Yoksulluğun, güvencesizliğin, ırkçılığın ve beraberinde kadına yönelik şiddetin artması, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nde dünyanın dört bir yanını eylem sahnesine dönüştürdü. Şiddete karşı öfke ve tepkinin dile getirildiği 25 Kasım’da, çelişkilerin yoğun bir şekilde yaşandığı Latin Amerika’dakiler başta olmak üzere pek çok ülkede kitlesel, militan, coşkulu eylemler gerçekleştirildi. Kadın cinayetlerinin çok yoğun bir şekilde yaşandığı Arjantin, Brezilya, Meksika gibi ülkelerde, kadınların katledilmesine karşı tepki öne çıkarken, Avrupa ülkelerinde kadınlara yönelik olarak her geçen gün artış sergileyen şiddet ve devlet politikalarına karşı protestolar öne çıktı.
Türkiye’de de 25 Kasım’ı bu yıl sorunların daha da biriktiği bir dönemde karşıladık. Pandeminin ve krizin faturasının çok yönlü olarak emekçilere kesilmek istendiği, yoksulluğun arttığı, emekçilerin alım gücünün azaldığı, AKP iktidarının kadınlara yönelik saldırganlığının tırmandığı, bunun bir parçası olarak İstanbul Sözleşmesi’nin feshedildiği, aynı zamanda 6284 sayılı yasanın iptali yönünde hazırlıkların yapıldığı, çocuk istismarının yaygınlaştığı, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin gündelik hale geldiği bir süreçten geçiyoruz.
25 Kasım’a giden sürece tüm bu gündemler damga vurdu. Doların artışıyla birlikte, derinleşen ekonomik krize tepkinin açığa çıktığı eylemlerin hemen ardından gerçekleşen 25 Kasım eylemlerinde, iktidarın gerek iktisadi planda yarattığı yıkıma gerekse de kadınlara dönük saldırılarına ve toplumsal yıkıma karşı tepki açığa çıktı. Bu tepki, pek çok alanda “Hükümet istifa” sloganlarında ifadesini buldu.
AKP-MHP iktidarı, İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmiş olmasına rağmen, gerçekleşen eylemlerde öne çıkan pankart ve sloganlar bu feshin yok hükmünde olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Kadınlar, “Sözleşmenin” halen kadınların gündeminde olduğunu, fesih kararının geri püskürtüleceğini, sözleşmenin uygulatılacağını alanlarda bir kez daha haykırmış oldular. Yanı sıra, kadına yönelik artan şiddet ve cinayetler karşısında erkek egemenliğine, buna kol kanat geren devlet iktidarına, 6284 başta olmak üzere yapılması planlanan kapsamlı saldırılara geçit verilmeyeceği kararlılığı da sürecin öne çıkan en temel başlıklarından birini oluşturuyordu.
Bu yıl 25 Kasım sürecinin öne çıkan başlıklarından bir diğeri ise işyerlerinde kadına yönelik taciz ve şiddeti engellemeyi içeren ILO’nun 190 sayılı Şiddet ve Taciz Sözleşmesi’nin Türkiye tarafından onaylanması idi. Gerek ön sürecinde gerçekleşen eylemler gerekse de 25 Kasım günü, başta sendikalar olmak üzere kadın hareketi bileşenleri bu talebi özel olarak işlediler.
Türkiye’nin dört bir yanında sloganlar, zılgıtlar, halaylar...
Geçtiğimiz yıl, 25 Kasım’ın gerek ön süreci ve gerekse de eylemleri pandeminin gölgesinde geçmiş, nesnel koşulların yarattığı tüm zorluklara rağmen, kadınlar 25 Kasım’da baskıya, şiddete ve eşitsizliğe karşı seslerini yükseltmişlerdi.
Bu yıl ise birikmiş sorunların, öfke ve tepkilerin, yan yana geliş özleminin ifadesi olarak kasım ayı boyunca kadınlar evlerde, işyerlerinde, fabrikalarda, salonlarda, pikniklerde, sinema salonlarında, alanlarda, direniş meydanlarında buluştular. Baskılara ve şiddete inat kadınların susmayacağını, susturulamayacağını gösterdiler.
25 Kasım günü ise metropollerden küçük ilçelere kadar Türkiye’nin dört bir yanında kadınlar yaygın şekilde alanlara çıktılar. Önceki yıllara nazaran çok daha yaygın bir şekilde protestoların ifadesi olan 25 Kasım eylemlerinde kadınlar, başta Taksim olmak üzere pek çok kentte polisin engellemeleri ve şiddeti ile karşı karşıya kaldılar. Aynı şekilde bir dizi ilde polis barikatlarını aşarak militan ve coşkulu eylemler gerçekleştirdiler.
Kadın işçiler şiddete karşı mücadelenin neresinde?
