Devrimci tutsakları hedef alan hücre saldırısını gerçekleştiren sermaye devletinin hedefini tutsakları hücrelere kapatmakla sınırlarsak asıl amacı gözden kaçırmış oluruz. Olayı bundan ibaret görürsek 20 Ekim 2000’de başlatılan ölüm orucu direnişinin yenilgiyle sonuçlandığını söylemek durumunda kalırız. Kuşkusuz sermaye devletinin tutsakları hücrelere almak gibi bir hedefi vardı. Vahşette sınır tanımayan saldırılarla bu hedefine ulaştı. Ama bu, amacına ulaşmak için bir aşamaydı sadece. Çünkü asıl amacı devrimci tutsaklar şahsında devrimci mücadeleyi, devrimi teslim almaktı. Bu amacına ulaşmadığını ve ulaşamayacağını vurgulamak gerek. Çünkü hücre tipi hapishanelerde teslimiyet değil ölümüne direniş geleneği sürüyor. 20 Ekim’de tecride karşı başlatılan ölüm orucu direnişi bu geleneğin önemli bir parçasıdır.
Ulucanlar’da namlular önünde çekilen halayla direniş geleneği büyütüldü
‘96 süresiz açlık grevi/ölüm orucu direnişiyle Eskişehir tabutluğu yıkılmıştı. Tabutluğun yıkılması bir zaferdi. Ama tutsaklar sermaye devletinin hücre saldırısından vazgeçtiğini kesinlikle düşünmediler. Nitekim kısa süre sonra F Tipi hücre hapishanelerinin inşasına başlandı. ‘99 Eylül’ünde inşaatlar bitmemişti. Ulucanlar Hapishanesi’nde tutsakların direnişi koğuş işgali biçiminde devam ediyordu.
26 Eylül ‘99’da Ulucanlar Hapishanesi’ne saldırdılar. Saldırıda estirilen teröre bakıldığında ilkel/vahşi bir kin olduğu görülür. Katlettikleri tutsaklara büyük bir kinle saldırdılar. Bu vahşet de devrimci iradeyi teslim alma histerisinin bir yansımasıydı. Ulucanlar’da gerçekleşen katliamın mesajı açıktı: “Teslim olun ya da sizi de böyle katlederiz”. Komünist ve devrimci tutsakların da mesajı açıktı: “Yoldaşlar asla teslim olmayın, ölümüne direnin!”
Ulucanlar’da direndiler. Tutsaklar ölümüne halay çekerek teslim olmayacaklarını dosta düşmana gösterdiler.
20 Ekim’de TKİP, DHKP/C, TKP(ML) (MKP) ölüm orucu direnişine başladı
Ulucanlar hücre saldırısının miladıydı. F Tipi hücre hapishanelerinin inşaatı tamamlanmış olsaydı, tutsakları oraya götüreceklerdi. Zindan inşaatları sürerken Ulucanlar Katliamı davasından start alan hücre karşıtı direniş güçlenmeye başladı. Hücre karşıtı muhalefeti daha da güçlendirmek ve kazanım elde etmek için hapishanelerde bir eylemlilik gerekiyordu. Bu tespitten hareketle 20 Ekim 2000’de başlatılan süresiz açlık grevi, 30. Gününde TKİP, DHKP/C, TKP(ML) (MKP) ölüm orucuna çevrildi. Cezaevi Merkezi Konseyi’nin (CMK) diğer bileşenleri farklı düşündüğünden ölüm orucu direnişine katılmadılar.
Tutsaklar ölümü göze alarak direnişe başladı. Ölüm orucu direnişi sermaye devletinin de kara propagandasıyla sanki ölmek için yapılan bir intihar eylemi gibi karalanmak istendi. Gerçekte ise hiçbir ölüm orucu direnişçisi ölmek için direnişe başlamaz. Tersine, amaç faşist zorbalığa karşı onurlu yaşam hakkını savunmaktır. Ancak hapishanelerde en ufak bir direniş bile ölüm göze alınarak başlatılır. Ulucanlar’da son derece insani bir hak için yapılan koğuş işgaline karşı devletin gerçekleştirdiği vahşi saldırı bunun bir göstergesidir.
Sermaye devletinin hedefi teslim alabilmek için tutsakları hücrelere koymakken, direnenlerin hedefi ise teslim olmamak için hücrelere girmemek, hücreleri parçalamaktı. Hücrelere girmemek tutsakların hedefiydi ama ölüm orucu direnişinin amacı teslim olmamaktı.
Sermaye devleti tutsakları hücrelere kapattı ama amacına ulaşamadı. Çünkü tutsakları teslim alamadı. Bugün de amacına ulaşmış değil. Tutsaklar, “teslim olmak mı asla!” diyerek direniş geleneğini yaşatıyorlar.
Hücrelerde direniş geleneği sürüyor
Hapishanelerde direnişin adı, bugün de saldırılara rağmen teslim olmamaktır. Bugün sermaye devletinin dümenindeki AKP-MHP iktidarı hapishanelere azgınca saldırmaya devam ediyor. Saldırıların devam etmesi bile tutsakları teslim alamadıklarının göstergesidir. Başta sağlık hakkına erişimi engelleyerek saldırıyor sermaye devleti. Hücrelere kapatılan tutsaklar koğuş gibi önemli bir imkanı kaybettiğinden, eskisi gibi aktif direniş görmek fiziken mümkün değil. Ama yaptırımlara uymamak da bir direniş biçimidir. Hasta tutsağın kelepçeli muayeneyi kabul etmemesi, pasif bir direniş gibi görünebilir. Ama hastalığına göre ölümüne bir direniş anlamına da gelebilir. Ki ölümle sonuçlanan bu tür direniş örneklerinin sayısı az değildir.
Tutsaklar ölümüne/ölümü göze alarak direniyor. Bu direnişin ölümle sonuçlanmaması, hapishanelerdeki katliam hazırlığına karşı dışarıda yükseltilecek sesin gücüne bağlıdır. Bugünün gerçekliğinde bu ses yazık ki cılız çıkıyor. Bu yüzden tutsaklar ölümsüzleşmeye devam ediyor.
Katliamlara karşı mücadeleyi dışarıda da güçlendirmek zorundayız.
H. Ortakçı