28-29 Mart eyleminin ardından - Sosyalist Kamu Emekçileri

  • Arşiv
  • |
  • Kamu hareketi
  • |
  • 03 Nisan 2012
  • 14:21

Tabanla bütünleşmiş-fiili meşru mücadele hattını kuşanan bir örgütün parçalayamayacağı hiçbir yasa yoktur!

4+4+4 kademeli kesintili eğitim yasa tasarısına karşı Eğitim Sen’in aldığı grev ve aynı zamanda 4688 sayılı “sahte sendika” yasasına karşı KESK’in merkezi 2 günlük Ankara eylemi, 28-29 Mart tarihlerinde, başta Ankara olmak üzere, tüm kentlerde devletin sergilediği faşist baskı ve teröre rağmen kararlılıkla gerçekleşti.

AKP iktidarının, gerek sermeye sınıfının ihtiyaçları, gerekse de “ılımlı islam” modeli ve “dindar nesil” yetiştirme politikasının ekseninde, eğitimde çok yönlü dönüşümleri içeren yasa tasarının gündeme getirmesinin ardından, Eğitim Sen tasarıya karşı tepkisini ortaya koydu. Bir dizi ilde gerçekleştirdiği eylem ve etkinliklerin ardından, tasarı Meclis’te görüşülmeye başladığında, 2 günlük grev, merkezi Ankara eylemi ve paralel bir şekilde diğer illerde de yerel eylem kararı aldı. KESK’in de merkezi olarak sahiplendiği eylem kararına, aynı zamanda meclisin gündemine gelen 4688 sayılı Toplu Sözleşme Yasası’na karşı mücadele çağrısı da eklendi.

Gerek politik hedefleri, gerekse düzen içi iktidar dalaşında egemenliğini göstermek amacını taşıyan AKP iktidarı, yasaya karşı sergilenecek her türlü muhalefete tahammülsüz davrandı. KESK’in eyleminden bir gün önce “CHP grup toplantısı” adı altında Tandoğan Meydanı’nda gerçekleşen CHP mitingine çevre illerden gelen araçlar, Gölbaşı’nda durdurularak kente girişleri engellendi.

KESK’in çağrısıyla gerçekleşen eyleme devletin tavrı ise çok daha sert oldu. Başta Ankara olmak üzere tüm illerde neredeyse fiili bir sıkıyönetim ilan edildi. İçişleri Bakanlığı’nın “eylemin yasadışı olduğuna” ilişkin genelgesine dayanarak, birçok ilden merkezi eyleme giden araçların çıkışı engellendi. Kimi illerde araçlar türlü gerekçelerle (ceset torbası olmaması gibi) bağlanırken, kamu emekçilerinin Ankara’ya ulaşmaması için gaz bombalarıyla, tazyikli sularla, coplarla saldırılar yaşadı. Adana’da olduğu gibi, yola çıkan kamu emekçileri topluca gözaltına alındı. Tüm engelleri aşarak Ankara’ya ulaşabilenler ise Ankara girişlerinde tutularak kente girişleri engellendi. Ankara’ya girebilen bini aşkın kamu emekçisinin ise Tandoğan’da önü kesilerek GMK Bulvarı’nda bekleyen kitle ile buluşması engellendi ve saldırıya uğradı.

Toplam olarak bakıldığında binlerce ilerici-öncü kamu emekçisi, KESK’in çağrısına yanıt vererek, 2 gün boyunca her türlü faşist baskı ve teröre karşı direniş sergilemiş, engellenen her alan eylem alanına dönüştürülmüştür. Ankara’da ise devrimci ilerici güçlerin de desteğiyle, kentin en temel artellerinden biri olan GMK Bulvarı 2 gün boyunca kilitlenmiş, 2. gün, KESK’in aldığı meclise yürüme kararı doğrultusunda, ağırlığını öncü-ilerici kamu emekçilerinin oluşturduğu 3 bine yakın kişi barikatların üstüne yürümüştür.

2 gün boyunca ilerici-öncü kamu emekçilerinin sergilediği kararlı direniş, tabandaki özellikle öncü güçlerin, kamu emekçilerine yönelik gerçekleşen kapsamlı saldırılara tahammülsüzlüğünü, direnme ve mücadele etme isteğini bir kez daha göstermiştir. İlerici-öncü kamu emekçilerinin kararlılığı ve direncinin basıncıyla, KESK yönetimi de 2 günlük eylem sürecinde çok uzun süredir izlediği icazetçi çizgiden farklı bir tutum almış ve fiili-meşru bir direniş sergilemiştir.

