AKP kuruluşundan bu yana dinci-gerici ideolojisini yaymak için sayısız ayak oyunları çevirdi, pek çok pervasız dayatmayı hayata geçirdi. Bu ideolojiyi empoze ederek toplumun geniş kesimlerinin öfkesi dizginlenmek istendi. Geleceğini garantiye almak ve “dindar-kindar-itaatkâr” bir nesil yetiştirmek için ise eğitim kurumları her türlü dinsel gericiliğin istismar alanına dönüştürüldü. Manevi danışmanlık adı altında okullara din görevlileri ve tarikat mensupları yerleştirildi. Orta çağ artığı ideoloji ile zehirlenmiş bir nesil yetiştirmek için ders müfredatlarından bilimsel içerikler ve temel bilimi işleyen dersler çıkarıldı. Dinsel gericilik propagandasının ders müfredatlarında kapladığı alan ise sürekli genişletildi.
Eğitim alanına dönük dinci-gerici dayatmalara ve projelere her sene yenileri eklendi. AKP-MHP rejimi geçtiğimiz yılın haziran ayında okullarda ÇEDES protokolü kapsamındaki politikaları hayata geçirmeye başladı. ÇEDES protokolünün hayata geçirilmesinin ardından eğitim alanlarında dinsel gericilik dayatmalarının yaygınlaştığına dair haberler artmaya başladı. ÇEDES protokolü kapsamında İstanbul Çekmeköy’de İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve İlçe Müftülüğü işbirliğinde öğrenciler zorla camiye götürüldü. Kars Merkez İmam Hatip Ortaokulu’nda ise yine ÇEDES protokolü kapsamında “sabır konusu” adı altında okullara ‘maket mezar’ getirildi ve öğrenciler ağıtlar söylemek zorunda bırakıldı. Son haftalarda yaşanan bu ve benzer örnekler ÇEDES projesi kullanılarak çocuklara yapılan kaba dayatmalar hakkında fikir veriyor.
Dinci-gericiliğin çocuklara dayatılması yeni değil elbet. ÇEDES protokolü uygulanmadan önce de “ders anlatmak” için okullara imamlar gönderilmiş, dinsel gericiliği yayacak ders saatleri artırılmış, okullara mescitler açılmış, TÜGVA gibi gerici vakıflara dini eğitim verme imkanı sağlanmıştır. Bu ve buna benzer icraatlar yağma/talan düzeni kuran AKP’nin suç dosyaları kabardıkça din istismarına daha çok ağırlık verdiğine işaret ediyor.
Tüm bunlara ek olarak ÇEDES protokolü adı altında gündeme getirilen dayatmalar eğitim alanının dinci-gericilik tarafından tam bir kuşatmaya alınmak istendiğini gösteriyor. Ayrıca Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in “Keşke şeriatı övecek kadar bilgim olsa” sözleri ve ardından ilk okuldan başlayarak kız ve erkek öğrencilerin ayrı eğitim almalarına yönelik hamlelerin hayata geçirilmesine dair söyledikleri de eğitim alanında köşe başlarını tutan gerici figüranlara biçilen rollerin mahiyeti hakkında fikir veriyor. Ayrıca eğitimin bilimsel temellerde yürütülmesi için hiçbir ödenek ayırmayan iktidar MEB ve Diyanet arasında imzalanan protokollerin hayata geçirilmesi için on milyonlarca lirayı hibe etmektedir. Hali hazırda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi MEB dahil birçok bakanlıktan daha fazladır. Bu kadar büyük bir servetin din istismarına ayrılması AKP-MHP rejiminin eğitim alanındaki kirli hedefleri hakkında fikir vermektedir.
Bu politikaların bir diğer boyutunda ise devlet okullarına giden emekçi çocuklarının dinci-gericilik ideolojisi ile zehirlenerek yetiştirilme hedefi var. Dinci-gerici iktidarın bugün eğitim alanında yürüttüğü pervasız saldırılardan bir nebze de olsa kurtulabilmesi için çocukların özel okullara gönderilmesi gerekiyor. Oysa işçi ve emekçilerin özel okul paralarını ödemeleri ise imkansızdır. Bu bile AKP-MHP rejimimin dinci-gerici politikalarla kimleri hedef aldığını gözler önüne sermektedir.
Başta eğitim alanlarında hayata geçirilen dinci-gerici politikalar olmak üzere yaşamın her alanında bize dayatılan din istismarına dayalı politikalara karşı tepkimizi ortaya koyabilmeliyiz. Emekçiler olarak çocuklarımızı orta çağ artığı gerici ideolojiye teslim etmemeliyiz. ÇEDES gibi gerici protokolleri iptal ettirmek ve çocuklarımızın geleceğini karanlık zihniyetin elinden kurtarabilmek için yapılması gereken örgütlü mücadeleyi yükseltmektir. Dinci gerici kuşatmayı dağıtabilecek bilimsel, laik, parasız, nitelikli eğitim almanın yolunu açabilecek güç örgütlü mücadelemizdir.
K. Sönmez