Avrupa işçi sınıfına... / Volkan Yaraşır

  • Arşiv
  • |
  • Makaleler/Yazarlar
  • |
  • Volkan Yaraşır
  • |
  • 15 Eylül 2012
  • 09:07

Eylem ve sokak yol gösteriyor!

Kapitalizmin yapısal krizinin AB’ye yansıması son derece yıkıcı oldu. Kapitalist devletlerin krizi aşma yöntemleri, kıta düzeyinde borç krizi senkronuna yol açtı. Bir yandan devletlerin borç krizini tetikleyen bu süreç, birbirini etkileyen bir şekilde bankacılık krizini de açığa çıkardı. Kamu bütçelerinin tekellere, büyük sigorta şirketlerine, bankalara aktarılması krize çözüm olmadı. Bankacılık sistemi bir kara delik gibi kendine enjekte edilen olağanüstü likiditeyi her defasında yuttu. Hatta narkotik bağımlılığa benzer şekilde, enjekte edilecek likiditeye bağımlı yaşamaya başladı. Emperyalist-kapitalist sistem zaten “ontoloji”siyle bir zombi sistemdir. Yani bütün çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu, asalaklığı ile sistem, zombi kapitalizmdir. Finans kapital bir mali oligarşidir. Ve bu işleyişin temel ayaklarından biri olan banka sermayesi de, zombilikle kendini “var eder”. Yani yaşayan ya da yürüyen ölülerdir bankalar. Büyük spekülatif organizasyonlarla “varlığını” sürdürür. Yaşayan bir ölü olan zombi gibi canlı emeğin yarattığı zenginlik ve bu zenginliğin gaspıyla muazzam spekülatif bir güç olur. Canlı emeği sürekli emerek / “yiyerek” beslenir.

“Normal” koşullarda spekülatif sermaye Marx’ın tanımıyla peygamberdir, ama kriz anında onun simsarlığı ve dolandırıcılığı ortaya çıkar. Kapitalist kriz ve krizin 2008’de dışavurumu, AB’de spekülatif sermayenin dolandırıcılık yüzünü bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Kapitalist devletin bir sınıf tahakkümü aracı ve finans kapitalin temel aparatı olduğu alenileşti.

AB’de süreç yıkıcı bir durgunluğa evriliyor. Hatta devletlerin borç krizinin derinleşmesi ve bankacılık krizi ile senkronize oluşu ve yaşanacak büyük çöküşlerle bu durgunluk bir dizi devlet iflasına yol açabilir. Özellikle Yunanistan ve İspanya’yı bekleyen bu “tehlike”, hemen ardından Portekiz’de, İrlanda’da, Güney Kıbrıs’ta etkilerini gösterebilir. Hatta İtalya’ya sıçrayabilir. Böylesi bir süreç sadece AB’de yıkıcı sonuçlar yaratmayacak, küresel düzeyde sonuçlar doğuracaktır. Bu yapısal krizin küresel düzeyde derinleşmesi ve son derece “kontrolsüz” bir noktaya evrilmesi anlamına gelecektir.

İçine girdiğimiz süreç ve objektif veriler bu olasılıkları reel bir boyuta getirebilir. Bu anlamda 2010’lu yılların ilk yarısı (2012-2015 arası) son derece kritik gelişmelere gebedir.

AB’de devletlerin borç krizi ve bankacılık krizinin iç içe geçmesi ve birbirini tetikleyen bir sürece girilmesi finans kapitalin kıta düzeyinde sınıfa ve emekçi yığınlara karşı sistematik saldırılarına yol açtı.