Ancak eylemi tek başına illerde ve merkezi Kızılay eyleminde sergilenen direniş çerçevesinde değerlendirmek, eylemin politik hedeflerinden ve eylemin örgütlenmesi sürecinden bağımsız ele almak yeterli olmamaktadır.

Sosyalist Kamu Emekçileri, bundan önceki değerlendirmelerinde, kamu emekçilerinin, yüzünü tabana ve kitlelere dönen, günü kurmaya değil, kamu emekçilerinin geleceğini kazanmayı hedefleyen, kazanmaya ve sonuç almaya kilitlenmiş mücadele ve eylem programıyla kazanım sağlanabileceğini defalarca dile getirdiler. “Grev”in ise, etkili bir silah olabilmesi için, somut hedefin elde edilmesine yönelik örgütlenmesi, “kazanana kadar grev” perspektifinin taşınması gerektiğini dile getirdiler. İşçi sınıfının en temel mücadele silahlarından ve en etkili eylemlerinden biri olan “grev”, KESK tarafından, bugün neredeyse, herhangi bir eylem çağrısıyla aynı kefeye konulmaktadır.

Hatırlanacağı üzere, bundan 3 ay öncesinde 21 Aralık günü, KESK, başta iş güvencesi olmak üzere kamu emekçilerinin bir dizi talebi için grev kararı almış, tüm ülkede gerçekleşen eylemlere binlerce kamu emekçisi katılım sergilemiştir. Ancak 21 Aralık grevinin ardından KESK, 21 Aralık’ı bir başlangıç olarak ele alarak daha ileriye dönük ve ortaya konulan taleplerin kazanılmasına yönelik bir mücadele programı ortaya koymamıştır.

21 Aralık’ın ardından 2 ay bile geçmeden KESK, şubat ayında, KESK Kadın Meclisi’nin kararlarıyla yeni bir “eyleme”, bu kez başta “ 8 Mart’ın resmi tatil ilan edilmesi” talebiyle kadınların bir dizi taleplerinin karşılanması istemiyle “hizmet üretmeme” çağrısı yapmıştır. Bu çağrı kapsamında, iş bırakmanın işlev ve misyonunu zayıflatan “sevk, vizite, rapor” vb. biçimler önerilmiştir. Yine ön hazırlığı ciddi anlamda zayıf olan bu eylem için kamu emekçilerinin yarısına, yani “erkek” kamu emekçilerine “hizmet üretmeme” eylemine katılmaya yasak koyulmuştur. Yine 8 Mart’ın hemen ardından 4+4+4 yasa tasarısına karşı grev kararını ise, sadece Eğitim Sen almıştır.

4+4+ 4 yasa tasarısı gündeme geldiğinde Sosyalist Kamu Emekçileri yaptıkları değerlendirmede grev kararına ilişkin şu sözleri söylemişlerdi:

4+4+4 Kesintili Zorunlu Eğitimi Sistemi’ne karşı en güçlü muhalefet yine KESK ve Eğitim Sen’den gelmektedir/gelmelidir. Eğitim Sen”in bu yasa teklifine karşı almış olduğu grev kararı tüm eksiklerine rağmen anlamlıdır. Kamuoyunun desteğini her zamankinden daha fazla alma potansiyeline sahip bu grev, iyi örgütlemesin durumunda sonuç alıcı olabilir. Grevin toplumsal tepkiyle bütünleştirilmesi etki alanını genişletecektir. Grev için tüm araçların (basın açıklamaları, okul ziyaretleri, velilere ve eğitim emekçilerine yönelik paneller vb.) devreye sokulması, KESK ve Eğitim Sen tabanının harekete geçirilip sürece katılımının sağlanması bunun yanısıra demokratik ve devrimci güçlerle koordinasyon içinde hareket edilmesi ve görüş alış-verişinde bulunulması grevin ön hazırlık sürecini güçlendirecek etkenlerdendir. Bu durumda öncü, ilerici devrimci kamu emekçilerine büyük sorumluluklar düşmektedir.”

