Aldırma gönül, aldırma! - Umur Talu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 19 Şubat 2013
  • 12:59

Kim olursa ve kime karşı olursa olsun, linçle, linç girişimiyle övünmek, milli gururlar filan duymak nasıl bir duygudur Bilinç!

Ne kolay bir mutabakattır; linççinin arkasında ulusalcı, muhafazakâr, milliyetçi, demokrat vesaire toplaşmak.

Teröre karşı” diye yırtınırken, “terörcü” olmak nasıl bir şeydir.

Bölücülüğe karşı” diye bağırırken, “bölücü” olmak böyle bir şeydir.

Karadeniz bu değildir ki, budur demek nasıl bir ihanettir halkına, tarihine, denizine, karasına, yeşiline.

Hele hele…

Ezilen, hor görülen, kimliği kişiliği aşağılanan, maddi-manevi şiddet gören sivil-asker, genç-yaşlı nice insanın; başkalarını ezmek, yok etmek üzere fiziken veya tezahüratla saflara koşturması hangi aklın, vicdanın gururudur.

***

Orada kıstırdığınız, ister Kürt ister Türk, (o milletvekillerinin dörtte üçü Kürt değil!)… ister Türk ister Kürt, halkın temsilcilerinden.

Sözde darbelere karşı laflar ederek demokrat olan milliyetçi-ulusalcı-muhafazakâr bir gelenek, ama elbette böyle insanların çoğu filan değildir (diye ummak lazım); askeri darbelerin en bayıldığı ön hazırlıklardan, linçe (Maraş’ta, Çorum’da katliam) koşturuveriyor.

(Bakınız buradaki üçüncü yazı: Bir de ön açmaya bak)

Protesto, gösteri hakkı başka… Linç azmi bambaşka bir şey.

***

Gözünü sevdiğimin Sinop’u.

Karadeniz’in kadim burnu.

Diyojen’in ruhu.

Gençler bilir, bilmez.. Bir ucu, Sinop zindanı, Önder, Tüzel, Kürkçü gibi nice sosyalisti, solcuyu, sağdan muhalifi, nice yazarı, Mustafa Suphi’yi, Ruhi Su’yu, Sabahattin Ali’yi, Zekeriya Sertel’i de kıstırmıştı.

İster Edip Akbayram’dan dinle, ister Ebru Gündeş’ten…

Aldırma gönül, aldırma” orada doğdu Gönül!

Hoş, sorarsan sonra onlara ne oldu, diye. Mustafa Suphi’yi Karadeniz’de boğdurdular.

Sabahattin Ali’yi Trakya’da öldürttüler.

Zekeriya Sertel’in matbaasını linç ettiler!

Ruhi Su’nun sazına, sözüne tahammül edemediler de, tedavi için yurtdışına gitmesin de az daha yaşamasın istediler.

Bu miras mıdır, Gözüm!

***

O güzelliğinin içine, zindan-kalenin bir ötesine bir de ABD üssü kondurmuşlardı, ki zindanın manası katmerli olsun.

A benim milliyetçi, ulusalcı biraderim…

Amerikan üssünü kondurup hiç toz kondurmayanlar ne Suphi idi, ne Ali, ne Su.

Ne Tüzel idi, ne Önder, ne de Kürkçü!

Hoş “Tuslog sayesinde” nice Sinoplunun müreffeh hayatı da oldu; ama hep derler ki, nice Sinoplu da tarımı, toprağı unuttu, kuruttu.

İşte Radar oradayken, bir Radar da az ileride, Ünye’deydi ya…

Bak, işte o hep karşı olduğunuz darbelerden 12 Mart.

Üç fidan, silahsız, cinayetsiz üç genç idam yolunda; darbeyle sinmiş, idam edilmiş Menderes’in varisi, halefi sayılan Demirel AP’sinin emir-komuta parmakları havada.

Mahir ve arkadaşları” Denizler’i idamdan kurtarmak için Ünye’deydi.

Tam 41 yıl önce. O darbenin birinci yılında.

O sıra Ziverbey’de, İlhan Selçuk dahil, nice ismi işkenceden geçiren darbe.

Radardan alınan rehinelerle hani Başbakan’ın geçen okuduğu şiirdeki Kızıldere’de vuku bulan baskın ve katliamdan tek sağ kalan Kürkçü idi.

Şimdi diyorsun ki mesela, 41 yıl sonra, o kadar yılın yarısından da az yaşta gençlerle, biz bu adamı bir de linç edelim.

Hadi be Gönül!

***

Hüseyin Çelik, anında doğru bir açıklama yaptı:

Herkesin her yerde siyasi faaliyet hakkı vardır” diye.

Elbette öyle. Karadeniz’de de, Güneydoğu’da da.

Ama “Barış ve İmralı süreci” diye harekete geçmiş bir iktidar; bu sürecin “güvenliği”nden de sorumlu.

İstedi mi çevik müdahale eden, ama yeri geldi mi “toplum psikolojisi”ni dikkate alan polis, jandarmadan da sorumlu.

Bir de…

Madem ki bu sürecin esas aktörüdür hükümet ve Başbakan; her türlü provokasyon ve tuzağın ardındaki “Ön açıcı güçler”den ve onlarla mücadeleden de sorumlu.

O yüzden “Barış, hukuktur” deyip duruyoruz.

Kimseyi dışında bırakmayan, hayatın şiddetiyle, nefretin kuyusuyla da mücadele eden; sürekli düşman üretmeyen, sürükle mağdur yaratmayan, adaleti mahkemeden muhakemeye kadar hissettiren bir hukuk.

***

Yoksa Sinop gönüldür, şiirdir, denizdir, gökyüzüdür; bir zindan bile akla, vicdana dair umuttur:

Başın öne eğilmesin… Ağladığın duyulmasın…

Dışarda deli dalgalar… Gelir duvarları yalar… Seni bu sesler oyalar…

Görmek istersen denizi… Yukarıya çevir yüzü… Deniz gibidir gökyüzü…

Görecek günler var daha

Aldırma gönül, aldırma!

Habertürk / 18.02.13