15-16 Haziran 50. Yılında!.. Büyük işçi başkaldırısı yol gösteriyor- 2

15-16 Haziran’da, devrimci bir önderlikten ve hareketin yükünü kaldırabilecek bir sendikal merkezden mahrum olduğu halde, işçi sınıfı böylesine görkemli bir eylemi gerçekleştirebilmiştir. İşçi sınıfının devrimci bir önderlik ve onun ürünü bir devrimci sendikal hareketle birlikte, çok daha fazlasını yapabileceğini ortaya koymuştur.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 16 Haziran 2020
  • 10:42

Eylemin niteliği üzerine tartışmalar

 

15-16 Haziran Direnişi, işçi sınıfının o güne kadar yüz yüze kaldığı baskı ve sömürüye karşı anlık olarak gerçekleşen bir öfke patlaması değildi. Arkasında grevlerle, direnişlerle, fabrika işgalleriyle kazanılan bir mücadele birikim ve kapasitesi, buna dayalı bir örgütlülük bilinci vardı.15-16 Haziran’ı yaratan işçi hareketi örgütlü bir hareketti. Bizzat kendi mücadeleleri üzerinden şekillenen DİSK gibi bir sendikal çatıya ve sert mücadelelerle edinilmiş fabrika merkezli bir hareket yeteneğine sahipti.

DİSK ve işçi hareketi 15-16 Haziran’a, 1967-70 arasındaki kazanımların ürünü bir özgüvenle ulaştı. Söz konusu saldırı yasalarının kazanılmış haklarını hedeflediği konusundaki açıklık ve bunu geri püskürtebileceğine duyulan inanç, iki günlük muazzam direnişi yaratan en önemli faktörlerin başında geliyordu. Bu yüzden 15-16 Haziran’ı, örgütlü bir zeminden ve buna dayalı belli bir ön hazırlık sürecinden yoksun olan Haziran Direnişi, Metal Fırtına gibi kendiliğinden patlamalarla karıştırmamak gerekir. Lenin’in “bilinç vardır, bilinç vardır” sözüne atıfla, burada da “kendiliğindenlik vardır, kendiliğindenlik vardır” dememiz gerekir.

15-16 Haziran’ın kendiliğindenliği

Bir hareketin ön birikime dayanması (ki her gelişme bir ön birikime dayanır), belli bir bilinç unsurunu barındırması (her harekette belli bir bilinç unsuru genel olarak bulunur, önemli olan bilincin niteliğidir), hatta belli bir örgütlülük düzeyine sahip olması, kendi başına o hareketi kendiliğindenliğin sınırları dışına çıkarmaz. Kendiliğindenlik, bilincin düzeyi ve niteliği ile ilgilidir. Eylemin kapsamı ile mevcut bilinci arasındaki açı farkını anlatır.

15-16 Haziran Direnişi üzerinden bakıldığında, örgütlenme özgürlüğünün anayasal bir hak olduğunu, patronların ve hükümetin el birliğiyle anayasayı çiğneyerek bu hakkı gasp etmeye çalıştığını düşünen işçilerin, bu hakkı korumak için düzene ve kurumlarına karşı pratik olarak mücadeleye girişmesi, onun söz konusu kurumların gerçek işlevi ve nitelikleri konusunda da bilinçli oldukları ya da bilinçlendikleri manasına gelmez. Harekete yön veren devrimci bir önderlikten yoksunluk koşullarında, işçiler somut talepler uğruna yürüttükleri mücadelelerle düzen sınırlarını pratikte aşsalar bile, ideolojik-politik olarak düzen sınırları içinde kalırlar.

Öncelikle kavramsal bir ortaklık gerektiren leninist ölçülerle, 15-16 Haziran’ın kendiliğinden niteliği, üzerine tartışma yapmayı gerektirecek bir durum değildir. Ancak 15-16 Haziran’la ilgili olarak süregiden kendiliğindenlik tartışması aslında, eylemi kimin örgütlediği, nasıl örgütlendiği tartışmasıdır. DİSK ve sol hareketin eylem içindeki yeri ve eyleme olan etkisi bu tartışmaların ana gündemidir.