Yukarıda ifade edilen greve yönelik hazırlıklar büyük oranda yapılmadığı gibi, hizmet üretmekten gelen gücü kullanmak anlamına gelen ve hak alıcı en etkili eylem biçimlerinden biri olması gereken “grev” neredeyse, sıradan bir eyleme dönüşmektedir. Greve katılıma ilişkin oranlar Eğitim Sen Genel Merkezi’ne henüz yansımasa bile rakamların 21 Aralık’ın çok gerisinde olduğu bilinmektedir. Üstelik 27 Mart’ta şubelere gelen yazıda katılımı artırabilmek için grevin misyonunu zayıflatan bir anlam taşıyan, sevk, izin vb. biçimler önerilmiştir. Çok açık ki, alınan “sonuçsuz” grev kararları, tabandaki kamu emekçilerinin de tepkisine yol açmaktadır.

Bugün, “grev” genel planda çok zayıf bir çağrıya konu edilmekle birlikte, merkezi eylem çağrısı ise, “sembolik” bir katılım olarak kurgulanmıştır. Zaten tüm güçleriyle Ankara’ya akmayı planlamayan KESK, Ankara’ya gitmeyenlerle illerde eylemler yapmayı planlamış, ancak bu karar, (saldırıdan bağımsız olarak) illerde kitlesel eylemler, illerden az sayıda kişinin ise Ankara’ya gidişi sonucunu ortaya çıkarmıştır.

Kuşkusuz ki, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda Değişiklik Öngören Yasa Tasarısı ve Toplu İş İlişkileri yasa tasarısına karşı gösterilen tepkinin kendisi de değerlendirme konusudur. Yasa tasarısı yaklaşık 8 aydır gündemde olmasına rağmen, KESK, bu tasarıya karşı anlaşılmaz şekilde kılını kıpırdatmamıştır. Tabana yönelik hiçbir çalışma yapılmazken, sadece şubelerde listeler hazırlanarak yasa meclise geldiğinde Türkiye çapında merkezi olarak Ankara’da yapılacak 2 bin kişilik kadro eylemi için listeler oluşturulmuş, kararlı-militan bir eylemin örgütlenmesi için beklenilmesi ve yasa gündeme geldiği gibi merkezi Ankara eylemine çağrı yapılacağı söylenmiştir. Ancak yasa tasarısı gündeme geldiğinde, tabanı dar kadro eylemi yapmak için bekletmek yerine mücadeleye hazırlayacağı yerde bugün yasa tasarısına karşı yapılan basın açıklamalarında, geride kalan 8 ay boyunca “Üçlü Danışma Kurulları’nda ve Meclis komisyonlarında yapılan tartışmalarda defalarca evrensel standartlara uygun bir yasal düzenleme yapılması gerektiğini ifade ettiğini” ve çabanın bu zeminlerde verildiğini öğrenmiş bulunuyoruz.

Sonuç olarak tasarının kendisinden beklentiler taşınırken, AKP hükümeti, meclis gündemine ilk halinden daha kötü olan, toplu görüşmeden bile daha geri bir içeriğe sahip, AKP hükümetine yandaş sendikaları tek yetkili kılan bir düzenlemeyi önerdiği görülmektedir.

Kısacası, 28-29 Mart eylemi, her ne kadar 4688 yasa tasarısına karşı tepkiyi içerse de, Eğitim Sen üyeleri dışında farklı sendikalardan gelen kimi üyeler, -aylar öncesinden planlanan 2 bin kişilik kadro eylemi için- Ankara’ya geldiklerini düşünseler de, 4688 yasa tasarısına karşı tepki, 4+4+4 yasa tasarısı tartışmalarının gölgesinde kalmıştır. 28-29 Mart eylemlerinin ardından farklı illerde oldukça cılız geçen eylemlerle tasarıya tepki dile getirilmiştir.

Bugün 28-29 Mart eylemi, yasayı geri püskürtebilme sonucundan bağımsız olarak, bir kez daha tabandaki ilerici-öncü kamu emekçilerinin gücünün, kararlılığı ve direncinin görülmesini sağlamıştır. Ancak bugün için ihtiyaç olan yüzünü tabana dönen, hak almaya kilitlenmiş bir mücadele programını önüne koyan, fiili-meşru mücadele hattını izleyen bir sendikal yapıdır. Birkaç bin ileri-öncü kamu emekçisinin, 2 gün içinde yarattığı politik etki başta KESK’in başını tutan reformist anlayışlar olmak üzere tüm güçlere açık bir fikir vermelidir.

Sosyalist Kamu Emekçileri

3 Nisan 2012