda bazı adımlar atacağı beklentisi yaratmayı bir taktik tarz haline getirmiştir” sözleriyle AKP’nin açıklamalarına temkinli bir üslupla yaklaştı. “Kürtler artık özgür ve demokratik yaşamlarını Türk devletinin insafına bırakmıyor” diyen Bayık “Artık oyalama, aldatma, zaman kazanma zamanı değil, köklü çözüm yaratma zamanıdır” sözleriyle çözüm talebini somutladı.

Sermaye devleti çözümsüzlük içinde debeleniyor

Gelişmeler ele alındığında bir yandan operasyonlar ve kirli savaş varken diğer yandan dillendirilen Oslo ve Öcalan’la görüşme tartışmaları ilk bakışta tezat ve çelişkili görülebilir. Ancak ulusal talepler ekseninde yürütülen demokratik bir mücadele çerçevesinde gelişmeler değerlendirildiğinde tablo daha net biçimde görülmekte. Dün asıp-kesmek dışında bir şey söylemeyen sermaye devletine inkar ve imha dışında söz söyleten, Öcalan ile görüşmeyi gündeme alıp Oslo’yu sahiplenmeye iten kuşkusuz ki Kürt hareketinin devlet üzerinde kurduğu baskıdır.

PKK de zaten özellikle son dönem programını buna göre kurmuş ve fiili meşru mücadeleyi yükselterek, devleti askeri ve siyasal alanda köşeye sıkıştırarak masaya oturtmayı önüne koymuştur. Bugün bu aşamada olunduğunu söylemek mümkün olmaz ancak yaratılan basıncın masa tartışmalarını gündeme getirmesi, hareketin kendi sınırlarında başarı sağladığı anlamına gelmektedir.

Fakat sermaye devleti, Bayık’ın da doğru biçimde değerlendirdiği gibi ne zaman sıkışsa ortaya böyle projeler atarak günü kurtarmayı adet edinmiştir. Biraz hakimiyeti eline geçirdiği ve otoritesini kurduğunda ise baskı ve zoru tırmandırarak yumuşama ortamını ters yüz etmekte ustadır. Bu aslında sadece Türk sermaye devletinin değil, bütün olarak kapitalist sistemin özelliğidir ve tüm demokratik kazanımlar için de bir biçimde geçerlidir. Bu açıdan Kürt sorununun çözüleceği yönlü ham hayallere kapılmamak gerekir.

(Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak, 28 Eylül 2012/06, Sayı 39)