Adalet ve demokrasi egemenlerin değil halkın ihtiyacıdır - Aktüel Gündem

  • Arşiv
  • |
  • Sol Basın
  • |
  • 22 Mart 2012
  • 06:53

Ülkemiz tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yaşıyor. Bunu daha önce 12 Mart ve 12 Eylül faşizmlerinde ve ’92 kirli savaş döneminde de yaşamıştık. Kuşkusuz her dönemin kendine has özgüllükleri vardır. Ancak içinden geçtiğimiz dönemin özgüllüğünün en belirgin yönü parlamenter rejim altında darbeyi andıran açık baskıların sürdürüldüğü (örtülü faşizm) bir dönem olmasıdır.


Cezaevine kapatılmış insan sayısı 12 Eylül faşizmini aşmış durumdadır. 2012 sayısı 130 bin/(nüfus 70 milyon) oransal olarak: binde 1,8; 1985 sayısı 52 bin kişi/(nüfus 45 milyon) oransal olarak: binde 1,1. Neredeyse 2 katı. Binde 0,4’lük bir fark da AKP demokrasisinin nimeti sayılabilir.

12 Eylül 1980 döneminde 31 gazeteci cezaevine girdi. AKP döneminde 100’ü aştı.

Hopa’da Başbakan’ı protesto eyleminde Metin Lokumcu öldürüldü. (Denilebilir ki Kenan Evren protesto bile edilemiyordu)
Ankara’da Metin Lokumcu’nun öldürülmesini protesto edenlerden Dilşat Aktaş feci şekilde dövülüp 6 ay hastanede yattı. 50’den fazla kişi gözaltında saatlerce ağır işkencelere uğradı. Sonuç: 35 kişi tutuklandı ama protestocular. Metin Lokumcu’nun öldürülmesine dair dava açılmadı. Saatlerce işkence yapanlara ve Dilşat Aktaş’ın kalçasını kıranlara dava açılmadı.

Van’da deprem oldu kimse yargılanmadı. Ama çadır taleplerini karşılamayan Van Valisi’ne hakaretten1 kişi tutuklandı.

Deniz Feneri soygunu davası Alman yargısı tarafından sonuçlandırılmasına rağmen Türkiye ayağı sürüncemeye bırakıldı. Davada adım atmaya kalkışan savcılar görevden alınıp, dava tutukluları serbest bırakılmakla kalmadı; savcılar yargılanmaya başlandı!

Uludere’de (Roboski) 34 kişinin katledilmesinden sorumlu kimseye henüz bir dava açılmadı ama öldürülenlerin acılı akrabalarından kaymakamı tartaklayan 5 kişi tutuklandı.

Özerk demokratik üniversite, parasız eğitim isteyen 600 den fazla öğrenci hapishanede.

Cezaevlerindeki çocuk sayısı 2 bin 300 ü aştı ve ‘ıslah’ edilmek için olsa gerek şiddete, tacize ve tecavüze uğruyorlar.

HES şirketlerine karşı sularını savunanlar 7-8 yıldan başlayan hapis cezalarıyla yargılanıyorlar.

Ormanların altın madencileri tarafından talan edilmesine karşı direnenler polis, jandarma saldırılarına uğrayıp yargılanıyorlar.
Yasal alanda siyaset yapmaya çalışan Kürt siyasetçiler yığınlar halinde tutuklanıyorlar: şimdilik sayı 6500.

Gerze’de topraklarına termik santral kurulmasına karşı çıkanlardan 3 genç tutuklandı.

Solaklı’da HES yapımına karşı çıkan 3 genç tutuklandı.

Gazeteciler tutuklanıyor, işten atılıyor, tehdit ediliyor. Gazete ve TV’lerin büyük çoğunluğu bırakın hükümeti eleştirmeyi AKP’ye AK Parti demek zorunda bırakıldılar.

Seçilmiş milletvekilleri Özel Yetkili Mahkemelerin verdiği kararlarla cezaevlerinde tutuluyorlar.

Muhalif belediyeler operasyonlar ve tutuklamalarla işlemez, iş yapamaz hale getiriliyor.

Başbakan’ı ve Bakanları protesto edenler ‘hakaret’, ‘aşağılama’ gibi zorlama suçlamalarla ağır cezalarla yargılanıyorlar.

Balcalı Devlet Hastanesi’nde işlerine sahip çıkan işçiler 27 yılla yargılanıyor, her sendikalaşma girişimi işten atılma, polis saldırısı ve yargılamalarla karşılanıyor.

Kentsel dönüşüm yağmasına karşı evlerine sahip çıkanlar, uğradıkları polis şiddetinin ardından ağır cezalarla yargılanıyorlar.

Devletin çeşitli uygulamalarına halk artık güvenmiyor ve devlet baskılarına direnerek haklarını korumaya çalışıyorlar. Zaman zaman halk lehine sonuçlanan mahkeme kararları dahi uygulanmıyor.