Son dönemde bir dizi yazar neredeyse eylemin baştan sona DİSK tarafından örgütlendiğini, eylemin önden belirlenen çerçevesinin eylem içinde aşılmasının doğal olduğunu, buradan yola çıkarak eylemin “kendiliğinden” olarak nitelenemeyeceğini ileri sürüyor. Ayrıca DİSK’in sadece bir sendikal örgütlenme anlayışı olmadığı, aynı zamanda işçiye siyasal bilinç de taşıdığı, bu tartışmalarda gündeme gelen bir başka başlık. 

DİSK’in taşıdığı bilinç

DİSK’in işçi sınıfına “belli bir siyasal bilincin” taşınmasındaki rolü yadsınamaz. Ama burada önemli olan, bu bilincin niteliği ve sınırlarıdır. Öncelikle kavramsal bir ortaklık sağlanması gerektiği için, tartışmanın bundan ötesi bu yazının sınırlarını aşar. Ancak, yukarıda da belirttiğimiz gibi, hareketin belli bir siyasal bilincinin olması kendi başına onu kendiliğindenliğin sınırları dışına çıkarmaz. Nihayetinde, DİSK bürokrasisinin nasıl bir siyasal bilince sahip olduğu ve işçi sınıfına nasıl bir bilinç taşıdığı, savunma eyleminden düzene karşı başkaldırıya dönen bir sınıf eylemini gerisin geri düzen sınırlarına çekmek için gösterdiği çabadan çıkarmak mümkündür.

Sendikaların işçilere aynı zamanda şu veya bu biçimde ideoloji ve siyaset taşıması, hiç de DİSK'e özgü bir durum değildir. Örneğin Türk-İş, yıllar boyunca anti-komünizm ve milliyetçilik türünden gerici düzen ideolojilerinin işçi sınıfına taşınmasında çok özel bir rol oynamıştır. “Partiler üstü sendikacılık” adı altında yaptığı, tam da işçi sınıfının burjuva düzen partilerine yedeklenmek olmuştur.

DİSK’in işçilere taşıdığı anayasalcı, kalkınmacı, eşitlikçi bilinç de gerçekte düzenin sınırlarını aşmamaktadır. En militan eylem biçimlerinden biri olan fabrika işgallerinin bile anayasal haklılığa dayandırılmaya çalışıldığı düşünüldüğünde, DİSK’in gerçek bilinci ile 15-16 Haziran günlerinden gerçekleşen eylemin niteliği arasında belirgin bir uçurum vardır.

Eylemi başlatanlar ve eylemi bitirenler!

DİSK’in merkezi olarak yasaya karşı planlı bir hazırlık içinde olduğu, gerçekleşen eylemin de DİSK’in iradesiyle ortaya çıktığı, bu nedenle eylemin “kendiliğinden” kabul edilemeyeceğine dair görüşlere gelince... Öncelikle vurgulamalıyız ki bu yaklaşım, gerçeği tanımlamaktan ve yaşananların siyasal anlamını görmekten tümüyle uzaktır.

İlkin, yasaya karşı Mart ayından beri yapıldığı söylenen DİSK yönetiminin hazırlığının önemli bir boyutunu, Ankara merkezli diplomasi trafiği oluşturmaktadır. Ön süreçte bu konuda yapılan toplantılar ve bilgilendirme çalışmaları dışında, eylemli bir hazırlığa, bu tür savları savunan yazarların araştırmalarında bile rastlanmamaktadır. DİSK yönetimi kendi varlığını ve bu varlığın dayanağı olan işçi sınıfının kazanımlarını tehdit eden yasaya elbette karşı koyma niyetindedir. Ama bu niyetin “bütünlüklü olmadığı”ndan, “hangi araçlarla mücadele edileceği konusunda hemfikir” olunmadığından, hatta yönetim ve sendika başkanlarını “kitlesel eylemler yapmak konusunda ikna edememek”ten yakınan Kemal Türkler’in bile (bkz. Birleşik Metal’in 15-16 Haziran Dosyası), eklenecek bir referandum maddesiyle, yasanın getirdiği sınırlamaların aşılabileceğini düşündüğünü çeşitli kaynaklar aktarmaktadırlar. Son dönemin 15-16 Haziran’la ilgili en kapsamlı çalışmalarından birinde bu tutum şöyle aktarılmaktadır:

“DİSK’in Ankara ziyaretinde esas muradı yasaya yetkili sendika belirlenmesinde referandum ilkesinin konulmasıydı. Kemal Türkler bu gerçekleşebilirse, DİSK’in yasanın öngördüğü barajları aşabileceğini düşünüyordu.” (Kemal Sülker’den aktaran Zafer Aydın, İşçilerin Haziran’ı 15-16 Haziran 1970, s. 830)

“Kendiliğinden”lik tanımlamasına açıklıkla karşı çıkan Zafer Aydın, toplamda sürecin tanığı olan 119 kişiyle görüşerek hazırladığı büyük emek ürünü kitabında, Hilmi Güner’in bu bilgiyi doğruladığını söylemektedir:

 “DİSK Ankara’dan eli boş dönmeseydi, hükümetle görüşebilseydi, yasaya referandum maddesinin eklenmesini sağlasa ya da buna dair söz alınsa eylem kararından vazgeçilebilirdi. Ancak Ankara’dan eli boş dönünce eylem kararı almak kaçınılmaz hale gelmişti”. (Hilmi Güner’in anlatımından, s. 830-831)

Eylem iradesinin güçlü bir şekilde kendini ortaya koyduğu 14 Haziran tarihli ünlü Merter toplantısında, 15-16 Haziran’da gerçekleşen türden bir kalkışmanın karara bağladığını söylemek de mümkün değildir. Merter toplantısında konuşan temsilcilerden ve öncü işçilerden yansıyan, yasaya karşı kararlı bir mücadele için tabanın hazır olduğudur. Öneriler çok çeşitlidir ve tabandaki işçinin her türlü mücadeleye açık olduğunu göstermektedir. Buna rağmen toplantı bir sonuç metni yayınlamamıştır. Öneriler Kemal Türkler tarafından yapılan bir konuşma ile toparlanmıştır. Ancak bu konuşmada somutlanmış kararlar yerine eylemlerin nasıl biçimleneceğine dair muğlak ifadelerle inisiyatif işyeri temsilcilerine bırakılmaktadır:

“Sevgili kardeşlerim, Sabahtan beri 29 kardeşim konuştu, bu 29 kardeşimin konuşmasında yapılmış olan teklifler şunlardır: Bizler özgür işçiler olarak özgürlüğümüzü asla vermeyeceğiz ve çıkarılmakta olan yasa meclisten geri alınıncaya kadar şartelleri yarın sabahtan itibaren çekmeliyiz, direnmeye girmeliyiz teklif edildi. Bunun ismi genel grev midir? Direnme midir? Fiili grev midir? İşgal midir? Tasarılar geri alınıncaya kadar çalışmamak, onu ilgili olanlar düşünsünler, onlar için karar versinler. Arkadaşlarımın dedikleri şu: Bu tasarılar Meclis’ten geri alınıncaya kadar çalışmayacağız. Biz, referandum, yani sendika seçme konusunda işçilerin oyuna başvurma sisteminin getirilmesini istiyoruz ve Türk-İş cuntası kurulmasını istemiyoruz. Kardeşler bu direnme hareketine başlandığı takdirde, çünkü yazılı tekliflerde var, olanların hepsini toparlayarak söylüyorum. Fabrikalarda oturarak vakit geçirmekte, gerek fabrikalarda gerekli kadar nöbetçi bıraktıktan sonra kendi muhitlerindeki yollarda, sokaklarda, halk arasında pankartlar ve dövizlerle yürüyüş yapmak. Buna kim karar verecek? Gene işçilerin kendileri karar verecekler. Bir yandan bir fabrika işçileri yürüyüşe başladıkları zaman önünden geçtikleri fabrikalardaki işçiler onlara katılacak.

