Dün olduğu gibi bugün de kadına yönelik şiddet çeşitli biçimler altında devam ediyor. Şiddet denilince ilk akla gelen biçim fiziksel şiddet ya da başka bir ifade ile “dayak” vb. olsa da özellikle kadınlar şiddetin bundan ibaret olmadığını biliyorlar. Fiziksel şiddettin insan üzerinde bıraktığı yıkıcı etki ile başa baş giden psikolojik şiddet kadınların hayatlarını karartmayı sürdürüyor.
Nasıl ki fiziksel şiddet “dayak”la anılıyorsa psikolojik şiddet de “hakaret” ile birlikte anılıyor. Ancak her iki şiddet türü de çok çeşitli biçimlerde uygulanabiliyor. Ortak noktaları ise sanıldığının aksine “psikopat erkek” değil, şiddetin kaynağı olan çürümüş sistemin kadına biçtiği roller ve ayaklarına taktığı prangalardır.
Psikolojik şiddetin çeşitliliğini anlatan en iyi örneklerden biri, Arnavutluk’ta yerel adlandırması “burnesha” olan “yeminli bakire”liktir. Yeminli bakireliğe sıra dışı bir gelenek olarak yaklaşan çoğu araştırma, kadınların yaşadığı ağır acıyı dramatik bir sunum eşliğinde pazarlamaktadır. Fakat Arnavut kadınlarının sosyalist rejim ile kurtuldukları bu çağdışı uygulama ne yalnızca nostaljik bir anekdot ne de saygı duyulacak bir “değişim”dir.
Yeminli bakirelik: erkek kılığında kadınlar
Yeminli bakirelik, 15. yüzyıldan bu yana Arnavut kadınlarının karşı karşıya kaldığı bir uygulamadır. Sosyalist rejim tarafından sona erdirilen bu uygulama Doğu Bloku’nun yıkılmasının ardından tekrar hortlamış ve bugün Arnavutluk’un kuzey kırsalında örnekleri hala görülen bir kangren haline gelmiştir. “Burnesha”, erkek evladın olmadığı hanelerde babayı kız evlat sahibi olma “utancından” kurtarmanın aracı, aile reisi olarak görülen “erkeğin” öldüğü durumlarda ise evdeki kızlardan birinin yaşama tutunmak için seçmek zorunda olduğu bir yoldur.
Bu uygulamada kız çocukları, henüz gelişmekte olan göğüsleri bezlerle sıkı sıkı sarılarak, saçları kesilerek ve “erkek kıyafetleri” giydirilerek yöreden 12 erkeğin karşısına çıkarılırlar. Bu “heyet”in karşısına çıkarılan kız çocuklarına, bundan böyle yaşamlarına bir erkek olarak devam edeceklerine ve bakireliklerini koruyacaklarına dair bedeli ölüm olan bir yemin ettirilir.
Bu andan itibaren erkek kılığına girmiş kadınlar, toplumda “saygın” bir yer kazanan “yeminli bakire” olarak anılırlar. Bu kadınlar erkekler gibi sigara ve içki içebilmekte, oy kullanabilmekte, para kazanmak için çalışabilmekte, silah taşıyabilmekte ve aileyi temsil etmekte serbesttirler. Bunun yanı sıra ev işi yapmak, çocuklara bakmak zorunda da değildirler. Artık bir “erkek” olarak “kadın işlerinden” muaftırlar. Kısacası kadınların mahrum oldukları tüm sosyal, siyasal ve ekonomik haklara “kavuşabildikleri” gibi, kadını eve hapseden toplumsal yüklerden de “kurtulmaktadırlar.”
Bu gerici uygulamada kadınlık, bir yandan gerici toplumsal normlara uygun olarak erkeğin “egosu”na kurban edilirken, diğer yandan kadın ile erkeğin eşit birer insan olmaları gerektiği olgusu dışlanarak aşağılanır. Öyle ki, yeminli bakireler, sadece kılık kıyafet olarak değil, mantalite açısından da toplumsal normların dayattığı “erkek” figürüne bağlı kalınarak büyütülür. Sonuçta kendi hanelerindeki diğer kadınları ezmekten geri durmayan, “erkekleşmiş” ya da daha doğru bir tabirle ataerkil düzenin erkek yargısını özümsemiş ve buna göre davranan kadınlar ortaya çıkar.
Leka Dukagin Kanunlarında* “hak” olarak kadınlara “bağışlanan” 15. yüzyıldan kalma bu uygulamanın ortaya koyduğu ataerkil düşünce sisteminin, kadınların cinsel yaşamını yok saydığı da dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Kadınların yalnızca neslin devamını sağlayan üreme işlevi gayesiyle cinsel bir hayat yaşadıkları/yaşamaları gerektiği düşünüldüğünden, erkek kılığına giren kadının bakire kalması doğal karşılanır. Çünkü “erkek” olmayı “seçtikten” sonra bir kadının çocuk doğurmasına ve bundan dolayı da cinselliğe ihtiyacı olmadığı düşünülür.