Devlet, istatistikleri sendikalar üzerinde bir tehdit gibi kullanarak şantaj yapıyor.

Parlamentodan yıllardır işçiler, emekliler, kadınlar, hastalar, öğrenciler, işsizler lehine tek bir yasa çıkarılmadı. Yasalar çıkartılırken karşı çıkanlar polis şiddetiyle susturuluyor.

AKP, seçim yapılmasını ve yüzde elli oy almış olmasını demokrasi için yeter şart sayıyor. Parlamentoyu, devre dışı bırakıp seçimlerden sonra da beş ay boyunca KHK’lerle işleri yürütmeye kalkışması, halk düşmanı politikaları kendi milletvekillerine dahi onaylatma ihtiyacı duymadığını veya bir çekincesi olduğunu gösteriyor. Bunu hızlı karar alma ihtiyacı ile izah ederek AKP’yi aklamaya çalışanlar, en hızlı işleyen rejimin faşizm olduğunu bilmiyorlar herhalde! Bu hız ihtiyacı, Meclis TV’nin yayın gün ve saatlerinde kısıtlama yaparak işine gelmeyen gündemleri yayın olmayan günlere ve saatlere denk getirmekten başlayarak TBMM Milli Eğitim Komisyonunda tekme tokat karar geçirmeye kadar vardı.

Son MİT kriziyle bir kez daha, devletin yapısında demokratikleşme doğrultusunda değil, tarikat ve ABD ortaklığıyla bir yapılanma şekilleniyor. Emperyalizmin şekillendirdiği devlet yapısının da demokratikleşme yönünde olmayacağı yüzlerce kez ortaya çıkmıştır.

Demokrasi adına ne varsa işlemez hale getiriliyor; gerici bir toplumsal doku yeni rejimin kitle temeli olarak inşa ediliyor. Bir yandan sendikasızlaştırma ve sendika düşmanlığı yapılırken, sendikalaşma olanağı elde edebilen çalışanlar ise yandaş sendikalara üye olmaya mecbur ediliyor. Sendikalar yasasında yaptıkları değişiklikler sürekli olarak işçilerin aleyhine sonuçlar doğuruyor.

Din istismarı ile ve eğitimde bilimdışı yol ve yöntemlerle gericiliğin kitlesel temeli genişletilmeye çalışılıyor. 4+4+4 gibi formüllerle dinci gericiliği eğitimin temeli haline getirirken aynı zamanda çocuk işçiliğini de yasalaştırıyor. Gericilik ve piyasa kenetlenmiş olarak birlikte ilerliyor. Sağlıkta dönüşüm uygulamaları kelle vergisi ile fiilen kelle vergisi uygulaması başlatılıyor. Yoksullar (belki açlar yırtabilirler) ayda en az 36 TL ile 213 TL arası kelle vergisi ödeyecekler. Ödenmediğinde ömür boyu hesaplarına borç kaydedilecek. Hastaneye gittiklerinde ise tedaviye göre ek paralar ödeyecekler.

Şovenizm ve dincilik, (bunları ırkçılık, kadın düşmanlığı, homofobiklik, mezhepçilik takip ediyor) kitle desteğinin başat temeli haline getirilmekte. Ermeni düşmanlığı, Alevi düşmanlığı, Kürt düşmanlığı, Arap düşmanlığı giderek artan dozda yayılıyor. Yezidi, Zerdüşti düşmanlıkları ise bizzat Başbakan tarafından kışkırtılıyor. Sivas Katliamı Davası zamanaşımına uğratılarak insanları sadece Alevi oldukları için yakarak öldürenler, yani nefret suçu işleyenler affediliyor. Sivas Katliamı’na zamanaşımı isteyen savcı ile Hopa protestocularına ağır cezalar isteyen savcı aynı. AKP’nin başı Sivas Katliamı’nı şimdiye kadar kınamadığı gibi zamanaşımı kararını da “hayırlı olmasını” diledi. Ardından da “ben zamanaşımı tanımlamasını yanlış buluyorum” deyiverdi (Oysa Başbakan’ın neyi doğru bulduğunun bir önemi yoktur çünkü mahkeme kararının gerekçesi ‘zamanaşımıdır’).

Şovenizm, ırkçılık, dincilik, mezhepçilik, kadın düşmanlığı, homofobiklik ve benzer insanlık suçları, faşizmin kitle tabanını oluşturan eğilimlerdir. 20’inci yüzyıldan bu yana bu eğilimler egemen sınıflar tarafından kullanılarak faşizme kitle tabanı yaratılabilmektedir.

Newroz kutlamalarının kitleselliğini önlemek için hafta sonlarında yapılması engellendi, ’92 kirli savaş dönemini hatırlatan uygulamaların işareti veriliyor. Newroz bayrama dönüşmeye başlamışken, AKP iktidarı tarafından yeniden kanlı günlere dönüştürülüyor. 2012 Newroz’u, bırakın Kürtlerin haklarını tanımayı, AKP’nin Kürtlerin bayramını dahi tanımaya ne kadar uzak olduğunu gösterdi.

