Ruhi Su ve iktidarın devrimci sanatçı düşmanlığı

Ruhi Su 36 yıl önce hayata veda etse de devrimci sanatıyla yaşamaya devam ediyor…

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Kültür-sanat
  • |
  • 20 Eylül 2021
  • 08:00

Ruhi Su 20 Eylül 1985’te hayata gözlerini yummuştu. Devrimci sanatçının hastalığı tedavi edilebilirdi. Ancak faşist cunta rejimi, durumu ağırlaşana kadar pasaport vermeyerek ölmesine neden oldu. Arandan 36 yıl geçmesine rağmen, devletin ilerici-devrimci sanatçılara karşı düşmanlığında bir değişiklik olmamıştır. Bu düşmanlık bir tesadüf değil elbet. Sınıfsal, ideolojik, siyasi nedenlere dayanıyor. Ruhi Su’nun yaşadıkları ise, devletin devrimci sanatçıya düşmanca yaklaşımının çarpıcı örneklerinden biridir.

Bir yalnız çocuk

Ruhi Su 1912’de Van’da doğdu. O dönemde pek çok çocuk gibi adı Mehmet’ti. Annesini babasını hiç tanımadı. Kendi anlatımıyla “Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardan biriydi”. Van’dan Adana’ya getirildiğinde çok küçüktü. Çocuğu olmayan, fakir bir ailenin yanına verilir. Onları; amcası ve yengesi bilir, öyle çağırır. Farklı bir anlatıda ise, yanına verildiği kişinin asker olduğu belirtilir.

Yengesi bildiği kadından yediği dayaklardan kurtulma arayışı, Mehmet’in yaşamının dönüm noktası olur. Mehmet, o zamanki adıyla Dar-ül Eytam’a; öksüzler yurduna verilir. O günleri şöyle anlatır: 

“Oyun denen bir şeyin var olduğunu o zaman öğrendim, içim içime sığmıyordu, şaşkındım.”

10 yaşından başlayarak yatılı okur. Müziğe yatkınlığı müzik öğretmeninin dikkatini çeker. Öğretmenin yardımıyla keman çalmaya başlar. Tutkuyla müzik yapma çabası hayatı boyunca devam eder.

1925’te Ankara’da Müzik Öğretmen Okulu kurulur ve öksüz yurtlarındaki müziğe yetenekli, sesi güzel çocukların sınav sonucu müzik öğretmen okuluna yollanması istenir. Adana Öksüzler Yurdu’nda dördüncü sınıfta olan Mehmet sınavı kazanır. Mehmet, sınavı kazanmayan arkadaşı için hakkından feragat eder. Bir yıl sonra tekrar sınava girer ve kazanır. Ancak okula gönderilen yeni bir yazı durumu değiştirir. Zira “Okulu bitiren tüm çocuklar zorunlu olarak askeri okullara girecek” direktifi verilir.

Müzik okuluna devam etme imkanını yitiren Mehmet, bir arkadaşıyla mecburen İstanbul Halıcıoğlu Askeri Lisesi’ne giderler. İsimlerinden dolayı küçümsenirler. İsimlerini değiştirmeye ya da ek bir isim almaya karar verirler. Mehmet, ismine Ruhi’yi ekler. Ondan sonra Mehmet Ruhi adını alır.

Mehmet Ruhi askeri okuldan kurtulup müzik eğitimi alma arayışını sürdürür. Bunun için okuldan kaçar. Kaçış çözüm olmaz, ama askeri okuldan kurtulmanın yolunu bulmasına vesile olur. Sağlık kontrolü sırasında bir kulak doktoruna durumunu anlatır, doktordan kendisini çürüğe çıkarmasını ister. “İltihabı yüzünden mektebe devam edemez” raporu almayı başarır. Raporla birlikte Müzik Öğretmen Okulu’na dilekçe yazar. Ama “Yerimiz yok, alamayız” yanıtı alır.

Çürüğe çıktığı için askeri okul ile ilişiği kesilen Mehmet Ruhi, Adana Öksüzler Yurdu’na geri gönderilir. Adana Lisesi’ne başlar. Oradan da Öğretmen Okulu’na geçer.

