Arınç, Davutoğlu ve kadınlar – İnci Hekimoğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 19 Eylül 2012
  • 12:27

Aslı Aydıntaşbaş’ın ifadesiyle “Kabinenin hem sağduyulu hem de duygusal ismi” Bülent Arınç, kendisine son derece yakışan  ‘sağduyulu’ ve ‘duygusal’  cümlelerle, BDP’li  kadın vekilleri ‘kadın’dan saymadığını söylemiş. Yani tersten; kadın kısmının kendini savunmaktan aciz, erkekler karşısında haddini bilen, eşit olmadığının bilincinde olması gereken, hatta üç de yetmez 5 tane çocukla evinde kocasını beklemesi gereken  birer ‘eksik etek’ olduklarını hatırlatmış.

Siyasetin eril diliyle, BDP’li kadın vekiller üzerinden tüm kadınlara kendi kadınlık tanımlarını dayatmaları karşısında ilk ayağa kalkması gereken AKP’li kadınlar olmalı ama onun için yürek ister elbet.

Bir kadın yazarın bu dil karşısında öncelikle ‘denge’ gözetme çabası içinde, hem eleştirirmiş gibi yaparak, ‘namusu kurtarmaya’ çalışması  hem de bu dilin sahibine övgüler dizerek kalemini kurtarma çabası acıklı geliyor insana.

Ne var ki; yeni statükonun  medyası içinde var olabilmenin, köşe kapabilmenin de başka koşulu yok.

Son dönemde BDP’ye ve özellikle de kadın vekillere karşı başlatılan linç kampanyasına “Onları nasıl kadın sayıyorsunuz? Her biri polis iteliyor, tokat atıyor, her biri otobüs üzerine çıkıp acayip şeyler söylüyor” cümleleriyle katkı sunan Arınç’a soru sormak ise muhatabının aklına bile gelmiyor.

Mesela, ‘o kadın vekillerden Sevahir Bayındır’ın polis tarafından kalçası kırıldığında, Pervin Buldan’ın ayağına gaz bombası atılarak hastanelik edildiğinde, neredeyse tüm kadın vekiller gaz bombası ve polis copundan nasibini aldığında sessiz kalmanızın nedeni de onları kadın mı saymamaktı, yoksa vekil mi, Sayın Arınç’ diyemiyor kimse.

Bütün bu olayları “izinsiz gösteriye polisin müdahalesi sonucu” diye vererek, gösteri ve yürüyüş hakkının bir kesim için fiilen tümden rafa kaldırıldığı gerçeğini ört bas etmeye çalışan resmi medya dili, polis şiddetini de meşru gösterme görevini yerine getiriyor.

Ama aynı polis, linççi vatandaşların taşlı, sopalı, yakmalı, kırmalı gösteri haklarını gayet demokratik yöntemlerle güvenlik çemberine alarak özgür bırakmayı, dağılma anına karar verdiğinde ise ricalı, yalvarmalı, omuzuna vurmalı, baş okşamalı ‘duygusal’ ve ‘sağduyulu’ olmayı becerebiliyor.

Doğal olarak hiçbir çatışma olmadan ‘bir grup  duyarlı vatandaş’ da, bir süreliğine de olsa deşarj olmuş, “Allah, Allah” nidalarıyla kinini akıtmış olarak evlerine geri dönebiliyorlar.

Kimler evlerine dönemiyor?

Mesela Sultangazi Polis Merkezi’ne yaptığı intihar saldırısında yaşamını yitiren İbrahim Çuhadar’ın cenazesi için Adli Tıp Kurumu önünde, gazetecilik görevini yaparken gözaltına alınan Yürüyüş Dergisi muhabiri Musa Kurt ve Tavır Yayınları sahibi Bahar Kurt tutuklanıyor.

Aynı gün gözaltına alınan Grup Yorum’un solisti Selma Altın’ın kulak zarı patlıyor,  keman sanatçısı Ezgi Dilan Balcı’nın kolları ve elleri sakatlanıyor. Gözaltına alınanların tamamında ağır işkence izleri ver kırıklar var.

Ve hükümetin bir başka üyesi, Ortadoğu’nun en büyük Dışişleri Bakanı, kadın yazarlara çağrıda bulunuyor;  “Suriye Ordusu’nun tecavüz ettiği kadınları yazın” diyor.

Yazarız elbet. Ama önce siz, Türkiye’de kurduğunuz kamplarda satıldığı ve  tecavüz edildiği iddia edilen kadınlara ve kız çocuklarına sahip çıkın.

Gözaltındaki, cezaevlerindeki  taciz ve tecavüzün hesabını verin.

Pozantı’da tecavüz başta olmak üzere ağır işkencelerin beyninde ve bedeninde açtığı yaralara dayanamadığı için daha iki gün önce intihara teşebbüs eden ve halen yoğun bakımda olan B.E’nin hesabını verin.

4+4+4’ü protesto ettiği için polis tarafından dövülen ve aldığı cop darbesiyle yüzde 70 görme kaybına uğrayan 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Eylem Ataş’ın hesabını verin.

Sizin ‘demokrasi’nizde olanlara bakınca, Esad’ın diktatörlüğünde olanlar hiç yadırgatıcı gelmiyor, Sayın Davutoğlu.

Yurt / 19.09.12