Her türden hak talebi ve demokratik eylem ‘terör örgütlerinin amacı doğrultusunda faaliyet göstermek’ olarak suçlanıp Özel Yetkili Mahkemelerde ve Terörle Mücadele Yasası kapsamında yargılanabiliyor.
Halkın haklarını savunması, siyaset üzerinde etkili olabilmesi için demokrasi gerekir. Ancak halkın haklarını savunmasının tüm yasal veya fiili yolları kapatılmaktadır. Her türden hak arama eylemi başta polis şiddeti olmak üzere, tutuklu yargılamalar veya yüksek cezalarla yargılamalar yoluyla bastırılmaya çalışılmaktadır. Toplumda adalet ve demokrasi beklentisi kırılmakta ve halk mevcut siyaset mekanizmalarından (parlamento, yargı, hükümet, belediyeler vb) umudu kesmeye başlamaktadır.

Bugün 12 Eylül sonrasına (1983-84-85 sonrası) benzer bir adalet ve demokrasi beklentisi toplumda yaygınlaşmaya başlamıştır. Ancak adalet ve demokrasi beklentisi olanların hem örgütlenme hem de yol-yöntem üreteme sorunları, bu beklentinin kitlesel politik bir harekete dönüşememesinin en temel nedenidir. Özellikle Hopa Davası’nda elde edilen sonucun geniş kesimler üzerinde yarattığı olumlu etki, adalet talebi olanların arayışının ifadesi olarak okunmalıdır. Ahmet Şık ve Nedim Şener’in okuyucuları tarafından kitlesel olarak sahiplenilmesi; aynı zaman diliminde Sivas Davası’nın zamanaşımına uğratılmasına (önceden örgütlenilmemesine rağmen) gösterilen hızlı tepkiler de aynı potansiyelin göstergesidir. 4+4+4 eylemlerinin yine örgütlenme eksikliklerine rağmen kitleselliğinin de üzerinden atlanmamalıdır.

AKP ise, adalet ve demokrasi beklentisinin kitlesel bir harekete dönüşme potansiyelini gerici, şovenist kitle temelini genişleterek dağıtmaya çalışıyor. Adalet ve demokrasiyi suçluların, bozguncuların, dinsizlerin, zenginlerin, siyaset elitlerinin, ülkenin kalkınmasını istemeyenlerin istismar ettiği talepler olarak sunmaya çalışmaktadırlar. İktidarın bu yöndeki çabaları aslında kendisini meşruiyet krizine doğru da götürüyor. Haksızlığa uğrayanlar ya AKP’den bulacakları bir torpille mağduriyetlerini bireysel olarak giderecekler -ki bu istisnai bir durum ve artık mümkün olamıyor- ya da topluca direnecekler(*). Direnme seçeneği her gün kendisini daha fazla dayatmaktadır. Halkın hakları ile adalet ve demokrasi talepleri aynı mücadele programının parçası haline getirilebildiğinde, halkın siyasal mücadeleye kitlesel katılımının önü de önemli oranda açılmış olacaktır.

Çünkü adalet ve demokrasi halkın ekmeğidir. Adalet ve demokrasi yönetenlerin değil yönetilenlerin, sermayenin değil halkın ihtiyacıdır.

Demokrasi sularını, ormanlarını, doğalarını, yaşam ortamlarını savunanların ihtiyacıdır; yaşam alanlarının kullanımında söz hakkı isteyenlerin ihtiyacıdır. HES şirketlerinin, termik santralcilerinin, altın madencilerinin değil.

Adalet evlerini, kentlerini, parklarını, meydanlarını, ulaşım haklarını savunanların ihtiyacıdır; kent rantını yağmalayanların, büyük müteahhitlerin, belediyeleri bir şirket gibi yönetenlerin değil.
Adalet ve demokrasi parasız, eşit, nitelikli eğitim ve sağlık hakkı isteyenlerin ihtiyacıdır; ilaç şirketlerinin, sigorta şirketlerinin, özel hastanelerin, özel okulların, dershanelerin değil.

Adalet ve demokrasi işçilerin ihtiyacıdır, maden göçüklerinde, tersanelerde, denetimsiz işyerindeki patlamalarda, lüks AVM şantiyelerindeki çadırlarda yanarak düzineler halinde ölmek istemeyenlerin ihtiyacıdır; kölece çalıştıranların değil.

İnançlarından dolayı ezilmek istemeyen Alevilerin ihtiyacıdır; dilini, kimliğini nasıl kullanacağına kendisi karar vermek isteyen Kürtlerin ihtiyacıdır. Öğrencilerin, kadınların ihtiyacıdır, patronların, rektörlerin, tarikatların, ırkçıların değil.

Adalet ve demokrasi milyonların ihtiyacıdır;
Milyonlar adalet ve demokrasi istiyor!

sendika.org / 22.03.12