Asgari ücret masasından ortalığa dökülenler...

Bu kez mikrofon kapalıydı ancak gerçekler kabına sığmadı!

Bir aylık bir sürecin ardından sermaye, devlet ve sendika ağaları konunun üzerini kapatmaya çalışıyorlar, propagandayla açlığı ve yoksulluğu unutturabileceklerini sanıyorlar. Fabrikalardan yansıyanlar, gelen tepkiler şer üçlüsü açısından işlerin o kadar kolay olmayacağını gösteriyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 28 Aralık 2022
  • 19:00

Büyük gürültüler kopartılan asgari ücret görüşmelerinin ardından, 2023 yılı için geçerli olacak asgari ücret miktarı Saray tarafından açıklandı. Derinleşen yoksulluk ve sefalet koşulları, asgari ücret gündemini neredeyse toplumun tamamının gündemi haline getirdi. AKP-MHP iktidarının yarattığı ekonomik enkaz tablosunu fırsata çevirmek isteyen sermaye için devlet teşviklerinin artırılması, üretim maliyetlerinin düşürülmesi esas gündem olarak yerini aldı. Saray iktidarı içinse bir yandan sermayenin ihtiyaçlarına yanıt üretme çabası diğer yanda ise yaklaşan seçimler için dizginsiz bir yalan propagandası fırsatı olarak görüldü. Buraya kadar her şey normal ve alışılmış bir seyir izledi.

Normalin dışında yaşananlar ise, güya masada işçileri temsilen oturan taraf olarak sendika ağalarının telaşı ve huzursuzluğu oldu. Normal senaryoya göre, bu ağa takımının da süreci sancısız ve kuralına uygun bir-iki söz ile noktalamaları gerekirdi. Ancak görünen o ki artık evdeki hesap çarşıya uymuyor. AKP'nin yalan propagandası, sermayenin “şirin ve babacan” yaklaşımları, sendika ağalarının boş efelenmeleri, açlık sınırı altında bir yaşama “rıza” gösterilmesine yetmiyor.

Evet, mızrak çuvala sığmıyor, yapılan açıklamalar noktası konulmadan boşa düşüyor. Kriz koşullarını fırsata çeviren, enflasyon karşısında yaşanan tablonun ücretlerde yarattığı dengesizliği, ucuz işçiliğin gerekçesi yapanlar için söz bitmiş bulunuyor. Bu ülkedeki işçilerin yarısından fazlasının mahkum edildiği asgari ücret gerçeği artık çok daha fazlasının katlanması gereken koşulları ifade ediyor. Dün kendilerine, “sendikalı”, “örgütlü” işçilerin asgari ücretin biraz üzerinde aldığı ücretleri paravan yapanlar için “rahat” dönemler artık geride kalmış bulunuyor.

Belirlenen asgari ücret kadar, asgari ücret belirleme sürecinin hala tartışılıyor olması da bu gerçekliğe işaret ediyor. Sermaye, devlet ve sendikal bürokrasinin el ele yarattıkları koşullar artık herkes için alarm veriyor. Düzenin devamlılığını isteyen taraflar için bir telaş ve telaşın yarattığı “patavatsızlıklar” sıklaşırken, işçiler için ise çalışma ve yaşam koşulları artık kaldırılabilir düzeyin çok ötesindedir. Önümüzdeki günlerde işlerin daha da karışık bir hal alması güçlü bir ihtimal. Masadaki şer üçlüsünün, giderek daha fazla “gemisini kurtaran kaptan” sözüne sarılması işten bile değil. Şu haliyle gerici ve kirli bir suç ortaklığının verdiği evhamla birbirlerinin açıklarını kapatma çabaları yanıltıcı olmamalı. İşçi sınıfı hareketinde yaşanabilecek en ufak bir kıpırdanma, etekleleri tutuşturmaya yeter. Birbirini suçlamak, kapalı kapılar ardından yaşanan rezillikleri ifşa etmek gündelik iş haline gelebilir.

*** 

  Asgari ücret, sendikalı işçileri de kesen sefalet ücreti artık. Sömürü çarklarının dönmesini isteyen sermaye, seçim kazanmaya kilitlenmiş iktidar, koltuklarını korumaya çalışan sendika ağaları... “Kırk tilkinin kuyruğu birbirine değmiyor” fakat suçlu kim? Dün cılız ve etkisiz soruluyordu bu soru fakat bugün yüksek sesle dile getiriliyor. Tablonun bir sorumlusu olmalı ve gemiden kimin atılacağı tartışma konusu. Zira suçluların ilk deneyecekleri şey, yakalanacaklarını anladıklarında aralarından birisini yem olarak ortaya atmaktır.