Adana Öğretmen Okulu’ndayken aşık olduğu ebe-hemşire olarak çalışan bir kızla evlenir. Güngör adını koydukları bir oğulları olur. Eşi Ankara Numune Hastanesi’ne tayinini ister. Ruhi de Ankara Müzik Öğretmen Okulu’nun giriş sınavına hazırlanır. Öğretmenlerden biri, sınava hazırlanması için Vivaldi Sol Majör keman konçertosunu verir. Bir arkadaşından da ödünç keman bulur. Bir otel odasında gece gündüz çalışır. Sınavı geçer. Ulvi Cemal Erkin’in “son sınıfa girerse zorlanır, bir sınıf aşağısına girmeli” teklifine tüm öğretmenler katılır. Ruhi Su’nun soluksuz müzik serüveni başlamıştır.

Operada Bariton

İlk yılı başarı ile tamamlayarak yatılı okuma hakkı kazanır. O yıl, tek hece olduğu ve kolay söylendiği için “Su” soyadını alır ve adı Mehmet Ruhi Su olur. Ankara Müzik Öğretmen Okulu’ndan, Ankara Riyaseti Cumhur (Cumhurbaşkanlığı) Orkestrası’na seçilerek orada çalışmaya başlar. Aynı zamanda müzik öğretmeni olarak da İkinci Ortaokul ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nden çalışır.

1936’da Devlet Konservatuarı’nda opera sanatçısı olarak işe başlar. 1945 yılında Opera Kanunu çıkınca öğretmenliği bırakmak zorunda kalır. 1952 yılına kadar pek çok operada rol alır.

Devlet Operası’nda çalışmaya başladığı yıllarda eşiyle anlaşmazlık nedeniyle ayrılır. “Konsolos” operasının provasındayken gözaltına alınır ve tutuklanır. Opera yaşamı böylece noktalanır.

Operada çalışırken, bir dönem radyoda program yapar. Konservatuarda türkülerini dinleyen hocalarından Markovich, “Türk müziğinin bu kadar güzel olduğunun ilk defa farkına varıyorum” der ve zamanın Radyo Müdürü Vedat Nedim Tör’e, Ruhi Su’dan övgüyle söz eder. 15 günde bir pazar günleri saat 10’da “Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor” anonslu radyo programını yapmaya başlar. Bu program, 1942-1945 yılları arasında çok ilgi görerek devam eder.

Radyo programlarında Alevi nefeslerini ve müziğini geniş halk kitlelerine kararlılıkla ilk duyuran Ruhi Su’dur. O, Alevi müziğinde, halkların yıllar süren başkaldırı mücadelesini görmüştür. Ali İzzet’ten “Bir Allah’ı Tanıyalım / Ayrı Gayrı Bu Din Nedir”, Pir Sultan Abdal’dan “Gelin Canlar Bir Olalım”, Muhyi’den “Zahit Bizi Tan Eyleme” gibi nefesler söyleyen Ruhi Su, “alevi türküleri söylüyor, komünizm propagandası yapıyor” diye hedef gösterilir ve susturulur. Mesut Cemil, Ruhi Su’nun radyodaki işine son verir.

TKP üyesi bir komünist

Ruhi Su müzikte olduğu gibi siyasi yaşamda da devrimcidir. Dönemin Türkiye’sinde sosyalizmi temsil eden Türkiye Komünist Partisi’ne katılır. Müzik çalışmalarının yanı sıra parti çalışmaları da yapar. Sonradan evlendiği Sıdıka Umut’la o yıllarda tanışırlar. Dost, yoldaş ve sevgili olurlar. 1952 TKP Tevkifatı’nın hazırlandığı dönemdir.

Dönemin Demokrat Partili (DP) Adnan Menderes hükümetinin kendini emperyalistlere ispatlama ve güya Türkiye’de “komünizm tehlikesi” olduğunu kanıtlamak için giriştiği o sürek avında Sıdıka da Ruhi de 11 Kasım 1952’de tutuklanırlar. İşkenceli, Sansaryan hanlı, zindanlar süreci başlar. Birbirlerinden ancak beş ay sonra haber alabilirler.

Sansaryan Han’ın en alt katındaki hücrelerden birinde, beş ayı aşkın süre kalan Ruhi Su, ağır işkenceler görür. Tabutluklara konur. Yere çömelemeyeceğiniz, ancak biraz kaykılarak sırtınızı dayayabileceğiniz, eniyle boyuyla hücreleridir tabutluklar.

