1 Mayıs’a doğru ‘ilginç’ bir gelişme – Ergin Yıldızoğlu

  • Arşiv
  • |
  • Kategori yok
  • |
  • 25 Nisan 2012
  • 04:09

Kendilerini “Antikapitalist Müslüman Gençler” olarak tanımlayan bir grubun yayımladığı 1 Mayıs çağrısına bakınca, bu yıl “1 Mayıs gösterilerine yeni bir katılım olacak, antikapitalist cephe genişliyor” diyerek sevinmek olanaklı.

Ancak, sevinmeye karar vermeden önce kimi sorular üzerinde düşünmek gerekiyor. Ben kendi hesabıma bu sorulara anlamlı cevaplar bulduğum takdirde bu gelişmeye olumlu bir gözle yaklaşmaya hazırım.

Ama ilke olarak, önce “de omnibus dubitandum est” (her şeyden şüphe edilecektir)! Ne de olsa, sınıf çelişkilerinin keskinleşme sürecinin hızlandığı, iktidar ve muhalefet söylemlerinin dayandığı anlam sistemlerinin sarsıldığı, “egemenler” arasında hegemonya mücadelelerinin sertleştiği, bu hegemonya mücadeleleri içinde mevzi kazanmak isteyenlerin halkın desteğine, dolayısıyla “sol”un onayına, olmazsa peşinden sürüklemeye, kafasını karıştırarak bağımsız bir çizgi izlemesini önlemeye giderek daha çok gereksinim duyduğu bir dönemden geçiyoruz. Ben kendi hesabıma önce “dolduruşa” sonra da “tezgâha” gelmek istemiyorum.

Tarihsel mi? Ebedi (ilahi) mi?

“Antikapitalist Müslüman Gençler” grubunun çağrısına bakınca, hemen her türlü baskıya, sömürüye karşı olduklarını düşündüren, özgürlüklerden yana kavramlara, saptamalara rastlıyoruz. Ancak bu kavramların, saptamaların, karşı çıkışların aslında ne anlama geldiği konusunda pek bir ipucu göremiyoruz. “Haksızlık etmeyelim. Bu bir çağrı metni” de diyebiliriz. Ancak, “Bu metinde, tüm bu karşı çıkışları bir araya toplayarak tarihselleştirecek bir yaklaşıma işaret eden bir şeylerin olmaması bir rastlantı mı, yoksa belli bir düşünce sistemine mi işaret ediyor” diye sormak gerekiyor. Metindeki, “hakkı müdafaa” etmeye, “hakkın sesini yükseltmeye” ilişkin göndermeler ise tarihsel bir sürece, maddi çelişkilerin ve insanların harekete geçirdiği toplumsal dinamiklere değil de, “ebedi” bir döngüye, “ilahi adalete” ilişkin bir yaklaşıma işaret ediliyor izlenimi yaratıyor.

Bu koşullarda, “kapitalizme karşı olmak” ne anlama geliyor? Bu soruya cevap vermek için, kötü, adaletsiz birilerinin, hatta “şeytanın” icadı olarak değil, tarihsel bir üretim tarzı olarak kapitalizmi tanımlayabilmek gerekiyor. Bu tanımlama çabası öncelikle mülkiyet, işgücü, üretim araçları, sermaye, değer, sömürü kavramlarına bir açıklık getirmeyi zorunlu kılıyor.

‘Devrim’ ve ‘özgürlükler’

“Antikapitalist Müslüman Gençlerin”in, İslamın “devrimci yüzü” olduğu da iddia ediliyor. Bu iddiayı kabul edebilmek için, bu “devrim” kavramıyla “antikapitalizm” kavramı arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğunu görmemiz gerekiyor. Kapitalizmi “devirme” niyetinde olan “Müslüman Gençler” (neden Müslüman emekçiler vb. değil de gençler?) kapitalizm sonrasını, kapitalizmin yadsınmasını (negation) acaba nasıl (en azından olumsuz -“negatif diyalektik”- bağlamında) tasarlıyorlar? Bu tasarımda bir “diyalektik” söz konusu mu? Bu bir Asrı Saadet’e dönüş mü olacak. Yoksa bir “aşarak kaldırma” (aufhebung) içinde bir başka toplumsal örgütlenme tarzına geçiş olarak mı düşünülüyor? Bu geçişin “yol haritası” bizzat proletarya kitlelerinin antikapitalist mücadelesiyle mi şekillenecek yoksa, bir başka ilahi gücün lütfu (inayeti) olarak mı? “Sınıfsız, sınırsız” kavramı, devleti, ulusu ve özel mülkiyeti de içeriyor mu?

Antikapitalist Müslüman Gençler’in özgürlük talepleri, aklın ve eleştirinin özgürlüğünü de kapsıyor mu? Diğer bir deyişle ateistlerin, agnostiklerin, diğer dinlerin inananlarının, feministlerin, eşcinsellerin sorgulama, konuşma, eleştirme, düşüncelerini yayma özgürlüklerine; Aydınlanma geleneğinin, bilimsel yöntemin her şeyi sorgulama, aklın süzgecinden geçirme arzusuna, ilkesine ve pratiğine bu Antikapitalist Gençler, “Kutsala” ve “Kitaba” ilişkin bir sınır koyuyorlar mı? Metinde eşcinsellerin haklarının, özgürlüklerinin yer almaması bir hata mı, bir “semptom” mu?

Sosyal paylaşım ağları gibi, ilk anda çok şeffaf görünmekle birlikte, provokasyona, yalana, meraklı gözlere, “renkli devrim” mimarlarına son derecede açık alanlarda (İran’da ayaklanmalar sırasında, İran dışından adeta içerdeymiş gibi yayın yapanları, Pentagon’un “bugün savaş, haberin/bilginin üretimini, dağılımını kontrol edenlerle, edemeyenler arasında yaşanıyor” saptamasını anımsayalım) örgütlenmeyi seçmek ne anlama geliyor? Bu “gençler”, neden yaşam alanları (fabrika, üniversite, mahalle), günlük mücadele, copun, biber gazının sokakları ve meydanları gibi antikapitalizmin geleneksel alanlarında, diğer antikapitalistlerin kendilerini görmelerine, tanımalarına olanak veren mekânlarda değil de öncelikle sanal alanlarda örgütlenmeyi seçmişler?

Bu sorulara anlamlı cevaplar alınamadığı takdirde, “solu etkileyecek bir ‘makineyi’, ‘yetmez ama evet’çilerin yakıtıyla çalıştırmayı başaramayanlar, acaba bu kez başka bir yol mu deniyorlar” diye sormak gerekiyor. Sakın bu ‘hareket’ siyasal İslamın, eğitimden sanata her alanı, sağdan sola her akımı kendi ‘hakikat rejimi’ içine sokmayı, ‘dışarıda’ hiçbir şey bırakmamayı arzulayan totaliter projesinin bir ürünü olmasın?”

Cumhuriyet / 25.04.12