Savaşların gölgesinde, yoksullukla, baskı ve sürgünlerle, ille de umut ve aşkla geçen bir ömür Ruhi Su’nun öyküsü.
Birinci emperyalist paylaşım savaşının ön yıllarında, kadim bir Ermeni yerleşimi olan Van’da dünyaya gelir Mehmet. Hamidiye Alayları, tekrar eden katliamlar, sürgünler, tehcirler, Mehmet’in ailesini de sağ koymaz. Coğrafyadan mütevellit ailesini tanımaz, yetim kalır. Adana’da çocuğu olmayan yoksul bir aileye verilir. Onları- bu dünyada tek tanıdığı- amca, yenge bilir. Savaşların sürdüğü, halklar arasında düşmanlıkların ekildiği bir dönemde yoksulluk ve açlık içinde büyür. Yanlarına verildiği ailede, hayvan güdüp beslemekten getir- götür işlerini yapmaya yığınla işe koşulur. Dayak, şiddet de bırakmaz Mehmet’in yakasını. Küçücük yaşta, kamçıyla, sopayla dövüldüğü onca anı biriktirir. Bunca acıdan, dertten belki de türküler çığırır, türkülere sığınır.
Mehmet’in Van’da başlayan hikayesine benzer manzaralar Adana’da da yaşanır. Ulusal uyanış hareketinin tüm dünyayı sardığı yıllarda, bu topraklarda yaşayan kadim halklar, azınlıklar haklı mücadelelerini yürütürken, bir yandan sömürgeci güçler de kendi çıkarları için ortalıkta cirit atmaktadır. Yeni katliamlar ve zorunlu göçler birbirini izler. Adana’dan Toroslara yola zorlu göç başlar. Bu göçte Mehmet verildiği aile tarafından bilinçli olarak terk edilir, gerçek ailesi olmadıklarını o zaman net bir şekilde anlar. Bunun ardından Mehmet’in yolu Dar-ül Eytam’a, yani öksüzler yurduna çıkar. On yaşında girdiği yatılı yurtta, kendi anlatımıyla çocukluğu ve müzik yaşamı da başlar. Müzik öğretmeninin verdiği kemanla, 4. sınıfta batı müziğiyle tanışır. 1925’de Ankara’da kurulan Müzik Öğretmen Okulu’na girmeye heves eder fakat gireceği yıl Savunma Bakanlığı, öksüzler yurdunda okulu bitirenlerin zorunlu askeri okullara gireceğine dair bildiri yayınlar. Muayene sırasında az görüyormuş numarası da işe yaramaz, İstanbul Halıcıoğlu Askeri Lisesi’nin yolunu tutar. İsimden dolayı küçümsendiğini düşünerek ismine Ruhi’yi ekler, Mehmet Ruhi olur. Zorunlu olarak girdiği askeri lisesinde, keman çalar, şarkı söyler. Kemanı burada bir komutan tarafından parçalanır. Zorunlu olarak geldiği bu yerde uzun süre kalmayı düşünmez. Nitekim müziğe olan tutkusundan dolayı askeri okuldan kaçar. Yakalandıktan sonra müzik okuluna gitme üzerine daha detaylı plan yapmaya koyulur. Bir askeri hastaneden zor bela, çürük raporu alır, alır almasına ama bu sefer de müzik okulunda yer yoktur. Tekrar Adana öksüzler yurduna döner. Liseyi bitirip öğretmen okuluna geçer, müziği hiç bırakmaz tabi. Ankara müzik öğretmen okulunun sınavlarını takip eder ve başvurur. Ödünç aldığı bir kemanla çalışır ve başarıyla geçer. O dönem Su soyadını alır, artık Mehmet Ruhi Su olmuştur. Müzik tutkusu onu Ruhi Su yapar.
Ruhi Su, hiç bırakmadığı müzik tutkusu ve bunun için ortaya koyduğu çabayla müzik öğretmenliği, cumhurbaşkanlığı orkestrasında, Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde solist sanatçı olarak görev yapar. “Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor” anonsuyla radyo programları düzenler. Ruhi Su’nun türkülerle, müzik tutkusuyla dolu hayatı aynı zamanda baskılar, tutukluluk ve sürgünlerle de doludur. Alevi ozanlarını referans alması, deyişlerini çalıp söylemesi, Nazım Hikmet’in şiirlerini bestelemesi nedeniyle hedefe çakılır. Radyo programına son verilir. Ruhi Su ayrıca, dönemin Türkiye Komünist Partisi üyesidir. Siyasi kimliği ve bunu yansıttığı müzik dünyası nedeniyle hapsedilir, çıktıktan sonra sürgünlere yollanır. Anadolu’nun bağrından çıkarıp işlediği türkülerine artık yaşadığı zorlukları, işkenceleri, ülkedeki adaletsizliği anlattığı yeni türküler ekler, söyler, çalar. Şefik Hüsnüler’in, Mihri Belli, Ahmed Arif’lerin geçtiği işkencehane Sansaryan’dan Ruhi Su da geçer.
“…Artar eksilmeyiz, zindanlarında/Kolay değil derdin, ucu derinde
Kumhan Irmağı’nda, Karaburun’da/Bulurum bulurum kardeş, öfkem kındadır.”
1969’da ABD’nin 6. Filo’sunu protesto eden gençlerin katledildiği Kanlı Pazar için
“Bu meydan kanlı meydan
Ok fırladı çıktı yaydan
Kalkın ayağa, kalkın
Biz şehirden, siz köyden” sözleriyle bir tarihi anlatıp aktarırken mücadeleye de ses verir. 1977 Taksim’de 1 Mayıs katliamını,
“Şişli Meydanı’nda üç kız
Biri Çiğdem biri Nergis
Vuruldular gübe gündüz
Sorarlar bir gün sorarlar” diyerek lanetler.
Ruhi su çektiği acıların, dertlerin olduğu kadar umudun da sesi olur. 1980’de yakalandığı kemik kanseri için yurt dışına çıkışına izin verilmeyip 1985’te hayata gözlerini kaparken darbe yıllarına rağmen memleketinin insanları, devrimciler, ilerici ve aydınlar onu sarıp sarmalar. Ruhi Su’nun dizelerinde dediği gibi, bugün hala insan kanı sudan ucuz. Böylesi bu düzene karşı mücadelenin zorunlu olduğu gibi sazıyla sözüyle bu düzeni eleştiren Ruhi Su’yu bu memleketin insanlarına anlatmak da bir borç.