Sosyal yıkım ve sosyal enkazlaştırma yönünde karşı devrimci saldırılar, 2008’den sonra yoğunlaştı. Özellikle Yunanistan’ın iflas süreci, Avrupa gericiliğini daha da agresifleştirdi. Devletlerin yeniden yapılanması ve sınıfın atomizasyonu yönünde sistematik saldırılar gerçekleştirildi. Burjuva liberal devlet, tekelci polis devleti yönünde yeniden yapılanmaya tabi tutuldu. Devletlerin üzerindeki burjuva demokrasisi adı verilen şal, çekilmeye başlandı. Devletin çekirdeği, yani sınıf tahakkümünü sağlayan aygıt olma özelliği ve kapitalist sistemin işlerliğini sağlama ve işlerliğini koruma misyonu alenileşti. Yunanistan, İtalya, İspanya ve bir dizi Doğu Avrupa ülkesinde proto-faşist, teknokrat nitelikli hükümetlerin kurulması, kıtanın her ülkesinde otoriter düzenlemelerin yapılması, tesadüfî gelişmeler değildir.

Özellikle işçi sınıfının atomize edilmesi ve köleleştirilmesi yönünde ciddi adımlar atıldı. Tarihsel kazanımlar gasp edildi. Bürokratik-korporatist sendikalar bu sürecin örülmesinde sınıfı bloke etme ve tepkilerini sistem sınırları içerisinde tutma misyonuyla hareket etti.

Avrupa işçi sınıfı, “dün” ayrıcalıklı bir konumdaydı. Ne var ki son 30 yıl içinde neoliberal karşı devrimci saldırılar altında ezildi. Son derece önemli hak kayıplarına uğradı. Organik yapısı parçalandı ve şekilsizleşti. Krizin yıkıcı etkileri bu süreci son dört yılda şiddetle derinleştirdi.

Finans kapitalin sosyal yıkım ve enkazlaştırma politikaları, kıta düzeyinde sınıfsal öfke ve kinin birikmesine yol açtı. Son üç yıldan beri Avrupa kıtası küresel düzeyde sınıf ve kitle hareketinin merkezine dönüştü. Avrupa 1968’den sonra ilk defa yaygın grevlere, genel grev senkronlarına, zengin direnişlere, büyük kitle hareketlerine sahne oldu. 1968’de özellikle İtalya ve Fransa merkezli gelişen işçi hareketi 2010’lu yıllarda kıtanın her yanını sarstı. Verilere göre son yarım asrın en büyük kitle mobilizasyonu yaşandı. Avrupa işçi hareketi yeni bir döneme girdi.

2009’dan sonra başta Yunanistan olmak üzere Akdeniz Havzası harekete geçmişti. Halen de bu bölge müthiş dinamizmini koruyor. Yunanistan her an patlamaya hazır bir coğrafya olarak öne çıkıyor. Aynı şekilde özellikle İspanya, Asturias maden işçilerinin muazzam pratikleriyle Yunanistan’ı izliyor. Bu iki ülkedeki dinamizm havzayı tetiklediği kadar, kıtanın merkez ülkelerini, başta İtalya’yı, Fransa’yı ve hatta Almanya’yı etkileyebilir. 2012’nin son ayları ve 2013 yılı bu gelişmelere gebe olabilir.

Kıtada İspanya ve Yunanistan’ın dışında da yaz dönemi hareketli geçiyor. Kapitalist devletlerin sınıfa çok yönlü saldırıları birçok ülkede zengin pratiklerle karşılık buluyor. Kıta düzeyinde işçi hareketi direniş hatları örüyor. İspanya ve Yunanistan’ın yolundan yürüyor.

Devletlerin borç krizi ve bankacılık krizinin iç içe geçtiği koşullarda, kapitalist devletlerin konsantre karşı devrimci saldırıları, kıtanın her coğrafyasında ortak bir ruh hali yarattı. Sınıfsal kin ve öfke her coğrafyada birikti. İşçi sınıfı otonomisinin zenginliği içerisinde haklarını korumak ve geleceği kazanmak için harekete geçti. Yaz aylarında yaşanan birçok pratik bunun somut yansıması oldu.

“Krize çözüm yoksa, devrim var!”

