Gericiliğin ortak dili

Kendinden menkul bir “kadın doğası” olmadığı gibi, böyle bir “erkek doğası” da yoktur. Bunu söyleyenler toplumsal sınıf ve sosyal statülerin tarihsel oluşum ve gelişimini göz ardı ederek, kadının çok yönlü sömürüsünü ve ezilmişliğini, yani kapitalizmi sürekli kılmaya çalışıyorlar.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Kadın
  • |
  • 20 Mayıs 2024
  • 19:00

Ataerkil kapitalist düzende kadın çok yönlü sömürülmekte, erkek cinsten daha aşağı görülmektedir. Kadın, “doğası gereği” erkeğe göre zayıf, naif, güçsüz ve korunmaya muhtaç olarak kodlanmaktadır. Bu klişeye göre kadınlar daha duygusal erkekler ise daha rasyoneldir. Kadınlara biçilen bu konum, onları daha düşük ücretle, daha güvencesiz işlerde çalıştırmanın, çoğu durumda işsiz bırakmanın “meşru” gerekçesi sayılıyor. Kadın işsizliği ise aile-çocuk bakımı gibi gerekçelerle “görünmez” kılınmak isteniyor. Böylelikle kadınlar hem toplumsal yaşamdan dışlanmakta hem şiddetin hedefi haline getirilmektedir. 

Kadınların yaşadığı bu sorunlar, kadının “doğası/ fıtratı/ yaratılışı” gibi dini ya da kimi zaman sözde bilimsel argümanlarla gerekçelendiriliyor. Gericilik bu şekilde ortak bir “dil” oluşturuyor. Türkiye’de ve dünyada bu tür söylemler sisteme hizmet eden “uzmanlar” tarafından kullanılıyor. Pek çok örneği olmakla birlikte bunun güncel son örneği Yunanistan Sağlık Bakan Yardımcısı Dimitris Vartzopoulos'un kadın cinayetleri ve aile içi şiddet hakkındaki açıklamalarında görüldü. Aynı zamanda “psikiyatrist” olan Dimitris Vartzopoulos şunları söyledi: 

"Doğada erkek her zaman saldırgandır. Çünkü avlanan ve saldırgan bir şekilde yiyecek arayan odur. Dişi ise farklı işler içindir, doğurmak ve türü desteklemek içindir. Dolayısıyla işin doğası gereği erkek saldırgandır, bu nedenle kadın cinayeti kavramının gerçekten biyolojik bir temeli vardır."

Kuşkusuz bu tarz “biyolojik” gerekçelerle kadına yönelik şiddeti ve ezilmişliği meşrulaştırmaya hizmet eden bakış açısı ve söylemler yeni değil. Bu zihniyete göre, kadın ile erkek arasındaki biyolojik farklılıklar toplumsal iş bölümü ve kadının sosyal konumlanışının sebebidir. Bu şekilde ayrımcı, cinsiyetçi bakışa sözde bilimsel kılıf bulunuyor. Bu zihniyete göre erkeklerin kadın öldürmesi “olağan” bir şeydir.

Bu bilimsel kılıf, biyolojik deterministlerin ileri sürdüğü savlara dayandırılıyor. İnsanın gelişiminde belirleyici etkenin genler olduğunu iddia eden biyolojik deterministler, toplumsal, sosyal ve kültürel etkenleri göz ardı ediyor. Bu indirgemeci bakış açısı, diğer canlı türlerinde görülen şiddet örnekleriyle ya da erkek ve dişi arasındaki hormonal farklardan savlarına kanıt arıyor.  

Erkek “doğasının” daha çok saldırgan, rasyonel, güçlü; kadının ise daha hassas, duygusal, özgeci olduğu, evrimsel uyum çerçevesinde avantaj ve dezavantajlar bakımından ele alınıyor. Bu şekilde bir hiyerarşi kurularak cinsiyet ayrımcılığı “doğal” bir şeymiş gibi sunuluyor. Kadının günümüz toplumsal yaşamındaki sosyal konumu ya da mesleki tercihleri biyoloji ve evrimsel psikoloji gibi bilim dalları alet edilerek izah ediliyor.  

