8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne sayılı günler kaldı. Toplamda işçi sınıfının, özel olarak kadın işçilerin mücadele tarihinde önemli bir yeri olan 8 Mart, dünyada ve Türkiye’de ağırlaşan sorunlar yumağı ile karşılanıyor. Gerisinde kapitalist-emperyalist sistemin yer aldığı savaş, derinleşen ekonomik-mali kriz, katmerleşen sömürü koşulları, artan baskı ve saldırılar bu sorunların başında geliyor. Tümü bir arada genel planda işçi sınıfının, özel olarak emekçi kadınların yaşam koşullarını her geçen gün çekilmez kılıyor.
Emekçi kadınlar şiddet-sömürü sarmalında yaşam savaşı veriyor
Kriz koşullarının ağırlaştırdığı çok yönlü sorunlar en çok da emekçi kadınları vuruyor. Zira, emekçi kadınlar genel planda kadınların yaşadığı cinsiyet eşitsizliği, cinsel sömürü, ayrımcılık, baskı ve şiddet gibi sorunların yanı sıra, sınıfsal olarak da eziliyor, sömürülüyorlar. Emperyalist savaşın yıkıma uğrattığı Suriye, Ukrayna, Filistin gibi ülkelerde ise, emekçi kadınların yaşadığı tüm bu sorunlara açlık, ölüm, tecavüz, yakınlarını kaybetmek, göç gibi ağır sorunlar ekleniyor. Emperyalizm en kanlı ve kirli yüzünü, savaş alanına çevirdiği ülkelerde kadınları hedef alan iğrenç saldırıları üzerinden gösteriyor.
Türkiye’deki tablo bu genel durumdan farksız. Ekonomik-mali krizin işçi ve emekçilere ağır bir şekilde fatura edildiği günümüz koşullarında, emekçi kadınların payına bu faturadan çok daha fazlası düşüyor. Çifte sömürü, işsizlik, ucuz işgücü rezervi olarak görülmek, baskı, mobbing, şiddet, taciz ve cinsel istismar emekçi kadınlar adına faturanın kabaran boyutlarını oluşturuyor. Tüm bunlara ev, çocuk ve yaşlı bakımını da eklemek gerekiyor. Kriz koşullarının derinleştirdiği yoksulluk ve sosyal bunalım ise, kadınları hedef alan şiddetin her geçen gün artmasına yol açıyor.
Emekçi Kürt kadınları ise tüm bu sorunlara ek olarak, ulusal kimliğinden ötürü on yıllardır ırkçı-faşist saldırılara maruz kalıyor. Sermaye devletinin uyguladığı kirli savaş politikası en çok da Kürt kadınların yaşamında derin acılar bırakıyor. Kürt halkını hedef alan kirli savaşta hiçbir ölçü ve kural tanımayan sermaye devleti, ulusal mücadelede önemli bir dinamiği oluşturan Kürt kadınlara dönük en vahşi ve insanlık dışı saldırıları devreye sokmaktan geri durmuyor. Tam da bu sebeple cinsel, ulusal, sınıfsal baskı ve sömürü, Kürt kadınların yaşadığı çok yönlü sorunların katmerleşmesine yol açıyor.
Gerici-faşist rejimin kadın düşmanı politikaları
Halihazırda sermaye devletinin dümenini elinde tutan gerici-faşist koalisyon, özellikle son yıllarda kadın düşmanı politikalarını daha da pervasızca uygulamaya başladı. Kadınların kırıntı düzeyinde ve kağıt üzerinde kalan haklarını dahi ortadan kaldıracak adımlar attı, atmaya devam ediyor.
Kendi dinci-gerici zihniyetini toplumun geneline olduğu gibi kadınlara da dayatan iktidar, son yıllarda kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin önünü sonuna kadar açan uygulamalara da imza attı. Kadını her açıdan istismar edilecek bir nesne olarak gören rejim, süreç içerisinde gerçekleştirdiği yasal ya da fiili düzenlemelerle kadınların ikincil konumunu pekiştirdi, kadına dönük her türden saldırının kalkanı olacak icraatları kalıcılaştırdı. Gelinen yerde rejimin mahkemeleri kadın cinayetlerini, cinsel saldırı ve istismar olaylarını adeta aklama ya da düşük cezalarla ödüllendirme mekanizmasına dönüşmüş durumda.
