Sömürünün, baskının ve zulmün olduğu her yerde direniş de vardır. İşte direnişlerle dolu olan devrimci mirasımızın önemli bir parçasıdır zindan direnişleri.
12 Eylül 1980’de ABD’nin “bizim çocuklar başardı” diye duyurduğu darbe ile toplumsal muhalefete çok ciddi bir saldırı başlatılmış, binlerce devrimci, ilerici ve muhalif insan zindanlara atılmıştı. Sermaye devletinin tüm kurumları işkence merkezine dönüşmüştü. On binlerce insan işkence görüyor, yüzlercesi bu işkencede katlediliyordu. Ancak sermaye devletinin hedefi daha büyüktü. Devrimci mücadelenin sömürü düzeni için yarattığı tehlikeyi görüyordu. Dünya çapında olduğu gibi neoliberal saldırıları hayata geçirmek için önce bu tehlikeyi tamamen bertaraf etmeliydi.
Zindanlar o dönem devrimciler için adeta büyük bir okul haline gelmişti. İşte bütün bunları göz önünde bulunduran sermaye devleti, devrimci tutsaklara dönük kapsamlı bir kimliksizleştirme saldırısına girişti. Zindanlar tutuklanan devrimciler için sürekli bir işkence merkezine dönüştürüldü. Mamak zindanında tutsaklar kafeslere ve tabutluk diye tabir edilen olağanüstü küçük odacıklara girmeye zorlanırken, Diyarbakır zindanında tutsaklar foseptik çukuruna, köpek kulübesine konuluyordu. Tutsaklara zorla askeri marşlar, askeri yürüyüş ve içtima dayatılıyordu. İşkencenin ve saldırıların bir sınırı yoktu. Nitekim direnişin de sınırı olmadığı bir süre sonra görülmeye başlanacaktı.
İlk kıvılcım Diyarbakır zindanından geldi. Mazlum Doğan 1982 Newroz’unda 3 kibrit çöpünü sembolik olarak yakarak feda eyleminde bulundu. Ona 18 Mayıs’ta dörtler katıldı.
1984’e gelindiğinde ise askeri faşist cunta saldırının boyutunu daha da büyüttü. Yıllardır zindanlarda uyguladığı ve insan aklının almayacağı işkencelere rağmen tam anlamıyla kıramadığı devrimci iradeye dönük yeni bir saldırıya başladı; Tek Tip Elbise (TTE) dayatması. TTE son adımdı. Devrimcilere iki seçenek sunuluyordu: Ya onurlu bir direniş ya da teslimiyet...
TTE saldırısı gündeme gelir gelmez zindanlarda hareketlilik başladı. Askeri faşist cuntanın kimi zaman göğüslenemeyen saldırılarına bir son vermenin, direniş bayrağını yükseltmenin vakti gelmişti.
Devrimci kimliğe dönük saldırılara ve TTE dayatmasına son verilmesi için Metris hapishanesinde 11 Nisan'da başlatılan açlık grevi, 45. gününde ölüm orucu direnişine dönüştürüldü. Direniş 75 gün sürdü. Türkülerin dört yiğit devrimcisi “Apo, Fatih, Hasan, Haydar” bu direnişte ölümsüzleşti.
TTE saldırısının geri çekilişi 1987 yılında gerçekleşti. Ancak '84 ölüm orucu direnişinin verdiği ders büyüktü. 12 Eylül’e, işkence ve saldırılara rağmen devrimci iradeye sahip çıkılıyor, devrim davasının can bedeli savunulmaya devam edileceğinin dersi veriliyordu.
84 Ölüm Orucu Direnişi’nde ölümsüzleşenler:
Abdullah Meral: 1975’lerden itibaren mücadeleye katıldı. DEV-GENÇ içinde aktif görevler alarak, Kadıköy ve çevresinde anti-faşist mücadeleye önderlik etti. İşkencelerde örnek tavır aldı. Tutsaklık koşullarında direnişin en ön saflarında oldu.
Haydar Başbağ: Devrimci mücadeleye Elazığ’da başladı. Emekçiliği, fedakarlığı ve kararlılığıyla çeşitli görevler üstlendi. Yılgınlığın kol gezdiği 12 Eylül döneminde direnişi örgütledi. 1982’de tutsak düştü. İşkencede ve zindanlarda örnek bir direnişçiydi.
Fatih Öktülmüş. Defalarca karşılaştığı işkence tezgahlarında düşmanı hep mağlup eti ve işkencede direnişin sembol isimlerinden biri oldu.
Hasan Telci: Mudanya doğumludur. Sırt hamallığı yapan bir emekçiydi. Anti-faşist mücadelede kararlılığıyla öne çıktı. En zor anlarda bile umudunu asla kaybetmedi. 1980’de tutuklandı.
İ. Y. Gün