Bir avuç 12 Eylül klişesi - Nihal Kemaloğlu

  • Arşiv
  • |
  • Kategori yok
  • |
  • 03 Nisan 2012
  • 04:44

4 Nisan sabahı yine 12 Eylül rejiminin bizzat tanzim ettiği zihniyetimizle kalkıp, her daim çapaklı gözlerimizle baktığımız tarihimizde bu defa sıranın 12 Eylül'ün yargılanmasına geldiğine kendimizi pekala inandırabilir hatta sevinebiliriz!

12 Eylül'ün 32 yıldır kendini 'güncelleyerek' geliştiren iktisadi, sosyal, ideolojik sürekliliğini gizleyerek tarihsel gerçekliğinden kopartılmış 'bir avuç 12 Eylül klişesiyle' yetinebiliriz.
Ve ziyadesiyle üniversite, medya, sermaye, bürokrasi ittifakından muaf darbe organizasyonunu 'general imgelerine' indirgeyerek bu davayı milli iradenin darbe tarihine okkalı bir cevabı diye de övünebiliriz.
Ne de olsa bizim nezdimizde yakın tarihimiz, bugünün siyasi hegemonyasının hangi popülizme ihtiyacı varsa onu bulup buluşturmak adına bit pazarından farksız bir kaynaktı.
Ayrıca kapitalist tarihindeki tepeden inme yapısal dönüşümleri zahmetsizce 'darbelere' borçlu Türkiye'de artık küreselleşme konjonktürünün dayattığı 'darbeler dönemi' kapanınca askeri vesayet de zorunlu olarak sona ermişti.
Ve zamanın ruhuna uygun NATO'nun ikinci büyük ordusu küresel sistemin bölgesel strateji gereği yeniden düzenlendi. Bu devir teslim sonucunda da üniformalı ve apoletli 'otoriter rejim' sivilleşmişti.
Batı dışı ülkelere 'demokrasi, sivil toplum ve insan hakları' paketleriyle pazarlanan neo-liberal politikaları hevesle ve başarıyla uygulayan Türkiye, şimdi yükselen piyasa ekonomisinin geçmişte bütün alt yükleniciliği yapan 12 Eylül'ü yargılayarak 'demokrasi imajını' pekiştirecekti.
Pek tabii ki bu çelişkinin eleştirel olandan uzak ezberci, düz okumacı ve tek tipçi 12 Eylül eğitim sisteminin kurduğu toplumda esamesi bile okunmazdı. Aksine 32 yıldır halk zihninde 'sağ-sol çatışması' ve 'aşırı politik örgütlenmenin' kardeşi kardeşe vurdurduğu karanlık dönem propagandasıyla yerleştirilen bir 12 Eylül öncesi mitosuyla 12 Eylül'e gizli meşruiyet kazandırılıyordu.
Böylece 'siyasi olana' karşı toplumsal ürküntü capacanlı kalırken ve yurt sathındaki depolitizasyonun teminatı oluyordu.
Tüm toplumsal dayanışma ve örgütlenmelere, hak arayışlarına karşı kamuoyunun mesafesi kontrol edilirken, her türlü siyasi etkinliğin 'suçlaştırılması' olağanlaşıyordu.
Hızlı piyasalaşmaya ses çıkaranlar kestirmeden 40 yıl öncesinin 'sol örgütleriyle' ilişkilendirilip 9-10 yıl hapis cezasına çarptırılıyorlardı. Diğer yandan 12 Eylül rejiminin hallaç pamuğu gibi attığı sosyal haklar, paramparça ettiği örgütlü toplum, piyasalaşmanın miladı despotik 24 Ocak Kararları...
Ve topluma karşı işlenmiş suçlar, yüz binlerce insan hak ihlallerine, işkence ve idam hükümlerine dokunmayan 12 Eylül iddianamesi aslında 12 Eylül 1980 ila 2012 yılları arasında hukuk devleti olma adına bir arpa boyu yol almamış Türkiye'nin fiiliyattaki 12 Eylül aklını aklıyordu...
Tabii denebilir ki; düşünce, ifade ve muhalefet etme özgürlüklerinin yüzde 110 dolulukla cezaevlerine tıkıldığı, TMK kapanına kıstırılmış gazeteci, seçilmiş siyasetçi, yazar, sendikacı ve üniversite öğrencilerinin yargılandığı, rektörlerin solcu akademisyen ve öğrenci avına çıktığı, yüzde 10 seçim barajıyla çepeçevre sarılmış Meclis'ten hışımla geçen yasalarla 'piyasa cenneti' ülkemizde 12 Eylül'ü böyle yargılamamak başta anayasası olmak üzere 12 Eylül kurucu ideolojisine ihanettir...

Akşam – 03.04.12