2012 yaz ayları hareketli geçiyor. İspanya’da Astrurias maden işçilerinin muhteşem pratikleri geniş kitle gösterileriyle güç kazandı. Proto-faşist Rajoy Hükümeti’nin 65 milyar Avro’luk “tasarruf” tedbirleri, geniş kitle gösterilerine yol açtı. “Kemer sıkma” adı verilen paket, kamu işçilerinin maaşlarının azaltılmasını, vergilerin arttırılmasını ve bir dizi sosyal saldırıyı içeriyor. Paket, işçi sınıfı ve emekçiler tarafından yaygın gösterilerle protesto edildi. Gösterilerde polisle işçiler arasında çatışmalar yaşandı. İşçilerin gösterilerde açtıkları pankart dikkat çekiciydi: “Krize çözüm yoksa, devrim var!”

Almanya’da General Motors’un Opel saldırısı yeni bir aşamaya girdi. Bochum Opel işçileri şehirde Opel fabrikasının kapatılmasına ve işten atılmalara karşı direndi. GM, Avrupa’da Opel’in dört birimini daha kapatacağını açıkladı. Kriz gerekçesiyle yapılan bu operasyonlara karşı IG Metal, işyerinin korunması perspektifi ile hak kayıplarına razı olan geri bir politika izledi. Bu politikalarla saldırıları boşa çıkartmak olanaklı değildir. Almanya’da otomotiv sanayindeki “kriz”in, küresel durgunluk ve Avrupa’daki borç krizi senkronundan dolayı derinleşme ihtimali yüksektir. Bochum Opel’deki gelişmeler birçok fabrikaya yansıyabilir. İşyeri kapatma ve örtük tensikat politikaları yaygınlaşabilir.

Yunanistan’da PASOK, ND ve Dimar’ın oluşturduğu koalisyon hükümeti, işçi hareketi açısından “göreceli” bir durgunluk dönemine yol açtı. Yeni hükümet kısa bir müddet sonra, karşı devrimci saldırılarına başladı. Troyka’nın stratejisine uygun özelleştirme operasyonlarına girişti. Hükümet, Devlet Demir Yolları ve Yunanistan Elektrik Teşkilatı’nın özelleştirilmesini gündemine aldı. “Yeni” hükümetin sosyal yıkım, kölelik ve işsizleştirme politikalarının Yunanistan işçi sınıfının öfkesini patlatacağı aşikârdır. Troyka’nın yeni yaptırımları, Yunanistan ekonomisinin iflas süreci, Yunanistan’ı Avrupa’nın gündemine taşıyacaktır. Yunanistan işçi sınıfı eyleme, sokağa, kavgaya hazırlanıyor.

Fransa’da Peugeot-Citroen işletmeleri 3 bin işçinin çalıştığı Aulvay Peugeot Fabrikası’nı kapatma kararı aldı. Benzer uygulamaların Valeneiennes, Rennes, Poissy, Sevenord işletmelerinde de hayata geçirileceği açıklandı. Bu, totalde 8 bin ya da 10 bin işçinin işten atılması anlamına geliyor. GM ve PSA’nın Şubat 2012’de “birlik” oluşturmalarının yansımaları olan bu gelişmeler, 2016 yılında otomobil üretimini ortaklaştırmalarıyla sonuçlanacak. Bu iki dev tekel, kriz koşullarında işyeri kapatarak, üretimi belirli merkezlerde yoğunlaştırarak, sömürüyü arttırmayı hedefliyor. Her şeye rağmen Peugeot işçileri direniyor.

İtalya’da 12 bin işçinin çalıştığı İlva Çelik Fabrikası’nın kapatılmasına karşı işçiler direnişe geçti. Engellemeler sonucunda polisle çatışma yaşandı. Roma mahkemesi, fabrikanın doğayı kirlettiği gerekçesiyle, fabrikayı bölüm bölüm kapatma kararı verdi. İşçiler “Hem doğa, hem iş!” şiarıyla direnişe başladı. Doğayı kirletenin aşırı kâr hırsıyla hareket eden İlva Şirketi olduğunu açıkladılar. İşçiler, işveren ile işbirliği içinde olan sendika yöneticilerine saldırdı ve sendikayı ihanetle suçladı.