Ruhi Su ve Sıdıka Umut, ancak Harbiye Cezaevi’nde birbirlerini görürler. Ruhi Su, gördüğü işkencelerden dolayı hala tanınmaz haldedir. Rahat görüşebilmek için nişanlanırlar. Harbiye Cezaevi’nde 3,5 yıl kalırlar. Bu süre boyunca her hafta sadece 10 dakika görüşebilirler. Bir süre sonra ise Harbiye Cezaevi’nde evlenirler. Behice Boran ve eşi Nevzat Hatko nikah şahidi olur. Behice Boran, Sıdıka Umut’un fakültede öğretmeni, cezaevinde ise koğuş arkadaşıdır.

Ruhi Su ve Sıdıka Umut, beşer yıla mahkûm olurlar. Erkekler Adana Cezaevi’ne, iki tutuklu kadından biri olarak kalan Sıdıka Umut ise, (Diğer tutuklu Sevim Belli’dir) Sultanahmet Cezaevi’ne gönderilir.

Zindanda müzik korosu

Ruhi Su koşullara takılmaksızın müzik çalışmalarına devam eder. Cezaevine bağlama getirtebilmek için iki yıl beklemek zorunda kalır. Sınırlı olanaklara rağmen hapishanede arkadaşlarından oluşan bir koro kurar. Onlarla çalışır. Onlardan türküler derler. Onlara türküler söyletir. 

Ruhi Su, türküler üzerinde en verimli çalışma dönemlerinden birini cezaevinde geçirir. Bestelediği türkülerin çoğu bu döneme rastlar. “Bu Nasıl İstanbul Zindan İçinde”, Ankara’dan İstanbul’a Sansaryan Han’a getirilişini anlattığı türküdür.

Ruhi Su, mahkumlarla birlikte, İstanbul’dan Adana’ya otobüsle götürülürken bileklerinden ikişer ikişer zincire vurulmuşlardır. Tuvalete bile birlikte gitmek zorundadırlar. Jandarma o kadar sıkmıştır ki zinciri… “Hasan Dağı, Hasan Dağı / Eğil eğil, eğil bir bak” türküsü bu yolculuğunu ağıtıdır.

Devlet erkanı yakasını bırakmıyor

Ruhi Su ile Sıdıka Su Haziran 1958’de tahliye olurlar. Ruhi Su, sürgün yeri olan Çumra’ya gider. Sıdıka Su ise Ankara’ya ailesinin yanına… Ruhi Su Çumra’da da müzisyen kimliği ile tanınır. Çumra savcısını ektiler. Savcı, Ruhi Su’dan cura dersi alırken, Ruhi Su’ya Çumra Cezaevi’nde konser verdirir. Savcı, Emniyet müdürünün itirazına rağmen Ankara’ya gidebilmesi için Ruhi Su’ya yardımcı olur. 

Ankara’da dostu Celal Cündoğdu, Etimesgut’ta Su ailesine bir işçi lojmanı verir. Etimesgut’a iki saat uzaklıkta, bir tarla ortasında; elektriği, suyu olmayan, kerpiçten bir ev… Ruhi Su, arkadaşlarının nakliye şirketinde eşya taşıyarak yaşamını sürdürür.

Opera’dan atan, Radyo’da program yapmaktan men eden, tutuklayan, işkence yapan, zindana kapatan devletin Ruhi Su ile işi bitmemiştir. Devletin tepesindekiler halen peşindedir. Bu noktada o dönemden kalma iki resmî belgeye göz atmak, devletin tutumu hakkında açık bir fikir verecektir.   

Belgelerden biri dönemin Milli Savunma Bakanı (O zamanki adıyla Milli Müdafaa Vekaleti) Şemi Ergin, diğer ise dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar imzalı. Ruhi Su hapisteyken hazırlanan bu belgeler, cezası bittiğinde yedek subay olarak askerlik yapma hakkını ortadan kaldırıyor.

Şemi Ergin imzalı 29 Ocak 1957 tarihli ilk belgede, “gizli komünist partisine üye olmak ve faaliyet yürütmekten hüküm giyen Ruhi Su’nun yedek subaylık hakkının kaldırılması gerektiği” belirtiliyor.

Celal Bayar imzalı 27 Şubat 1957 tarihli belgede ise, “gizli komünist partisi teşkil etmek, bu cemiyete girmek ve faaliyet göstermekten hüküm giyen Ruhi Su’nun yedek subaylık hakkının kaldırılmasının onaylandığı” ifade ediliyor. Görüldüğü gibi devletin tepesindekiler, zindana kapattıkları Ruhi Su ile uğraşmaya devam etmişlerdir. Elbette bu tutum Ruhi Su’ya özgü değil. İlerici-devrimci sanatçı ve aydınların çoğu benzer muamelelere maruz kalmışlardır.

