“Bilim üssü” mü, sermayenin arka bahçesi mi? - M. Deniz

  • Arşiv
  • |
  • Gençlik Hareketi
  • |
  • Makale
  • |
  • 09 Nisan 2012
  • 11:57

Teknokentler, sermayenin ihtiyaçları çerçevesinde, riskli ve oldukça pahalı olan AR-GE (Araştırma-Geliştirme) faaliyetlerini üniversitelerin üzerine yıkarak, maliyetleri tüm topluma yaymak amacıyla oluşturulmuş kurumlardır.

Son süreçte daha yoğun bir şekilde karşımıza getirilen teknokent uygulamalarının zeminini AR-GE/KOSGEB oluşturmaktadır. Teknokent, diğer yandan üniversite-sermaye işbirliği ile üniversitelerin tüm altyapı, insan gücü vb. olanaklarının sermayeye açılmasıdır. Bu doğrultuda birçok üniversitede araştırma merkezleri adı altında faaliyet göstermektedirler.

Gerçi öğrenciler için bu şaşırtıcı bir durum değil. Tıpkı öncesinde dershanelerin “mutlu bir gelecek” vaatleri ile onların karşısına çıktığı gibi, şimdi sıra üniversitelere gelmişti. Üniversite öğrencilerinin yüzlerini görmedikleri üniversite rektörleri, tezgah açmış pazarcı misali sınavı geçen öğrencilerin karşısına çıktı. Öğrencilere birinci ağızdan mektup yazan mı ararsınız, telefon eden mi, bursları, indirimleri ile cazip koşullar yaratanlar mı... Bilim adamı sıfatı ile ortaya çıkan bu rektörlerin yaptığına ticaret alanı içerisinde hanutçuluk denir ki, bu da suçtur (en azından turistik işletmelerde). Fakat üniversite gibi bir yüksek eğitim kurumunda aynı şey “eğitimcilik” adına yapılıyor.

Bu durumun ardında yatan gerçek eğitimin metalaştırılmasıdır. Eğitim ve özelde üniversite eğitimi de artık tıpkı bir otobüs bileti gibi, alınıp satılan bir maldır. Müşterinin alım gücü belirleyicidir. Kimi gençlerin gecelerini gündüzlerine katıp kazanamadıkları bölümlere kimileri parayı bastırıp girebilmektedir. Böyle olunca alım gücü yüksek olan müşteriyi kazanabilmek ve piyasadaki diğer rakipleri içerisinde öne çıkabilmek için reklam ve hanutçuluk kullanılması kaçınılmaz yöntemlerdir.

Bu gerçek vakıf üniversitesi adı verilen özel üniversiteler için apaçık bir olgudur. Bununla birlikte halihazırda devlet üniversitesi olarak ifade edilen üniversitelerin de birer şirket gibi davranmaları kapitalizmin mantığında anlaşılır olmakla birlikte, eğitim adına utanç vericidir.

Bu okullar içerisinde son derece güçlü teknik olanaklara sahip bir devlet üniversitesi olan ODTÜ‘nün rektörü Ahmet Acar da bu yıl bu konuda “anlamlı” bir çaba sarfetti! LYS şampiyonlarına çağrı yaparak “gelin bir misafirimiz olun” kibarlığından, burjuva basına verilen reklamlara kadar birçok olanağı değerlendirdi.

Ebette eğitimin metalaştığı bu sistemde bu reklamcılık tercih dönemlerini aşan bir yaygınlığa da sahip. Ahmet Acar gibiler için ODTÜ zaten bir kurum olmaktan çıkıp çoktan bir marka haline gelmiştir. 5 Ağustos tarihli Radikal gazetesinde manşetten verilen, 4 Ağustos’ta Zaman gazetesinde işlenen ODTÜ Teknokent “mucizesi” de Ahmet Acar’ın vitrinini göstermekteydi.