Fransa’da Amiens kentinde gençler polisle çatıştı. 16 polis yaralandı. Çok sayıda bina ve araç ateşe verildi. Gençler havalı tüfek ve havai fişeklerle kendini korudu. Amiens Kenti Belediye Başkanı yaşananların “sosyal gerilimin ürünü” olduğunu açıkladı. İktidara yeni gelen Sosyalist Partili Fransa Devlet Başkanı Hollande ise finans kapitalin sözcülüğünü bir kez daha yaptı: “Güvenlik sorununu çözmek, bizim için en öncelikli sorundur” dedi. Ağustos ayının başında İçişleri Bakanlığı Fransa’daki 15 kritik bölge, “güvenlik öncelikli bölge” içinde Amiens de yer almaktaydı. Amiens’teki gençlik ve polis çatışması geçen yıl İngiltere, 2005’te Paris banliyölerinde olduğu gibi işsizlerin, göçmenlerin yeni yoksulların tepkilerini ve reaksiyonlarını ortaya koymaktadır. Amiens önümüzdeki yıllarda yeni ve sarsıcı kent yoksulları isyanlarının yaşanabileceğini ortaya koyuyor. Fransa ve İngiltere banliyö ya da kent yoksulları isyanlarının merkezi olabilir. Kriz ve sosyal yıkım programları toplumsal sorunları derinleştirdiği gibi yoksulluğu kronikleştirmekte ve sınıfsal antagonizmayı şiddetlendirmektedir. Artık işçilerin, işsizlerin, yoksulların, göçmenlerin, yeni yoksulların, yani “dünyanın lanetlilerinin” yaşam alanları yeni infilak bölgeleridir. Amiens’teki gelişmeleri bu perspektifle okumak gerekir.

2012 yazı Avrupa’da işçi sınıfı ve emekçi yığınlar açısından hareketli geçiyor. Bu gelişmeler ve birikimler 2012 yılı son ayları ve 2013 yılındaki büyük patlamaların ön habercisi olabilir.

Bugün sektörel, lokal, işyeri merkezli yaşanan direniş ve eylemler her ülkeye yayılabilir. Bazı sanayi şehirlerinde, (daha önce 2009’da Bochum, Kaiserslautern ve Eisenach kentlerinde yaşandığı gibi) kent direnişlerini ve kent grevlerini görebiliriz. Kıtayı saran siyasal-toplusal atmosfer buna uygun zeminler yaratıyor.

Özellikle Yunanistan ve İspanya’da kopacak fırtınanın merkez ülkeleri sarsması işten bile değildir. Başta İtalya, Fransa, hatta Belçika, Avusturya ve Almanya bu fırtınanın etki alanına girebilir. Doğu Avrupa’da da büyük sınıf hareketliliği yaşanabilir. Bugün Doğu Avrupa çok öne çıkmasa da bölgedeki birçok ülke borç krizinin yıkıcılığı tehlikesiyle karşı karşıya.

Kıtanın her coğrafyasında finans kapitalin sosyal yıkım ve enkazlaştırma, kemer sıkma politikalarına ve işyeri kapatma, toplu tensikatlara karşı sınıfsal öfke ve kin birikiyor. Avrupa işçi sınıfı farklı boyutlarda ve zengin bir şekilde eylem silahını kullanıyor ve sokağa çıkıyor. Sokak, Avrupa işçi sınıfını hızla şekillendirecektir. Eylem, Avrupa işçi sınıfının özgüvenini artıracak, sınıfsal kimlik ve bilincini derinleştirecektir.

Yunanistan ve İspanya işçi sınıfının yaratacağı büyük anafor, bu sürecin katalizörü işlevi görebilir.

(Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak, 14 Eylül 2012/04, Sayı 37)