Toplumsal hareketle gelen yükseliş

Ruhi Su zindan sürecinden sonra istediği gibi müzik çalışmaları yapma imkanından yoksun bırakılır. Hayatını idame ettirmek için gazinolarda türkü söylemek zorunda kalır. Buna rağmen kendi disipliniyle müzik çalışmalarını sürdürür. Devrimci sanatçının kendi alanında ektin bir şekilde çalışması, 1960’lı yıllardaki toplumsal hareket dalgasının kabarmasıyla mümkün olur. İşçi sınıfı hareketi gelişirken, Türkiye İşçi Partisi kurulur, aydınlar Yön dergisini çıkarır, gençlik hareketi gelişmeye başlar, marksist klasikler basılır, ilerici-devrimci sanat ve edebiyat etkinlikleri hem nicel hem nitel bakımdan artır.

Bu dönemde Ruhi Su da sanatında önemli adımlar atar. Dostlar Korosu’nu oluşturur, uzunçalarla yayınlar, konserler verir, devrimci sanatıyla dünyada tanınmaya başlar. Ruhi Su ilk kez 1977 yılında Ahmet İsvan ve Necdet Uğur’un yoğun uğraşıları sonucu pasaport alabildi. Almanya, Hollanda, Belçika, İngiltere, Fransa ve Avustralya’da konserler verdi.

Ruhi Su, Dostlar Korosu’ndan önce farklı korolar da oluşturur. Birçok müzisyenin yetişmesine katkıda bulunur. Ancak kalıcı olan Dostlar Korosu olur. Dostlar Korosu, Ruhi Su yönetiminde, çoksesli türkü çalışmalarının ilk örneklerini, iki sesli türküleri seslendirdiği konserlerde vermeye başlar.
1976’nın sonunda “El Kapıları”, 1977’de “Sabahın Sahibi Var”, 1978’de “Semahlar” uzunçalarında Dostlar Korosu, Ruhi Su’ya eşlik eder. Bu koro, “Ruhi Su ve Dostlar Korosu” adıyla halen çalışmalarına devam ediyor.

Cenazesi faşist cunta sonrasında ilk kitlesel gösteriye dönüşür

Ruhi Su ile Dostlar Korosu, 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi gerçekleşene kadar etkin bir şekilde çalışmalarını sürdürdü. Faşist cunta devrimci sanatçıların çalışmalarını da baltaladı. Buna karşın Ruhi Su, “Zeybekler” adlı uzunçalarını hayatını kaybetmeden bir süre önce yayınlamayı başardı.

Ruhi Su’ya prostat kanseri teşhisi konduğunda pasaportunun süresi dolmuştu. Almanya’da tedavi olması gerekiyordu. Ancak faşist rejimi devam ettiren dönemin ANAP hükümeti pasaportun süresini uzatmayı reddetti. Altı Alman sanatçı/yazar (Heinrich Böll, Wolf Bierman, Ingeborg Drewitz, Günter Grass, Siegfried Lenz,Günter Wallraff) TC Kültür Bakanlığı’na mektup yazarak, Ruhi Su’ya pasaport verilmesini talep ettiler. Sermaye iktidarı, ancak öleceği kesinleşince, bir defaya mahsus olmak üzere Ruhi Su’ya pasaport verdi. Artık yurtdışına çıkması için çok geçti. Ruhi Su 20 Eylül 1985’te Cerrahpaşa Onkoloji Kliniğinde hayata gözlerini yumdu.

Ruhi Su 22 Eylül 1985 Pazar günü Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. Faşist cuntanın karanlık dönemi devam etmesine rağmen cenaze törenine binlerce kişi katıldı. Devrimci sanatçının cenaze töreni 12 Eylül rejimi koşullarında yapılan ilk büyük kitle gösterisi haline dönüştü. Ruhi Su’yu ölüme mahkûm eden devlet, törene katılanlara da saldırdı. Gözaltına alınan 163 kişi İstanbul siyasi şubede 15 gün tutuldu.

Ruhi Su 36 yıl önce hayata veda etse de devrimci sanatıyla yaşamaya devam ediyor…

Yararlanılan kaynak: https://www.ruhisu.org.tr/ruhi-su/