15-16 Haziran Direnişi’nden bugünlere…

Sermaye sınıfı salgın günlerini fırsat bilerek güvencesiz ve esnek çalışmayı bir bir hayata geçiriyor. İşçilerin ücretleri yasal olarak düşürülüyor. Ücretsiz izinler yasallaştırılıyor. Dahası, işçiler can derdine düşmüşken kıdem tazminatımıza el konulmak isteniyor. Tüm bunlar bize gösteriyor ki, mücadele tarihimizden öğrenmek zorundayız. İnsanca çalışma ve yaşama koşulları için, haklarımız, özgürlüklerimiz ve geleceğimiz için yeni 15-16 Haziranlar’a ihtiyacımız var.

  • Haber
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 16 Haziran 2020
  • 23:29

Türkiye işçi sınıfının bugüne dek gerçekleştirdiği en kitlesel, en kararlı direniş olan 15-16 Haziran Direnişi’nin üzerinden 50 yıl geçti. Bugünden geriye bakıldığında, sınıflar mücadelesini yaratan koşulların esası yönünden değişmediğini, ancak sömürüye karşı verilen mücadelede işçi sınıfının savunmasız ve örgütsüz kaldığını, böylece gücünü yitirdiğini görüyoruz. Peki, 50 yıl önce böylesine büyük ve hala da aşılamayan bu direnişi yaratan tarihsel ve toplumsal koşullar ne idi?

O yıllarda kapitalist-emperyalist sistem bugünkü gibi alternatifsiz değildi. Sovyetler Birliği’nin varlığının yanı sıra dünyanın birçok bölgesi emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelelerine sahne oluyordu. Halkların örgütlü birleşik gücü Vietnam’dan Latin Amerika’ya, Ortadoğu’dan Afrika’ya dünyaya umut saçıyor, anti emperyalist gençlik hareketi tüm dünyayı sarıyordu. İşçi sınıfı da giriştiği mücadelelerle sermayeye karşı hak kazanımları elde ediyordu.

Türkiye de dünyada esmekte olan bu rüzgarın etkisine girmişti. Emekçi kitleler ve gençlik hareketi yoksula toprak, üretene hak, emperyalizme karşı bağımsız bir ülke mücadelesinde birleşiyordu. Kapitalist-emperyalist sistemin efendileri dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gericiliği tırmandırıyor, işçi ve emekçiler insanca yaşanacak bir gelecek için birleşmesinler diye birbirlerine düşman etmeye çalışıyorlardı. Dönemin en önemli anti emperyalist eylemi olan 6. Filo‘ya karşı eylemde olduğu gibi dini ve şoven duyguları kullanılarak insanlar kışkırtılıyor, emperyalizme karşı mücadele edenlere saldırtılıyordu. Kısacası, tıpkı bugün olduğu gibi o günlerde de işçi ve emekçiler sahte kamplara bölünüyor, böylece sermaye için dikensiz bir gül bahçesi yaratılmak isteniyordu. 

Kapitalist düzenin efendilerinin sömürüyü devam ettirebilmek için her şeyleri vardı. Politikacıları, hükümetleri, “sanatçıları”, hatta sendikacıları… Giderek gelişen işçi hareketini kontrol altında tutma görevini Türk-İş üstlenmişti. Ancak Türk-İş hem güç kaybediyor hem de hakları için hareke geçmiş işçi sınıfını dizginleyemiyordu. Türkiye işçi sınıfı hakları için, sömürüyü dizginlemek için mücadelenin yolunu çoktan tutmuştu. 1967 yılında kurulmuş olan DİSK’i yaratan işte bu gerçeklikti. İşçiler kendi mücadele örgütlerini kurmak için harekete geçmişler, kendilerini sermayenin denetimi altında tutma misyonunu üstlenen Türk-İş’ten kopmuşlardı.

Sermaye sınıfı işçi sınıfının denetimden çıkmakta olduğunu görüyordu. ‘60’lı yıllar işçi sınıfının militan mücadelelerine, grevlere, direnişlere, işgallere sahne olmuştu. İşte böyle bir dönemde işçilerin mücadele örgütü olan DİSK’i tasfiye etmeyi hedefleyen yeni bir sendikalar yasası devreye sokulmak istendi. Ancak Türkiye işçi sınıfı bu saldırıya karşı 15-16 Haziran 1970’de ayağa kalkarak kendi mücadele tarihini yazdı ve bugünlere miras bıraktı.

İşçi sınıfının hangi koşullarda direndiğini görmek ve o günlerin şartlarıyla bugünlerin kıyaslamasını yaparak, bu büyük deneyimden dersler çıkarmak gerekiyor. İşçi ve emekçiler o günlerde de sahte kamplara bölünmüşlerdi. Siyasi partiler sermayenin yolunu düzleme çabası içinde idiler. Emekçilerin karşısında kavgalı görünenlerin sıra işçi sınıfına gelince nasıl birleştiğini gösteren en iyi örneklerden biri de 15-16 Haziran Direnişi’ne vesile olan saldırı yasasıdır. Sendikal haklara saldırı yasası CHP ve Adalet Partisi’nin (AP) birlikte onaylaması sonucu meclisten geçti.  Kısacası meclisi, hükümeti, sözde muhalefetiyle düzen cephesi, işçi sınıfının haklarını gasp etmek, sömürü düzenini tahkim etmek için birlikte hareket ettiler.

