Berbat bir çıkmaz: Suriye'de ayaklanma – Tarık Ali

  • Arşiv
  • |
  • Ortadoğu
  • |
  • 16 Eylül 2012
  • 10:09

12 Eylül 2012

Genellikle NATO'nun bombalama kampanyalarının (ölü sayısının hala halktan saklandığı altı aylık Libya saldırısı dahil) ya da doğrudan işgallerin peşrevi olan CNN ve BBC World'daki durmak bilmez tek yanlı propagandaya sinirlenip RTV'de görüşlerimi açıklamam istendi. Ben de yaptım, batılı medya ağları tarafından Suriye Ulusal Konseyi'nin reklamının yapılmasını kınadım ve silahlı muhalefetin bazısının kusursuzca kendi katliamlarını işleyebileceğine ve rejimin üzerine atabileceğine işaret ettim.

O vakitler Hula hakkında şüpheler vardı. Artık yok. Rejimin sorumlu olduğu ortaya çıkmış bulunuyor. Bu hiçbir şekilde benim genel bakışımı geçersiz kılmaz, fakat görüşlerime ilişkin birçok kafa karışıklığına ve Suriyeli dostlardan endişeli ve bazen kızgın e-postalara ve diğerlerinden düpedüz iftiraya (tıpkı savaş yanlısı aptalların Irak işgali zamanında bizi “Sadddam yanlıları” olarak adlandırdıkları gibi köpüren sekterlerin cehaletlerini övünerek gösterdikleri  'Esad savunucusu' suçlamaları) yol açtı. 

6 dakikalık bir TV röportajı, kısa ve eksik olmaktan ve bağlamı göz önüne alındığında etkili olmaktan ziyade çok retorik olmaktan başka ne olabilir ki. Aslında son birkaç günün haberlerine bir yanıttan biraz daha fazlası idi. Bu nedenle bazı noktaları açıklığa kavuşturmaya değer, böylelikle tenkitçilerin karşı iddiada bulunacakları bir şeyler olsun.

En başından itibaren Şam'ı yöneten aile işletmesi Baasçı ekibe karşı halk ayaklanmasını açıkça ve kamuoyu önünde desteklemekteyim. Bu rejime, Altı Gün Savaşı'ndan (1967 Haziran savaşı – kizilbayrak.net) sonra liderleri ve militanları ile görüştüğüm ve saflarında Arap dünyasının en iyi entelektüelleri olan çok daha açık fikirli selefini (Salah Cedid liderliğindeki solcu fraksiyon – kizilbayrak.net) deviren Esad'ın askeri darbesinden beri muhalefet ediyorum. Dürüst olmak gerekirse Suriye'nin Mısır gibi patlayacağını tasavvur etmedim, fakat olduğunda hoşnut oldum. Ayaklanmanın kapsamının, belirgin popülerliliğinin rejimi müzakerelere ve yeni bir anayasaya karar verecek bir meclisi seçmek üzere ortak mutabakata varılan bir anlaşmaya zorlayacağını umdum. Rejimin içinde çok azının bu rotayı desteklediğini ileri sürecek bazı kanıtlar var. Çok az. Olmadı. Bu rejimin en temel iki özelliği olan aptallık ve gaddarlık bir kenara itilemedi. Bunlar kurumsallaşmıştı ve Beşar Esad herhangi bir tavizin ölümcül olacağına ikna olmuştu. Aylar boyunca ayaklanma barışçıldı ve gücü artıkça arttı, İsrailli efendilerine karşı birinci Filistin intifadasından farklı değildi. Görüşlerim netti: Halk ile tam dayanışma. Kahrolsun diktatörlük. Duruşum halen budur. Bu rejimde belli belirsiz bile ilerici hiçbir şey yoktur. Fakat onu kim devirecek ve nasıl devirecek? Pek de önemsiz olmayan bir soru.

Mısır'da kitle hareketi hepsini elde etti çünkü ordu liderleri artık Mübarek'e arka çıkamayacaklarına karar vermişlerdi ve askerlerin ve alt kademe subayların emirlere uymayabileceği korkusu vardı. Büyük şehirler, devrilen rejimin güvenlik aygıtlarını defeden kitlelere tanık oldu. ABD diktatörden desteğini çekince sadece zaman meselesiydi.

Suriye'de ilk dönem boyunca yüksek askeri komuta kademesi, mezhepçi çizgilerde inşa edildiği için sıkı durdu. Buna karşın halkın tarafına bazı firarlar oldu. Devlet baskısı ulusun üzerine zincirlerinden boşanınca ülke içindeki bazıları mücadelenin barışçıl yapısının artık yeterli olmadığına karar verdi, tıpkı Libya'daki gibi batılı istihbarat kurumlarına yakın asker ve siviller çekip çıkarıldı.