Bu seneki 25 Kasım’da da bazı sendikalar, örgütlü oldukları işyerlerinde kadına yönelik şiddeti protesto ettiler. Birleşik Metal-İş, Petrol-İş, Genel-İş, Teksif, Öz İplik-İş sendikaları, örgütlü oldukları fabrika ve işletmelerde pankartlar ve dövizler taşıdılar, açıklamalar yaptılar. Birleşik Metal-İş, Petrol-İş, Genel-İş üyesi kadın işçiler sınırlı yerlerde alanlara çıktılar.
Sendika üyesi kadın işçilerin gerçekleştirdikleri eylemlerin de öne çıkan gündemi, işyerlerinde kadına yönelik şiddeti ve tacizi engellemeyi içeren ILO 190 sayılı Sözleşme’nin uygulanması idi. DİSK, bu sözleşmenin uygulanması yönünde kampanyanın startını da 25 Kasım vesilesiyle gerçekleştirdiği eylemlerde verdi.
Kuşkusuz ki, 25 Kasım gündemini ve kadına yönelik şiddete karşı mücadeleyi işyerlerine taşımak önemlidir. Ancak kadına yönelik şiddete karşı mücadeleyi bir günlük tepki olarak ele almak ve gündelik olarak işyerlerinde kadınların karşı karşıya kaldığı şiddet ve tacize karşı gerekenleri yerine getirmemek, mekanizmaları yaratmamak, bu amaçla sendikal örgütlülüğün gücünü açığa çıkarmamak, kadınları ve aynı zamanda erkek işçileri bu temelde eğitmemek sendikal hareketin ve kadın hareketinin yapısal sorunu olarak varlığını sürdürmektedir. Asli olarak yapılması gerekenler yapılmadığında, 25 Kasım günü gerçekleşen anlamlı tepkiler, bir günlük seremoniye dönüşmektedir.
Tüm bunların yanı sıra, Bakırköy’de grevde olan kadın belediye işçilerinin, Sinbo’da 300 günü aşkındır direnişini sürdüren Dilbent Türker’in çağrısıyla gerçekleşen 25 Kasım etkinliklerinin, 25 Kasım’ın önemli etkinlikleri olduğunu söylemek mümkün. Zira grev ve direnişe varan süreçte işyerlerinde var olan örgütlenme mücadelelerinin bir ayağını da kadın işçilere dönük şiddet, mobbing ve tacize karşı mücadele oluşturmaktadır.
Fabrika eylemlerinin yanı sıra, 25 Kasım sürecinde gerçekleşen eylemlerin heterojen yapısı içinde, elbette sınıfsal olarak emekçi katmanlardan gelen kadınlar belirgin olarak bir yer tutmasına rağmen, toplam olarak bakıldığında, şiddete karşı mücadelede kadın işçiler halen sınırlı bir yer tutmakta, dahası bu mücadelenin öznesi olmaktan uzak kalmaktadır.
***
Bu 25 Kasım’da da değişik katmanlardan kadınlar şiddete, tacize, yok sayılmaya, ağır yaşam ve çalışma koşullarına karşı alanlara çıktılar. Devletin sergilediği baskı ve teröre rağmen, kararlılıkla alanları terk etmediler. Son 25 Kasım süreci kadın hareketinin dinamizmini koruduğunu, toplumsal muhalefetin halen en diri kesimi olduğunu ve hareketin bir süreklilik taşıdığını göstermiş oldu.
Tüm bunlara rağmen, mevcut hareketin yapısal zaafları sürmektedir. Hareketin inisiyatifini oluşturan feministler ve sol güçler için de geçerli olan temel olgu, şiddetin sınıfsal niteliğinin, mevcut sömürü düzeninin şiddeti üreten ve besleyen karakterinin göz ardı edilmesidir. Bu çizgiyle paralel olarak, baskı ve şiddet ile çok yönlü olarak karşı karşıya kalan kadın işçilerin örgütlenme ve mücadelesinden özenle uzak durulmasıdır. Bu kendini kadın işçilerin en dinamik kesimi olan direnişe geçmiş kadın işçilerin mücadelesine olan mesafede de göstermektedir.
AKP-MHP iktidarının yönetimindeki sermaye düzeninin krizi gün geçtikçe derinleşiyor. Bu koşullarda içten içe biriken huzursuzlukların kendini farklı şekillerde açığa vurması kaçınılmazdır. Bu tabloda halihazırda dinamizmini ve gücünü koruyan kadın hareketinin daha da güçlenmesi de kuvvetle muhtemeldir. Hareketin sağlam bir rotaya evrilmesi, devrimci bir sınıf hareketinin ve onun parçası olan proleter kadın hareketinin güçlenmesi ile olanaklıdır. Kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin ve kadın hareketinin de gerçek zeminine oturması, kadın işçilerin örgütlenmesine, mücadelesine ve direnişine bağlıdır.
İşçi-Emekçi Kadın Komisyonları