ODTÜ AŞ‘nin vitrini ODTÜ Teknokent

Basına da sıklıkla yansıdığı gibi Teknokent, şirketleşen ODTÜ‘nün vitrinini oluşturuyor. Kendi alanında pilot bir uygulama olan ve ODTÜ‘nün akademik ve teknik olanakları ile hızla gelişen Teknokent, şirketleşmenin en önemli adımlarından birisi. 5 Ağustos tarihli Radikal’de Teknokent “dünyayla yarışan bilim üssü” olarak manşetten verilmiş. Bir reklam aldatmacasının kıvraklığına sahip bu başlık ve haberin içinde barındırdığı iki yanlış ve bir doğruya değinmek gerekiyor.

Birinci yanlış şudur; ODTÜ Teknokenti’nin ve bugünün şirketleşen üniversitelerindeki teknoparkların, KOSGEB’lerin vb. bilim ile bir ilişkileri sözkonusu değildir. “Bilim üssü” olarak ifade edilmeleri de koca bir kandırmacadır. ODTÜ Teknokent, bugün 195 firmanın üniversitenin imkanlarından faydalandıkları ve teknopark kapsamında birtakım imtiyazlara sahip oldukları bir işyeridir. Bu anlamı ile televizyon üreten Vestel’in fabrikaları ve üretim bantları ne kadar “bilim üssü” ise Vestel‘in yeni ürünleri için patent üreten ODTÜ Teknokent de o kadar “bilim üssü”dür. Elektrik, kira, vergi, eleman giderleri ve krediler gibi bir dizi alanda imtiyaz tanınan bu 149 şirket (2015’te 400 olması hedefleniyormuş) büyük tekellere ve silah sanayiine patentler ve benzeri hizmetler sunmaktadır. Bu alanda esas olan, şirketlerin ihtiyaçları ve çıkarları olduğu oranda, buraya bir “bilim üssü” değil ancak “sermayenin arka bahçesi” demek mümkün olur.

İkinci yanlış ise üniversite içerisindeki bu şirketleşmeyi meşrulaştırmak için sık sık kullanılan “dünya ile yarışarak refah üretmek” ve “insanlığa hizmet etmek” iddiasıdır. Bu iddia Türkiye’nin geri kalmışlığı ve bu coğrafyadaki işçi ve emekçilerin yaşadıkları sıkıntılar karşısında dünya ile yarışmak ve gelişmek gibi bir hayal yaymayı amaçlamaktadır. Gerçek şu ki, ortada bir yarış var, fakat bu yarış yerli ya da uluslararası tekellerin yarışıdır. Bu Teknokent’te üretilen ürünlerle kimi şirketler kâr yarışında öne geçecektir. Burada üretilen silahlarla emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin orduları dünya halklarına daha “bilimsel yöntemlerle” kan kusturacaktır. Fakat tekellerin arka bahçesi olan bu teknoparkların bu coğrafyada ya da dünyanın herhangi bir yerindeki işçi ve emekçilere bir kazanç sağladığını söylemek açık bir yalandır. Dünya ile yarışıyoruz söylemi ile bunu içi boş ulusalcı bir böbürlenme olarak bize sunmaktadırlar. Bu alanlarda bizleri soyan tekeller palazlanmakta, daha büyük kâr fırsatları yakalamaktadırlar. Emekçilerin vergileri ile finanse edilen bu işletmelerde para babalarının ihtiyaçları giderilmektedir. Ulaşım sorunundan enerji ihtiyacına, küresel ısınmadan depreme kadar birçok alanda toplumun bilimsel-teknik gelişmelere ihtiyacı derinleşirken, bu teknoparklarda silah üretilmekte, tekellere para karşılığı satılan ve yalnız onların kullanabileceği patentler geliştirilmektedir.