İşçi sınıfı ve emekçiler her zaman çeşitli yol ve yöntemlerle birbirlerine düşman edilmeye, dinsel, mezhepsel ve etnik ayrımlar üzerinden bölünmüşlük yaratılmaya çalışılmıştır. Ancak ‘60’lı ve ‘70’li yıllarda sermaye iktidarı bu çabalarında önemli ölçüde başarısız kaldı. Her ne kadar kanlı provokasyonlar, kitle katliamları tertiplense de, işçi sınıfı tarihinin en örgütlü dönemini yaşadı. Bunun sonucunda ücretlerden sosyal haklara kadar bugünlerle kıyaslanamayacak büyük kazanımlar elde etti. Ancak 1980 askeri faşist darbesi ile sermaye sınıfının arzuladığı dönem başlayabildi. Dönemin tekstil patronu Halit Narin’in sözleriyle, gülme sırası artık patronlara gelmişti.

15-16 Haziran Direnişi’ni yaratan tarihsel-toplumsal koşullar içinden geçtiğimiz dönemle kıyaslandığında, aradaki en önemli fark, işçi sınıfının sermayenin tuzağına düşmüş olmasıdır. Yapay ayrımlarla birliğini kaybetmiş, örgütlülüğü dağıtılmıştır. Oysa düzen aynı düzendir.

Yeni 15-16 Haziranlar’a ihtiyacımız var!

15-16 Haziran 1970 tarihi, Türkiye işçi sınıfı için son derece önemlidir. İşçi sınıfı sendika ağalarının ihanetleri karşısında kendi sendikal mücadele örgütü DİSK’i yaratmıştı. Bu nedenle sermaye sınıfı işçilerin istediği sendikada örgütlenme hakkını gaspederek, Türk-İş’i tek yetkili konfederasyon haline getirmek istiyordu. İşçi sınıfı bu saldırıyı büyük bir direnişle karşıladı.

Saraçhane mitingiyle başlayan Kavel, Sungurlar, Paşabahçe, Kozlu, Singer, Gamak ve diğer işletmelerdeki grev ve direnişlerle devam eden bir mücadele sürecinin zirvesidir 15-16 Haziran Direnişi.

15 Haziran’da Gebze’de başlayan direnişin öncülüğünü metal işçileri yapmış, eyleme onlarca fabrikanın işçileri katılmıştı. İzmit-İstanbul yolunu trafiğe kapatarak İstanbul’a doğru yürüyüşe geçen işçilere DİSK’e üye işçiler kadar Türk-İş üyesi işçiler de katıldılar. Saldırı yasası geri çekilmediği sürece direnişe devam edeceğini ilan eden işçilerin önüne Kadıköy’de askerler çıktı. Asker barikatını yıkan işçiler adeta İstanbul’u zapt ettiler. Vapur seferlerini iptal eden Demirel hükümeti, İstanbul’un iki yakasındaki işçilerin birleşmesini engelledi. Buna rağmen direnişin ilk gününde eylemlere 70 bini aşkın işçi katıldı.

16 Haziran günü doruğa çıkan eylemlere İstanbul’daki fabrikaların işçileri de güçlü bir katılım sağladılar. Eylemdeki işçi sayısı 16 Haziran’da 150 bini aştı. Üç işçinin yaşamını yitirdiği bu direnişin gücü karşısında dönemin Demirel hükümeti sıkıyönetim ilan etmek zorunda kaldı. Anayasa Mahkemesi, eylemin basıncıyla Şubat 1971’de ilgili yasayı iptal etti. İşçiler canlarını ortaya koyarak, tutuklanmaları ve işten atılmaları göze alarak, bunu başardılar.

15-16 Haziran Direnişi sonrasında tüm işçi eylemleri için ilham kaynağı olmuştur. İşçilerin birlik olduklarında, hakları için direndiklerinde ne kadar güçlü olduklarını, sermaye sınıfına ve onun hükümetine diz çöktürebildiklerini göstermişlerdir. Hak arama mücadelesinde unutulamayacak iki gündür 15-16 Haziran.

Bugün de sermaye sınıfı salgın günlerini fırsat bilerek güvencesiz ve esnek çalışmayı bir bir hayata geçiriyor. İşçilerin ücretleri yasal olarak düşürülüyor. Ücretsiz izinler yasallaştırılıyor. Dahası, işçiler can derdine düşmüşken kıdem tazminatımıza el konulmak isteniyor. Tüm bunlar bize gösteriyor ki, mücadele tarihimizden öğrenmek zorundayız. İnsanca çalışma ve yaşama koşulları için, haklarımız, özgürlüklerimiz ve geleceğimiz için yeni 15-16 Haziranlar’a ihtiyacımız var.

Devrimci Tekstil İşçileri Sendikası