Kadınların kuluçka makinesi olarak görülmesinin ve sosyal, siyasal, ekonomik haklardan yararlanmanın salt erkeklere ait bir edim olduğunun dolaysız anlatımı olan bu uygulama hiç şüphesiz kadınlar açısından birçok psikolojik travmayı da beraberinde getirmiştir. Bu, zorla erkek kılığına sokulan kız çocukları kadar kendi iradesiyle bu yolu seçtiğine inanılan kadınlar için de böyledir. Çünkü, kimi kaynakların dediğinin aksine bu bilinçli bir tercih değil, varlığı bir erkeğe bağlı kılınan, örneğin “X’in karısı” diye anılan, yani bir isimleri dahi olmayan, zapturapt altında yaşamaları istenen kadınların kendileri için bir nevi bireysel kaçış yolu bulmalarının ürünüdür. Her iki türlüsünde de kadın köleleşmiş, aşağılanmış ve istemediği bir yaşama hapsedilmiştir.
Sosyalist rejim ile özgürleşme
Arnavut kadınlarının yazgısı sosyalist rejim döneminde elbette değişti. Enver Hoca liderliğinde Arnavutluk Emek Partisi bu çağdışı uygulamayı yasakladığı gibi, o dönemde kadın haklarında büyük ilerlemeler kaydedildi.
Okuma-yazma bilmeyen kadın kitleleri arasında eğitim seferberliği ile okuma-yazma oranının %98’e çıktığını, okulların kapılarının kız çocuklarına açıldığını biliyoruz. Bu gerçekleri yalnızca Emek Partisi’nin kaynaklarına dayalı bilgiler sunuyor değil. Anti-sosyalist propaganda yapan çoğu kaynak da kadın haklarında yaşanan ilerlemenin hakkını teslim etme zorunluluğu duyuyor. Bu kaynaklardan birinden üniversite öğrencilerinin yarısının kadınlar olduğunu, çocuk evliliklerinin yasaklandığını öğrendiğimiz gibi, kadınların siyasal yaşama aktif olarak katıldıklarını paylaşılan istatistiki verilerden anlıyoruz. (Örneğin partinin aktif üyelerinin %33’ü kadın. Bunların %40’ı ise konseylerde görev alıyor.) Ayrıca kadınlar bu dönemde “erkek mesleği” olarak görülen pek çok meslekte boy göstermeye de başlamışlardır.
AEP’in kadınlara yönelik bu politikasındaki katılığı, en açık şekilde Enver Hoca dile getirmektedir: “Parti ve tüm ülke kendi ayakları üzerinde yükselmeli, çağdışı kanunları yakmalı ve partinin kadınlar ve genç kızları koruyan aziz yasalarını çiğnemeye cesaret eden herkesi ezmelidir.”
Bu bakış açısıyla Kadın Birliği, 26 yaşından itibaren kadınların üye olabildiği bir dernek olarak faaliyet göstermiştir. Bölge toplantıları ya da konferanslarında seçilen delegelerin temsil ettiği her 5 yılda bir toplanan merkezi kadın konferansı üzerinden işleyişini sürdüren birliğin tüm çalışması, bölge parti komitesi ve parti MK’sı tarafından belirleniyordu. “Kadınların aile içinde güçlü olması, anne ve çocuk sağlığına özen gösterilmesi, eğitim, teknik ve kültürel alandaki her türlü gelişmeler, aile içindeki görev paylaşımı, kadının politik bakımdan bilinçlenip gelişmesi, daha etkin bir duruma gelmesi vb.” Birlik’in önüne koyduğu hedeflerdi.
Antifaşist mücadeleye omuz vererek Arnavut Emek Partisi saflarında sosyalizm ideali ile savaşan kadınlar, kendi özgürlüklerinin mimarı oldular. Bugün gelinen yerde, Arnavutluk’ta kadın haklarının sosyalist rejim dönemine göre daha gerilerde olduğu kabul ediliyor. Ve “yeminli bakirelik” gibi çağdışı uygulamaları tarihin çöplüğüne gönderen sosyalizm hala güncelliğini koruyor.
* 15.yüzyıldan itibaren 12 kitap ve 1262 maddeden oluşan Leka Dukagin Kanunu. Kanunda hak ve sorumluluklar erkek cinsine aittir. 31. maddesine göre, kadın kocasını seçemez, seçileni kabul etmelidir. Evlendikten sonra kocasının egemenliğine tabi olmak zorundadır. Nişanlısını terk edemez, karara karşı çıkamaz. Miras hakkı yoktur. Çocukları üzerinde bir hakkı yoktur. Erkek işlerinde” çalışamaz, silah taşıyamaz. Bu kanunda kadına verilen tek “hak”, yeminli bakireliktir. Asırlar boyunca sözlü olarak kalan bu kanun Arnavut toplumunda dini öğretilerden daha üstün bir konum elde etmiştir.
Kaynaklar:
- Arnavutluk’tan gezi izlenimleri (III), Özgürlük Dünyası, Kasım 1989.
- “Sworn virgins” as enhancers of Albenian patriarchal society in contrast to emerging roles for Albenian women, Antonia Young-Larenda Twigg, Etnoloska Tribina 32, Vol:39, 2009.