Tek doğru ise bu teknoparklarda bir yarışın varlığıdır. Bu teknoparklarda patronlar ve ordular kendi içlerinde yarışmaktadırlar. En son teknik buluşlar ve uygulamalarla ileri geçebilmek içindir bu yarış. Bu ticari yarış içerisinde tüm bilimsel ve insani değerler ayaklar altına alınmaktadır. Aynı ODTÜ ve onun akademik kadrosu değil midir ki, Bergama’da siyanürle altın aramanın zararsız olduğunu raporlayan? Tekellerin ihtiyacı için bu sözde bilim adamlarının bu “bilimsel” raporlarını günlerce ölüm akan Tuna yalanlamıştı. Yine benzer “bilim” adamları bilimsel çalışmaları ile karar vermiş ve ısrar etmişlerdi Akkuya’da nükleer santral kurulabileceğine. Fakat Marmara depreminden sonra farkedilmişti ki, Akkuyu da deprem bölgesi idi. İşte, milyonların ölümüne sebep olabilecek raporlara, en ufak vicdan azabı duymadan imza atan bilim şarlatanlarının işletmesidir Teknoparklar. Marx’ın dediği gibi onlar; “kustukları çamurla bütün bilimlerin üstünü berbat eden macun beyinli, burjuva lafazanları”dırlar.

İnsanlık için bilim

Bilim bir meta değildir, alınıp satılamaz. Gazetelerin manşetlerinden araba reklamı gibi üniversite reklamı verenler bu gerçekleri bizlere unutturmak istiyorlar. Bilim insanı ve çalışması hiçbir ticari, siyasi çıkarı gözetmeksizin gerçeğe bağlı kalma zorunluluğuna sahiptir. Güneş merkezli dünya gerçeğini savunmak uğruna ateşte yanmayı kabul eden Bruno bize bunu anlatıyor.

Bütün bu sorunların kökeni bugün sürmekte olan burjuva sınıf iktidarıdır. Burjuvazi üniversiteleri şirketleştirip, öğrencileri müşterileştirirken, bilim metalaştırmakta ve bilim insanlarını kendi kadroları haline getirmektedir. Burjuva basına bilim yuvaları, geleceğimizin teminatı, ilericiliğin temsilcisi olarak çıkan üniversiteler bugün gençliğe geleceksizlik, topluma yıkım getiren gericiliğin kaleleri haline getirilmektedir.

İşçi sınıfının devrimci mücadelesi ve onun siyasal öncülüğünde yürüyecek bir devrimci gençlik hareketi bu vitrinleri elbette bir gün yerle bir edecektir. Yıkılan yalanların ardından insanlığın aydınlık geleceği gülümseyecektir.

ODTÜ Teknokent “bilim üssü” için birkaç not...

* Teknokent’teki şirketlerin %51’i yazılım, %22’si savunma sanayinde çalışıyor. Yazılım ve diğer alanlardaki şirketlerin önemli bir kısmı da kendi alanlarında askeri projeler üretiyor. Örneğin helikopterlerinin yazılımlarının burada üretilmesi...

* Teknokentteki şirketlerden birisi olan ASELSAN’ın %85’i TSK’yı Güçlendirme Vakfı ve Türk Polis Teşkilatını Güçlendirme Vakfı'na ait. Ürettikleri silahların %59’unu TSK’ya, %17’sini ABD, İsviçre vb. 26 ülkeye satan şirketin Ar-Ge kaynaklı ürün oranı %50.

* Hisselerinin %60 yerli sermayeye, %40’ı American L3 Communications şirketine ait olan firmanın General Dynamics, Lockheed Martin gibi ünlü silah tekelleriyle de işbirliği var.

* SAVROTİK benzeri şirketler NATO’nun Gizlilik Kalite Standardı’na sahip. Bu da şirketin NATO’ya gizlilik düzeyinde silah ürettiğinin bir ifadesi oluyor.

*Teknokent’teki şirketlerin birlikte çalıştığı kimi diğer şirketler şunlar: ADC-Teledata, LMAC, LMMFC, Skorsky, MDHI, Nortrop Grumman, Rockwell Colling, Sierra Nevada Corp.

(Ekim Gençliği, sayı: 137, Nisan 2012)