Batı, sürgün hükümetini hazırlamaya koyuldu, Türkiye'yi birinci, Suudi ve Arabistan'ı ikincil role olarak kullanıyor. İranlıları zayıflatma fırsatı, karşı koyulamayacak kadar iyiydi ve özel bir ikramiye olarak, bölgede İsrail'i iki defa siyasi olarak mağlup eden Arap dünyasındaki tek güç olan Hizbullah ciddi olarak güçten düşürülecek. [Burada yeni bir nüfus sayımı - en sonuncusu 1936'da yapılmıştı – talep edilirse Lübnan'ın siyasi haritasının bir gecede değişeceği ileri sürülebilir. Fakat “demokrasinin” çıkarları için “uluslararası toplum”, Suriye'den koparılmış bu sahil şeridinde emperyal bir yapıyı korumak için hakiki bir demokrasinin çalışmasına izin vermeyecektir.] *

Esad'a muhalefet etmek, bir batı müdahalesini ve Libya modelinde olduğu gibi bir halkla ilişkiler incir yaprağı olarak geçici ve kestirme çözüm olan bir seçimle empoze edilmiş bir rejimi desteklemeye yol açmamalıdır. Daha henüz içerdeki muhalefetten birçok önemli isim, şimdi bir müdahalenin tek cevap olduğunu hissediyor. Ağlamaklı bir tonla “'uluslararası toplum' nerede?” diye soruyorlar. Diğerleri ise bir batı müdahalesine katiyen karşı çıkıyor. Ülke içindeki gerçek güç dengesini dışardan muhakeme etmek kolay değil ve genel bir hedefe sahip bir kitle hareketi aralarındaki farkın vurgulanmasını ister istemez gerektirir.

Fakat Mısır'daki gibi ayaklanmanın ve nefret edilen bir despottan kurtulma başarısının coşkusu uçup gidince siyaset baş gösterir. Bugün Suriye'de en güçlü siyasi hareket hangisidir? Serbest seçimler yapıldığında parlamentoda en büyük parti kim olacaktır? Muhtemelen Müslüman Kardeşler ve bu durumda neo-liberalizm ve ABD müttefikliği, Mursi ve bölgedeki diğer meslektaşlarının öykünmek istediği Tük modelinin yapı taşları olduğu için tecrübe eğitici olacaktır. Geçen yüzyılın yarısı boyunca Arap milliyetçileri, sosyalistler ve komünistler Arap dünyasında hegemonya için Müslüman Kardeşler ile bir savaşıma kilitlendi. Beğenmeyebiliriz (ve ben kesinlikle beğenmiyorum) ama bu savaşım Müslüman Kardeşler tarafından kazanılmaktadır. Gelecekleri, sosyal değişimi yerine getirme yetilerine bağlı olacaktır. Mısır ve Suriye işçi sınıfı her iki ayaklanmada büyük bir rol oynadı. Neo-liberal laikliğe ya da islamcılığa artık tahammül edecekler mi? Kukla FKÖ rejimine karşı sosyal adalet için gösteri yapan ve FKÖ'nün üniformalı emniyet çeteleri ve İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) tarafından dövülen Filistinliler, bu türbülansın kolayca zapt edilemeyeceğinin bir işaretidir.

Bir NATO müdahalesi yarı kukla bir hükümet kuracaktır. Libya örneğinde savunduğum gibi, bir kere NATO kavgaya girerse: kim kazanırsa kazansın halk kaybedecektir. Suriye'de de aynısı olacaktır. Bu noktada Suriye Yerel Eşgüdüm Komiteleri'nin 29 Ağustos 2011'de yaptığı açıklama ile tamamen hemfikirim.**

Mevcut durum sürerse ne olacak? Berbat bir çıkmaz. Akla gelen model Cezayir, Fransa ve batılı müttefiklerinin güçlü bir şekilde desteklediği ordu, İslami Selamet Cephesi'nin (FIS) kazanmakta olduğu seçimlerin ikinci turunu durdurmak için müdahale etmişti. Bu ise kitleler hayata küsmüş bir pasifliğe çekilirken her iki tarafın gerçekleştirdiği kitlesel vahşetlerin olduğu yıpratıcı bir iç savaşla neticelendi.

Bu nihai safhada bile müzakere edilen bir çözümün Esad ve yandaşlarından kurtulmanın en mümkün yolu olduğunda ısrar etmemin nedeni budur. Tahran, Moskova ve Beijing'in baskısı, bunu Sultan Erdoğan, onun Suudi müttefikleri ve onların Suriye'deki vekillerinin askeri duruşundan bu daha erken başarmaya yardımcı olabilir.

Notlar (kizilbayrak.net tarafından eklenmiştir):

* Lübnan'ın mezhebi çizgilere göre paylaşılmış parlamenter cumhuriyetçi sistemi, 1936 yılında yapılan ve ana gövdesini Marunilerin oluşturduğu Hristiyan nüfusun Müslüman nüfusa oranla çoğunluk oluşturduğunu ortaya koymuştu. Buna dayanarak Lübnan parlamentosu, Hristiyan-Müslüman oranının 5-4 olduğu bir kotayla belirlendi. 1936'dan beri geçen zaman zarfında özellikle Şii nüfusundaki artışla Müslüman nüfusun ülke nüfusunun tahminen %60'ından fazlasını oluşturduğu düşünülüyor. 1975'te başlayan iç savaşı sonlandıran 1990 tarihli Taif Anlaşması ile Lübnan parlamentosunda Hristiyan-Müslüman kotası eşitlendi ve ondan fazla mezhep arasında paylaştırıldı.

** Yerel Eşgüdüm Komiteleri'nin bu açıklamasında ayaklanmanın barışçıl yapısının silahlı mücadeleye dönüştürülmesine ve dış müdahaleye kesinlikle karşı çıkılmıştır.

ABD merkezli Counterpunch sitesinden kizilbayrak.net tarafından çevrilmiştir.