Eğitim “gerici kuşatmanın” kıskacında

Böyle bir dönemde, dinci-gerici ideoloji ve onun uzantılarına karşı örgütlü mücadelenin anlamı ve önemi daha da belirginleşiyor. Gençliğin bu gerici atmosferi dağıtabilmesinin biricik yolu, okul sıralarından başlayarak örgütlü mücadeleyi yükseltmesinden geçmektedir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 31 Ocak 2024
  • 19:00

Giderek kötüleşen eğitim sistemi, iktidarın zehir saçan gerici ideolojisinin kuşatılması altında. Okullara gönderilen talimatlarla müfredat değiştirilerek bilime aykırı uygulamaların alanı genişletiliyor. Bakanlığın bizzat ön ayak olduğu çeşitli protokoller ile dernek, vakıf, cemaat, tarikat gibi gerici-karanlık örgütlenmelerin önü açıldı. Gelinen aşamada eğitim alanı ilkokuldan üniversiteye kadar dinci-gerici odakların cirit attığı dergahlara dönüştürülmüş durumda.

Yıllar önce Tayyip Erdoğan, “dindar ve kindar nesiller yetiştireceğiz” diyerek, gençliği orta çağ artığı gerici ideoloji ile zehirlemeye verdikleri önemi dile getirmişti. Her ne kadar bu pespaye amacına ulaşamadığını belirtse de yirmi iki yıllık iktidarı boyunca eğitime ve gençliğe yönelik çok ciddi saldırılar gerçekleştirdi. Bu saldırılar öğrenciler üzerinde telafisi mümkün olmayan tahribatlar yarattı. Lise ve üniversite giriş sınavları sonuçlarına bakıldığında bile bu tahribatın maddi “bilgi birikimi” üzerindeki yıkıcı etkisi görülebilir. Yaklaşık bir milyon öğrencinin sıfır çekmesi, gençliğin içine itildiği vahim durumu gözler önüne seriyor.

Hemen her yönü ile 12 Eylül darbesinin özbeöz çocuğu olan AKP’nin iktidarda olduğu süre boyunca defalarca Milli Eğitim Bakanı değiştirilmiş ve atanan bakanlar eğitimi yap-boz tahtasına çevirerek gericiliğin alanını adım adım genişletmiştir. Yıllar içinde tam bir hallaç pamuğuna çevrilen eğitim yönetmeliği, artık iç bütünlükten yoksun, eğitim alanını krize sürükleyen bir rol oynamaktadır.

AKP iktidarının sözcüsü birçok kişi eğitim sistemi ve gençliğe yönelik açıklamalarda bulundu. Fakat tümünün ortak paydası dinci-gerici politikaları okullara egemen kılma ekseninde birleşiyor. Dönemin enerji bakanı Taner Yıldız’ın “Eğitim seviyesi arttıkça AKP’nin oyları düşüyor” şeklindeki açıklaması halen akıllardadır. Aynı şekilde dönemin başbakanı iken Tayyip Erdoğan “dindar bir nesil yetiştireceğiz” sözlerine gelen tepki üzerine şu açıklamayı yapmıştı: “Siz gençliğin isyankar mı olmasını istiyorsunuz? tinerci mi olmasını istiyorsunuz?” Böylece dindar olmayan ya da kendi oluşturdukları genç tanımına sığmayanları “isyankar ve tinerci” olarak yaftalayan faşizan zihniyetini fütursuz bir şekilde sergilemişti.

AKP-MHP rejiminin gençliğe yönelik gerici politikalar dayatması giderek yakıcı bir hal alıyor. Her alanda dayattığı gerici politikalarla gençliği kuşatan iktidar, laik-bilimsel eğitime karşı her fırsatta kin kusuyor. Karma eğitimin “ahlaki olmadığını” iddia ederek erkek ve kız öğrencilerin değil aynı sıralarda aynı sınıfta eğitim görmesine, aynı okulda bile olmasına tahammül edemiyor. Bunu fırsat olarak gören gerici güruhlar ise kız çocuklarının okumamasını vaaz ediyorlar. Sırf bu yüzden okula gidemeyen ve henüz çocukluk çağında evlendirilen binlerce kız çocuğu var. Oysa bu aynı gerici-sapkın zihniyete göre çocuklara tecavüzün yaygın olduğu tarikatların karanlık yuvaları birer “ahlak abidesidir.”

Eğitim sistemi üzerinden gençliği hedef alan bu saldırıların arkasında ciddi bir dinci-gerici ideolojik aygıt var. Son olarak Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan, Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES) adlı proje ile okullarda dini uygulamalar iktidar tarafından çocuklara pervasızca dayatılıyor. Böylece, her okula bir imam atanarak “manevi danışmanlık” adı altında, cemaat, tarikat ve gerici vakıfların okullarda daha yaygın bir şekilde örgütlenebilmesinin önü açıldı.

Bu saldırılar ile eğitim sisteminde kısmi de olsa var olan laik ve bilimsel yön daha da tırpanlanmış oldu. Böylece bir bütün olarak dindar-kindar ve aynı zamanda apolitik bir gençlik kitlesi yaratma planı hayata geçiriliyor. Okumayan, düşünmeyen, araştırmayan, sorgulamayan, karamsar ve itaat eden lümpen bir gençlik, kokuşmuş saray rejiminin “ideal gençlik” beklentisine karşılık düşüyor.

Gençlik hareketi zayıf ve durgun olduğu için, yazık ki bu küstahça saldırılara karşı lise ve üniversitelerde ciddi bir örgütlenme ve mücadele geliştirilemedi. Meselenin sokak ayağı da bu zayıflığın etkisiyle kitleselleşemedi. Böyle bir dönemde, dinci-gerici ideoloji ve onun uzantılarına karşı örgütlü mücadelenin anlamı ve önemi daha da belirginleşiyor. Gençliğin bu gerici atmosferi dağıtabilmesinin biricik yolu, okul sıralarından başlayarak örgütlü mücadeleyi yükseltmesinden geçmektedir. Bu sağlanabildiği ölçüde, rejimin dayattığı gerici ve boğucu atmosfer de dağılacaktır.

K. Torlak