“Kardeşler, Gene bu yürüyüş teklifleri içerisinde oluyor. Yürüyüşler ve mitingler düzenlemek. Bunu DİSK olarak organize edeceğiz, tahminen çarşamba günü sabahtan itibaren İstanbul’un muhtelif bölgelerinde yürüyüşler yapmak şartı ile Taksim Meydanı’nda veyahut bir başka meydanda saat 17.00’ den sonra miting yapacağız.” (Kemal Türkler’in Merter toplantısı konuşması, 15-16 Haziran Birleşik Metal Dosyası)

Türkler konuşmasını, otobüslere bilet alınmadan binilmesi, olası bir saldırıya karşı güvenlik önlemlerinin alınması, ailelerin de eyleme dahil olması vb. gibi, DİSK’in temsilcisi olduğu militan sendikacılık anlayışını yansıtan bazı konular üzerinden sürdürmektedir.

Toplantıda konuşma yapan işçiler tarafından ortaya konulan direnme kararlılığına rağmen eylemlerin çok net biçimlendirilmemesi ve işyerlerinin inisiyatifine bırakılmasını, olayın hukuki sorumluluğuna karşı bir önlem olarak değerlendirenler vardır. Ancak bu ikna edici bir gerekçe değildir. İşyeri merkezli bir işleyiş ve işçiler ile birlikte karar alma süreçleri o yılların DİSK’inin ayırdedici bir özelliğidir. Ama, eğer Kemal Türkler ve konu eylem olduğunda ondan çok daha sağda durduğu bilinen diğer sendika yöneticileri, işçiye bırakılan bu inisiyatifin buraya varabileceğini önden görebilselerdi, böyle davranmayacakları da yeterince açıktır. İşçiler Merter toplantısında kendilerine yüklenen sorumluluğun altından fazlasıyla ve yüz akıyla kalkmışlardır. İş durdurma ve fabrikalardan yürüyüş biçiminde başlayan eylem, tankların ve barikatların aşıldığı, bilinçli, hedefli, örgütlü ve organize olmayan ama işyeri temsilcilerinin tabandan inisiyatifi ile ilerleyen bir öfke patlamasına dönüşmüştür.

Kimilerine göre, bu eylemi planlayan DİSK yöneticileri ise, işçinin arkasında durmayı başarmak şöyle dursun, eylemlerin sorumluluğunu “dışardan aralarına karışmış, kılık değiştirmiş kötü maksatlı kişilerin” üzerine atarak, işin içinden sıyrılmaya çalışmışlardır.

15-16 Haziran, işçi sınıfının sermayenin sendikal örgütlenme hakkını ve özgürlüğünü hedefleyen saldırısına karşı verdiği sert bir yanıttır. İş durdurma ve yürüyüşler ile başlayan eylemlilik, mevcut pratik ve bilinçsel sınırları aşmış, büyük bir kalkışmaya dönüşmüştür. Böyle bir eylemin değil yönetim kademesi tarafından planlanması, hayal edilmesi dahi mümkün değildir. Tabandan gelişen işçi hareketinin yol açtığı rüzgarla yıllarca içerisinde bulundukları Türk-İş’ten nihayet kopanlar, konu düzen ve kurumları olduğunda ise, durdukları zemine uygun davranmışlardır.

Eğer DİSK yönetiminin eylem içinde gene de etkisi aranacaksa, bunu eylemin başlangıcındaki değil bitişindeki rolünde aramak daha doğrudur. Elbette eylem sadece o meşhur radyo konuşmasının ürünü olarak sonlanmamıştır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, esas faktör eylemin devrimci bir önderlikten yoksun olmasıdır.

15-16 Haziran’ın kendiliğinden bir hareket olması, işçi sınıfının zayıflığının değil gücünün bir göstergesidir. 15-16 Haziran’da, devrimci bir önderlikten ve hareketin yükünü kaldırabilecek bir sendikal merkezden mahrum olduğu halde, işçi sınıfı böylesine görkemli bir eylemi gerçekleştirebilmiştir. İşçi sınıfının devrimci bir önderlik ve onun ürünü bir devrimci sendikal hareketle birlikte, çok daha fazlasını yapabileceğini ortaya koymuştur.