Asgari Ücret Tespit Komisyonu bir görüntüden ibaret. Hesap-kitap Saray tarafından yapılıyor, sermayenin ihtiyaçları çerçevesinde belirlenen rakam açıklanıyor. Masada yapılan bir prosedürün yerine getirilmesinden ibaret. Son birkaç yıldır açıklamayı Erdoğan'ın yapması ise artık prosedürün işletilmesine dahi ihtiyaç olmadığını gösteriyor.

Bu yıl Türk-İş ağalarının cansiperane uzun uzun açıklamalarla konuya izahat getirmeleri artık rezilliğin ayyuka çıkmış olmasından ileri geliyordu. Aynı zamanda, sermayeye kul-köle olmalarının da etkisiyle kendi üyelerinin dahi açlık sınırında koşullara gerilemesi ağa takımını tedirgin ediyordu. “9 bin istiyoruz, vermezlerse imzalamayız” efelenmesi bunun üzerine yaşandı. Erdoğan'ın “sırtında küfe olmayanların söylemleri”ni ciddiye almaması ve 8500 TL’lik sefalet açıklamasıyla sürece nokta konuldu. Tam paçayı sıyırdıklarını düşünürken, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin sendikalara dair yaptığı açıklama geldi. Günlerdir ağaların -pek başarılı oldukları söylenemez- yaratmaya çalıştıkları algıyı tek cümlede yıktı geçti. Bakan Bilgin “Türkiye'de ilk kez burada söylüyorum. Sendikalar asgari ücrette 8 binin çok üzerine çıkmayın dediler” deyiverdi. Ertesi gün başka bir TV kanalında durumu toparlama çabası, yaşadığı tedirginlik ve heyecan ile kamera arkasından sufle alma bakışları psikologların değerlendirme konusu olabilir. Güya Türk-İş ağalarını aklamak için sarf etttiği cümlelerde saçmalaması da pek önemli sayılmaz. “Küçük, bir-iki yerde örgütlenmiş, zar-zor bir toplu sözleşme imzalamış sendikalar” değinmesi, amatör bir yalan olabilir sadece. Bu ülkede sendikal yetki barajı gibi bir garabet var ve toplu sözleşme imzalama yetkisi olan sendikaların tamamına yakını sendikal ağalık düzeninin bir parçası. Bakanın bunu bilmemesi cahillik, bildiği halde söylemesi yüzsüzlük olabilir sadece.

Esas önemli olarak altı çizilmesi gereken, ne oldu da sendika ağalarına bir havuç bir sopa gösterildi? Erdoğan'ın “sırtında küfe olmayanlar” tanımlaması ile birlikte düşündüğümüzde bakanın açıklamasını bir patavatsızlık olarak düşünemeyiz. Sadece dozu kaçmış bir “çırpma” olabilir. Ancak tüm yaşananlar bir şeyi ifade ediyor, hepsinin el birliğiyle işçi sınıfına bu koşulları dayattıkları gerçeği. İşler karıştığında birbirlerini ifşa edebilir, çıkarlar gereği hedefe koyabilirler ama milyonların açlık ve yoksulluğu karşısında her birinin bu düzen için üstlendiği misyon gereği “temkinli” olmayı elden bırakamazlar. Zira aynı bataklıktan besleniyorlar. İşçi sınıfının önüne örmek istedikleri duvarda açılabilecek tek gedik, duvarın toptan yıkılmasını dahi getirebilir. İçinde bulunulan koşullar bu kadar ağır ve tepkinin bu kadar yoğun olduğu bir dönemde kapitalist düzenin bekası onlar için her şeyin üstündedir.

Bir aylık bir sürecin ardından sermaye, devlet ve sendika ağaları konunun üzerini kapatmaya çalışıyorlar, propagandayla açlığı ve yoksulluğu unutturabileceklerini sanıyorlar. Fabrikalardan yansıyanlar, gelen tepkiler şer üçlüsü açısından işlerin o kadar kolay olmayacağını gösteriyor. Sendikalı işçilerin asgari ücretin altına düşmesiyle çöp olmuş sözleşmeler, Ocak zamları, enflasyon, işten atmalar vb... iplerin çok daha gerileceğinin göstergeleri.

O halde tüm dikkat ve enerji buna hasredilmeli.