Geçtiğimiz günlerde asgari ücret 8 bin 506 TL olarak belirlendi. Bu rakam sermaye iktidarının işçi sınıfına reva gördüğü ücretin gelinen aşamada ne kadar sefil boyutlara ulaştığını bize açıklamaktadır. Gerçek enflasyonla uzaktan yakından alakası olmayan sahte TÜİK enflasyon verileri ile açlığa kılıf uyduruldu ve sefalet ücretine meşru gerekçeler bulunmaya çalışıldı. Yaklaşan seçimleri kendisi için kritik bir eşik olarak gören Saray rejimi, ekonomik darboğaz içine sürüklediği işçi ve emekçileri manipüle etmek, oyalamak ve aldatmak için çeşitli oyunlar sergilemektedir. Bunlardan biri de asgari ücret konusu oldu ve aylar öncesinde başlayarak, çeşitli vaatler öne sürüldü. Sonuçta dağ fare doğurdu ve şubat ayına gelinmeden açlık sınırının altında kalabilecek bir ücret, yine işçilere dayatıldı.
Masadan mutlu kalkmadılar!
Her yıl mizansen olarak sergilenen Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun bileşenleri bu yıl hiç olmadıkları kadar huzursuz oldukları göze çaptı. Çünkü yıllardır el ele vererek işçilere dayattıkları sefalet ücreti, artık dibi görmesi nedeniyle işçilerde biriken öfkenin patlamaya neden olacağı korkusu hepsini sarmış gözüküyor. Saray rejiminin dalkavuğu Türk-İş şefi Ergün Atalay, asgari ücretle ilgili ilk açıklamasında açlık sınırının “kırmızı çizgileri” olduğunu söylemesi, işçilerde öfke ve tepkiye konu olunca sözlerinde değişikliğe gitti ve bunu yaparken de daha çok saçmaladı. Sonuçta Türk-İş ağaları, sahte efelenmeler sergileyerek sorumluluklarından kaçma yoluna gittiler ve masayı terk ettikleri görüntüsü verdiler. İşçi sınıfının iliğini kurutan kapitalistler ise işsizlik sopasını ellerinden düşürmeyerek, işçi maliyetlerinden dem vurdular. Fakat onlar da özellikle şubat ayında fabrikalarda patlak veren ücret eylemlerinin bu yıl da tekrarlanmasından duydukları kaygıdan dolayı gözlerindeki endişe dışa vurdu. “Elimizi taşın altına koyacağız, yeter ki iş yerlerimizde huzursuzluğa mehil verecek sonuçlar ortaya çıkmasın” ifadesini kullanan sermaye temsilcileri, işçilerin tepkilerinden duydukları korkular açıklamalarına da yansımış oldu. Saray rejimi ise “gerekirse seçim öncesi bir iyileştirme yaparız” diyerek hamasi nutuklarını terk etmedi ve işçileri kandırmaya devam etti. Saray’ın Çalışma Bakanı ise sendikacıların 8 bin TL’nin üstünde ücret istemediklerini söyleyerek onları ifşa etme yoluna gitti ve böylelikle suçu sendikacı bürokratlara yıkarak, durumdan sıyrılmaya çalıştı. Ayrıca kapitalistlere verilen asgari ücret teşvikini 250 TL’ye çıkartıldı. Saray rejimi böylelikle, sermayeye verdiği teşviklerle ve düşük ücret politikasını kalıcı hale getirerek kapitalistleri memnun etmeye devam etti.
AKP-MHP rejiminin “yeni normali” açlık oldu!
AKP şefi Erdoğan işçi sınıfını “garip guruba” diyerek aşağılaması ve Maliye Bakanı Nebati’nin ise işçi ve emekçileri yardıma muhtaç “fakirler” diyerek alaya alması işçi sınıfı adına utanç vericidir. İşçi sınıfını bir dilim ekmeğe muhtaç haline getiren bu aşağılık zihniyet, 20 yıldır işçi sınıfına yapmadığını bırakmadı. İşçileri hem ağır ve katlanılmaz çalışma koşulları dayattı hem de işçi ücretlerinin tabanda eşitlenmesini sağladı. Açlık sınırı, Saray rejiminin “yeni normali” oldu ve sınıfın genelinde sadece yüzde 14’lük bir oranı oluşturan sendikalı işçilerin aldıkları bazı sosyal haklar dışında, ücretleri hemen hemen asgari ücrete denk gelmeye başladı. Bunların dışında kalan milyonlarca işçi ise asgari ücretin altındaki bir ücretle güvencesiz ve kayıtdışı çalışmaya terk edildi. Kısacası kapitalistler ucuz işgücü cennetinde kârına kâr katarken, işçiler kör karanlıkta cehennemi yaşar hale geldiler.
İşçi sınıfının, sermaye iktidarının bu pervasız tutumundan kaynaklı yıllar içinde bilinci iyice dumura uğradı. Sosyal ve ekonomik sorunlar yumağının içinde hapis kalan sınıf kitlesi, lokal düzeylerde de olsa bu saldırılara hep karşı koymaya çalıştı. Fakat açığa çıkan mücadele deneyimleri, sınıfı birleştiren bir güce dönüşmedi ve deyim yerindeyse sermaye iktidarı işçi sınıfını ezdi geçti. İşçiler eğitimden sağlığa ve temel tüketim maddelerine yıllar içerisinde erişemez oldular. Gerici-faşist rejim işçilere onur kırıcı yaşamı dayatarak, kapitalistlerin sadık kulu olmayı başardı.
Mızrak çuvala sığmıyor!
Açlığı ve sefaleti olağanlaştıran gerici-faşist rejim, baskı, zorbalık ve yasaklarla sermaye sınıfına yıllardır “huzurlu” ortam yarattı ama artık işçi sınıfının bağrında biriken öfkenin akacak kanal aradığı gerçeği “huzurlarını” kaçırmaktadır. Son yıllarda ocak zamlarını alan örgütsüz işyerleri ile toplu iş sözleşmesinin yapıldığı sendikalı işyerlerindeki yapılan zam oranları, asgari ücretin gerisinde kalması nedeniyle fabrikalarda hareketliliğin arttığına tanık olduk. Ücretlerdeki erime daha da artacağı göz önüne alındığında ve işçilerin beklentisinin karşılanmadığı koşullarda önümüzdeki 2023’ün daha çetin geçeceğine dair ibarelerin güçlü olduğu ortaya çıkmaktadır.
Türkiye işçi sınıfının ayak sesleri artık daha net duyulmaya başladı. Grev yasağını parçalayan Bekart işçileri, aydınlık dolu günlerin habercisi olurken, metal işçileri ek zam talebini şimdiden yükseltmeye başlaması ve petro-kimya fabrikalarında grevler dalgasının yükselmesi gibi hareketlilikler, işçi sınıfına umut taşımaktadır. Bu tabloda işçi sınıfının öncülerine büyük sorumluluk düşmektedir. Yaşanacak muhtemel küçük-büyük hareketlilikleri sınıfın geneline mal etmek ve kalıcı kazanımların elde edilmesi için sınıfın taban iradesini ve inisiyatifini açığa çıkartmak günün güncel sorumluluğudur.