Ortada çok ciddi bir saptırma var. İnsanın diğer canlı türleriyle ortak evrimsel geçmişe sahip olmasıyla, şiddetin bu evrimsel kökenle ilişkilendirilerek meşrulaştırılması “bilimsel” kılıfa uydurulmuş bir cinsiyetçiliktir. Cinsiyetçi zihniyetlerine “kanıt” bulmak isteyenler, en çok genetik benzerlik yakınlığından dolayı, şempanzelerde görülen şiddet olaylarını örnek gösteriyor. Bonobolar ile şempanzelerin taşıdıkları genlerin %96-99’u insan genleriyle aynı. Oysa nedense hep şempanzelerden örnekler verilir. Zira şempanzeler de baskın cinsiyet erkektir, dişileri yönetir. İyi alet kullanıp, iyi avlanırlar. Diğer maymunları da avlayabilirler. Oysa Bonobolarda dişiler popülasyondaki baskın cinsiyettir ve erkekleri yönetirler. Bonoboların ölümcül öfke davranışları sergiledikleri görülmemiştir (*). Çok örnek verilebilir ancak konuyu çok uzatmadan biyolojik deterministlerce kullanılan bu argümanların bilimsel bir geçerliliği olmadığı, açık bir taraflılıkla, eklektik örneklerle konuya yaklaştıkları rahatlıkla görülebilir. Aynı durum IQ çalışmalarıyla siyahilerin beyazlardan aşağı olduğunu sözde ispatlayan ırkçılar için de geçerlidir. 

Erkeğin kadına üstünlüğü konusunda “bilimsel” gerekçelendirmelerin bir diğeri de hormonların neden olduğu savıdır ki bunun da bilimsel bir geçerliliği yoktur. İnsan gibi kompleks bir organizma söz konusu olduğunda ne sadece hormonlar belirleyicidir ne de genler. Salt biyolojik yapının insan davranışlarını belirlemediği de bir başka gerçektir. Bu yaklaşımlar insanın tüm sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik vb. alanlardaki yaşam deneyimleri ve bunların insanların tercih ve davranışlarında oynadığı rolü yok sayar.

Türünü çeşitli özellikleri bakımından diğer tüm hayvanlardan üstün değerlendiren ve yarattığı uygarlıkla övünen “insan”, her nedense kendi türünden 2 milyon yıl önce farklılaşmış şempanze türünde görülen şiddet eğilimini günümüz insanının uyguladığı şiddete gerekçe yapıyor. Böylesi işgüzar açıklamaların ciddiye alınacak bir yanı yoktur.

İster dini, ister sözde bilimsel gerekçelerle izah edilsin, gericiliğin kullandığı bu ortak dilin de kadının eşitsizliğinin de gerisinde kapitalist ataerkil düzen vardır.

Özel mülkiyet düzeninin ortaya çıkışıyla sınıflı topluma geçiş aynı zamanda kadınların toplumsal yaşamda ezilmişliğiyle birlikte gelişir. Kadına aşağı bir konum dayatan cinsiyete dayalı hiyerarşi, biçim değiştirerek günümüze dek gelmiştir. Kendinden menkul bir “kadın doğası” olmadığı gibi, böyle bir “erkek doğası” da yoktur. Bunu söyleyenler toplumsal sınıf ve sosyal statülerin tarihsel oluşum ve gelişimini göz ardı ederek, kadının çok yönlü sömürüsünü ve ezilmişliğini, yani kapitalizmi sürekli kılmaya çalışıyorlar. Sermaye egemenliğine dayalı bu statüko değişmesin, eşitliğe dayalı sosyalist bir toplumsal düzen kurulmasın istiyorlar.

*https://evrimagaci.org/sempanzeler-ile-bonobolar-arasindaki-benzerlikler-ve-farkliliklar-nelerdir-185