Maraş merkezli gerçekleşen ve on bir ilde on binlerce insanın ölümüne yol açan depremlerin üzerinden yaklaşık üç hafta geçti. Ortaya çıkan büyük insan kıyımının yanı sıra; depremin toplum yaşamına etkileri ve yarattığı tahribatın çok daha derin ve kapsamlı olduğu açık.
Sermaye iktidarı her ne kadar üzerini örtmeye, verili durumu çarpıtmaya ve sorumluluklarından sıyırmaya çalışsa da yaşanan depremlerin yarattığı toplumsal, sosyal ve ekonomik sorunların gerçek boyutları önümüzdeki günlerde daha belirgin bir hal alacaktır.
Örgütlü mücadele toplumun taşıyıcı kolonudur
6 Şubat sabahı toplumun üzerine enkaz halinde yıkılan kapitalist sistem ve devlet ilk üç gün ortalıkta görünmedi. Saniyeler içerisinde SİHA’larla emekçi halkların üzerine bomba yağdırmakla övünen gerici-faşist rejim deprem sürecinde acz içerisinde kaldı, en basit yardım faaliyetlerini dahi organize edemedi. Saray rejiminin bakanları ve diğer devlet güçleri nihayet deprem bölgelerinde göründüğünde ise sahadan yansıyan manzara kaos ve koordinasyonsuzluktu. Depremin yarattığı yıkımdan sorumlu olanlar, deprem sonrasında da açık bir sınıfsal tutumla hareket ettiler, suç zincirine yeni halkalar eklediler.
Öte yandan, depremin yaşandığı ilk günden itibaren içerisinde devrimci, ilerici ve sol güçlerin, emek ve meslek örgütlerinin yer aldığı geniş bir toplumsal dayanışma pratiği ortaya kondu. Bir nevi dayanışma merkezli halk seferberliği idi söz konusu olan. Bu tablo emekçiler içerisinde dayanışma ruhunun ve bilincinin hala daha diri olduğunu gösterdi. Gelişen dayanışma seferberliğine sol hareket ve toplumsal mücadele güçleri o anki konumu, gücü ve imkanları dahilinde katıldılar. Kimi yerlerde sürükleyici bir güç olarak öne çıktılar.
Kitlelerin adeta seferberlik halinde, büyük oranda kendiliğinden ve bir takım yardımlaşma gurupları üzerinden ya da ilerici-muhalif kesimlerin organizasyonu ile yardımlaşma çalışmalarına katılması fazlasıyla anlamlı fakat bir o kadar da sınırları belli olan bir alandır. Zira, söz konusu olan depremden etkilenen milyonlarca insanın yaşamlarını sürdürebilmesi için gerekli olan ve kalıcı şekilde çözülmesi gereken konut, eğitim, sağlık hizmetleri, alt ve üst yapının yeniden inşası, yüzbinlerce insanın toplumsal yaşama yeniden kazanılması vb. kapsamlı sorunlardır. Tüm bunların karşılanması ise depremin yarattığı yıkımın birinci dereceden sorunlusu olan sermaye düzenine karşı verilecek politik mücadelenin kapsamına girmektedir.
Öte yandan, bugünkü düzeyiyle dahi fazlasıyla önem taşıyan dayanışma faaliyetlerinin işçi ve emekçilerin örgütsüz ve dağınık, sınıf ve kitle mücadelesinin ise geri olduğu koşullarda uzun soluklu olması ve sürdürülebilmesinin de sınırları bulunmaktadır. Buradan hareketle şu gerçeğin altını bir kez daha çizmek gerekiyor: İster deprem vb. doğa olaylarında enkaz olup üzerimize yıkılsın, isterse ekonomik, sosyal ve siyasal saldırılarla emekçilerin yaşamlarını cehenneme çevirsin; kapitalist sistemin çok yönlü enkazı karşısında işçi sınıfı ve emekçilerin taşıyıcı kolonu örgütlü mücadeledir. Deprem sürecinde bir kez daha görülmüştür ki, depremden etkilenen emekçilerin taleplerinin karşılanması da sorumluların yakasına yapışıp hesap sormak da verili toplumsal dayanışmanın güçlü bir mücadeleyle birleştirilmesi de tamamen buna bağlıdır.
Yakalanması ve güçlendirilmesi gereken halka: Politik mücadele
Depremin üçüncü haftası geride kalırken, gerici-faşist rejim enkaz kaldırma çalışmalarına hız verdi. Deprem bölgelerinde yükselen enkaz toplama merkezleri adeta “kimsesizler mezarlığına” dönüşmeye başladı. Hayatta kalan ve kaderine terk edilen yüzbinlerce insan başka kentlere göç ederken, gitme koşulu olmayan ve deprem bölgelerinde kalan insanlar ise çadırdan, beslenme imkanlarından, sağlık hizmetlerinden, bir yudum temiz sudan yoksun bir şekilde yaşam savaşı veriyor.
Tablo buyken gerici-faşist rejim bir yandan yaşanan yıkımı inşaat kodamanları için fırsata çevirmeye çalışıyor, öte yandan baskı ve saldırılarına hız vermiş bulunuyor. İlerici, muhalif basını susturarak, hesap sormak için sokağa çıkanlar üzerinde polis terörü estirerek, yardımlaşma faaliyetlerinin üzerine çöreklenerek, toplumsal dayanışmayı etkisiz kılarak sorumluluğunu gizlemeye, rant politikalarını sorunsuzca hayata geçirmeye çalışıyor. Depremin yarattığı yıkımı dahi seçim politikasına malzeme yapmaya çalışan rejim, bir kez daha harcını kan ve ölümle kardığı iğrenç bir sürecin startını vermiş bulunuyor.
Tüm bu gerçeklerden hareketle, gelinen yerde politik mücadeleyi güçlendirmek, deprem sürecinde kaynaşan ve duyarlılıkları artan emekçileri bu mücadeleye kazanmak sürecin en kritik halkasını oluşturmaktadır. İşçi sınıfı ve emekçileri gerici-faşist rejimden hesap sormaya çağıran, bununla beraber depremden etkilenen emekçilerin konut, beslenme, sağlık hizmetleri, eğitim vb. yaşamsal taleplerini merkezine alan politik ajitasyonu ve siyasal mücadeleyi yükseltmek günün en temel sorumluluğudur. Bu sorumluluğun taşıyıcısı olan devrimci-ilerici güçler ve diğer toplumsal mücadele dinamikleri bir yandan rejimin artan baskılarına göğüs germeli, öte yandan işçi sınıfı, emekçiler, gençler ve emekçi kadınlar içerisinde biriken öfkeyi ve gelişen dayanışma eğilimini politik mücadeleye kanalize etmek için adımlarını hızlandırmalıdır. Yakalanması ve güçlendirilmesi gereken halka, deprem bölgesindeki emekçilerin temel taleplerini ve genel planda hesap sorma çizgisini esas alan politik mücadeledir. Depremle birlikte açığa çıkan toplumsal duyarlılığı sermaye düzenini hedef alan toplumsal bir mücadeleye evriltmenin yolu buradan geçmektedir.
Yaklaşan 8 Mart sürecini ve hayata geçirilecek eylemleri bu bağlamda sermaye düzeni ile hesaplaşılacak zeminlere dönüştürmek ise sürecin ilk önemli halkasını oluşturmaktadır.