Tüm bunların yanı sıra AKP-MHP iktidarı, kadınları hedef alan kokuşmuş zihniyetini tarikatlar, cemaatler, vakıf vb. yapılanmalar aracılığıyla toplumsal yaşamın tüm alanlarına mal etmek için kesintisiz bir süreç işletmektedir. Başta eğitim sistemi olmak üzere, toplumsal yaşamın bir dizi alanında yoğunlaştırdığı ideolojik-kültürel kuşatma cinsiyet ayrımcılığını derinleştiriyor, kadınların toplumsal yaşamdaki yerini alabildiğine daraltan sonuçlar yaratıyor. Dahası, ortaçağa öykünen iktidarın yozlaşmış ve sapkın ideolojisi her adımında toplumsal çürümeyi de derinleştirmektedir. Küçük yaştaki çocukların evlendirilmesinden gericilik yuvası tarikatlarda türlü biçimlerde istismar edilmelerine değin, kadınları ve çocukları hedef alan saldırıların son yıllarda artması tam da bu nedenle tesadüf değildir. Kaldı ki, bu türden saldırılar bir şekilde açığa çıktıktan sonra toplumun gündemine girebilmektedir. Gerçekte ise kadınları ve çocukları hedef alan saldırılar çarpıtılmış istatistiklerin çok çok üzerindedir.
Önümüzdeki süreçte gerici-faşist iktidarın kadınları hedef alan saldırıları yoğunlaştıracağı ise bir sır değil. Zira, 2023 genel seçimlerini bir şekilde kotaran rejim, daha ilk anda kadınları hedef alan söylemlerini ön plana çıkardı.
“Kadın hakları ve kadın hareketi dinci-faşist iktidarın başlıca hedefi olmayı sürdürüyor. Yeni dönem kadın sorunu, dolayısıyla kadın hareketi için çok daha zor bir dönem olacak. Kadınlara yönelik bir dizi yeni saldırı gündeme gelecek. Mayıs 2023 seçimlerinin ortaya çıkardığı yeni siyasal güç tablosu ve parlamento bileşimi bunu göstermektedir. Nitekim iktidar kadınların zaten son derece sınırlı hak ve kazanımlarına yönelik yeni saldırılara hazırlanmaktadır. Bu kapsamda, yeni anayasa tartışmalarının öncelikli hedefleri arasında, ‘aile yapısını korumak’ adı altında kadın haklarına saldırı da yer almaktadır. İktidar, söylemleri kadar eylemleriyle de kadın haklarını ve hareketini hedef haline getirmiş bulunmaktadır.” (TKİP VII. Kongresi Bildirgesi, Kasım 2023)
Çifte sömürüye karşı mücadelede bir adım öne!
Kadınların yaşadığı bu çok katmanlı sorunlar sömürülen, ezilen, baskı altında tutulan emekçi kadın kitleleri içerisindeki öfkeyi süreklileştirmekte ve büyütmektedir. Son yıllarda kadın mücadelesinin ve hareketinin toplumsal hareket içerisinde ön planda olmasının gerisinde bu gerçeklik yer almaktadır. Kadın mücadelesi, emekçi kadınlar içerisinde döne döne şekillenen bu potansiyelden beslenmekte, iktidarın tüm saldırılarına rağmen inişli çıkılı bir şekilde seyretse de bastırılamamaktadır.
Bu olgu, işçi-emekçi kadınların sınıf merkezli mücadelelere katılımında da gözlemlenmektedir. Kadın işçiler, fabrika ve işyerlerinde yaşanan eylem ve direnişlerde ön plandaki yerini almakta, soluklu ve direngen bir tutum sergilemektedir.
“Sınıf hareketi son zamanlarda kadınların katılımı bakımından anlamlı direnişler yaşadı. Genç kadın işçiler bu direnişlerin içinde, dahası önünde idiler. Direniş boyunca militan ve sürükleyici bir tutum içindeydiler. Erkek işçilerle birlikte, onlarla omuz omuza direniyorlardı. Sınıflar mücadelesinin gerçek alanı tam da burasıdır. Burada sınıfsal bir sorun, dolayısıyla gerçek sınıflar mücadelesine açılan son derece anlamlı ve verimli bir alan vardır. Öte yandan bu, mobbing, taciz vb. gibi, ezilen cins konumuyla bağlantılı sorunların da en anlamlı biçimde gündeme getirilebildiği bir zemindir.” (TKİP VII Kongre Bildirgesi)
Yaklaşmakta olan 8 Mart’a dönük hazırlık süreci bu kapsamda ele alınmalıdır. Bu, kadın işçilerin temel sınıfsal talep ve istemleri ile cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan sorunları bir arada işleyen, çok yönlü bir çabayı ve çalışmayı gerektirir. Kadın emeğine yönelik sosyal-sınıfsal saldırıları etkin bir şekilde teşhir etmek, tüm bu saldırıların gerisindeki kapitalist sistem gerçekliğini somut olgular üzerinden ortaya koymak; buradan hareketle kadın işçileri çifte sömürüye, baskı ve ayrımcılığa karşı mücadelede bir adım öne çıkmaya çağırmak ise bütünlüğü içerisinde 8 Mart sürecinin ekseni olabilmelidir.