Afyon’u patlamak! – Umur Talu

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 12 Eylül 2012
  • 11:47

Başbakan Afyon’da “Üç (sıralı amir) subay ile bir astsubayın görevden alındığını” açıkladı.

Tabii, esasında görev yeri değiştirme ama olsun…

Ölmeyenlerden bir sorumlu aranıyor demek ki.

Şunu soruşturmazsan, sonunda tek sorumlu o astsubay olur:

Bu emir-komuta sistemi içinde, tahakküm ve dayatma, nasıl saçmalıklara, daha ötesi felaketlere de yol açıyor?

25 insan paramparça olmasaydı, bu sistem doğru, mantıklı, insani, akla ve vicdana uygun mu sayılacaktı?

***

CHP Genel Başkanı da yüzde 99 önemli bir iddia attı, hatta 99.5’e çıkardı.

Komutanları dinlemiş ve bu kanaate varmış.

Olabilir elbette.

Bu ülkede her şey mümkün.

Ama bir de 0.5’i düşünsün.

O 0.5’te, bir baskı-dayatma sistemi ile kendilerine kusursuzluk ve üstünlük bahşedenlerin bir hanedanlık gibi kurduğu ast-üst değil, alt-üst sistemi var.

O da birazcık o 0.5’i, yani ordunun yüzde 85’ini dinlesin.

Muhaliflik, tabanın hissine kulak vermekle daha hakiki olur; ille emredenlerin, buyruk verenlerin ne dediğine takılarak değil.

Bu memlekette, motoruna sıkışmış şaibelerle düşen, farklı>düşünen bir Jandarma Genel Komutanı’nın, Bitlis’in ölümüne yataklık eden uçağın kalktığı Kara Havacılık Okulu’nda komutan iken, şimdi TV’lerde herkese laf yetiştiren uzman generaller de mevcut!

12 Eylül’den hesap…

Gencecik insanların, binlerce ailenin acısının, suikast ve katliamların üstünde mum yaka yaka 100 yaşına yaklaşmış Evren’den hesap sorar gibi yapınca, 12 Eylül’le de hesaplaşılmış oldu.

12 Eylül ile hesaplaşmak, kontrgerillanın kontlarına yaklaşmakta olan Savcı Doğan>Öz’ün hangi emir komutayla, nedenr öldürüldüğüyle hesaplaşmaktır.

Maraş’ı, Çorum’u, kapılara konan işaretleri deşmektir.

Hiç değilse, 100 yaşında bir anneye, Berfo>Ana’ya, oğlunun akıbetinin aydınlanması için verilen sözü yerine getirmektir…

Bir savcının ağzından ona, “Valla ortada ceset yok. Kimi suçlayalım ki! Siz bi kemikleri bulun hele. Fikrimce bu davadan bir şey çıkmaz” diye bildirmek değildir.

Uyduruk bir yargıyla idam edilen Veysel>Güney’in hiç değilse mezarını bulup ailesine bir dua, bir tas su umudu verebilmektir; mahkemede takipsizlikle, üstüne bir bardak su içmelerini tavsiye etmek değil!

Kabristan!

Yeni evli asker, bebek bekleyen memur, 10 gün sonra evlenecek polis, elektrik borcunu ödeyememiş er, tatile gelmiş üniversiteli, 12’sinde ayağında terlileriyle delik deşik bir çocuk, üniversiteye adım atmış genç kız, ilk tayininin sevincinde bir öğretmen, babasını zaten işkencede kaybetmiş bir genç…

Sadece kendi kısa ömürleriyle değil, kendi küçük hikayeleriyle de yok edilen insanlar.

Büyük mezarlığa dönmüş ülkede…

Yan yana çukur açılıyor, aralıksız…

Çocuk ya da genç hayatlar hızla gömülüyor…

Yanlarına da kürekle kendi hikayeleri atılıyor…

Yarım umutlar, çeyrek hayaller, yüzde 10 mutluluklar…

Geride kalan nişanlılar, çocuklar, analar, kardeşlerden birer parça toprağa karıştırılıyor.

Boynu bükük çiçekler, toprağa verilmiş o hikayelerle yaşamaya çalışıyor.

Doğum ile ölüm tarihleri arasında küçücük sıkışmış bir ömür…

Zamansız toprak ve ebedi taş.

Memleket içinde bir memleket, Kabristan! 

Paralı asker!

 “Mercenary” sistemi, sömürgeci, emperyalist kafanın, kanun dışı askeri faaliyet yürütebilmek için bulduğu yollardan biri oldu. Afrika’dan Irak’a kadar.

Şimdi aynen, bir şirket marifetiyle, Türkiye üstünden Suriye içine uzanıyor.

Kontrgerilla>denen ve eski askerlerle kurulan bu yapılanma sadece dış tehlike değil, iç tehlikedir.

İlle İsrail’e benzemek zorunda mıyız!

Haber Türk / 12.09.12