Kaldıkları yerden yola devam etmek istiyorlar!
Deprem öncesinde hiçbir önlem almayarak, sonrasında ise halkı kaderine terk ederek yaşanan büyük insan kıyımından sorumlu olan AKP-MHP rejimi, şimdi ise bir taraftan suçunun büyüklüğünü örtme, öte taraftan çöküşünü erteleme hesapları yapıyor. Yaklaşık bir hesaplama ile hala 100 bin civarında insan enkaz altında bulunuyor. Buna rağmen kokuşmuş rejim dünden itibaren dozerlerle enkaz kaldırmaya başladı. Telaşları çok büyük olmalı ki, insanların yakınlarını bir mezara gömmelerine bile fırsat vermek istemiyorlar.
Tayyip Erdoğan’dan Devlet Bahçeli’ye, Saray’ın bakanlarından AKP şeflerine, gazeteci kılıklı rejim beslemelerden trol çetelerine kadar, iktidar adına söylenen her söz bu güruhun milyonların yaşadığı yıkımla ilgili olmadığını gösteriyor. Kokuşmuş rejimlerini koruma histerisiyle hareket ediyorlar. Yaptıkları açıklamalarla, yazdıklarıyla, tehditlerle, sahte vaatlerle ve daha birçok araçla depremzedeleri değil, kendi saltanatlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Saray’ın düşkün yamaklarından Bülent Arınç’ı sahneye çıkarıp seçimlerin ertelenmesi yönünde çağrı bile yaptırdılar. O kadar utanmaz, o kadar pişkinler ki, ağır bir suçun vebali altında olmalarına rağmen, “siyaset yapıyorsunuz” diye başkalarına fütursuzca saldırıyorlar. Yani sebep oldukları büyük insan kıyımı ve dehşet verici yıkımların ardından, bir şey olmamış gibi, kaldıkları yerden yola devam etmek istiyorlar. Katliamın sorumlularından tek birinin bile istifa etmemesi, bu hilkat garibelerinin saltanata nasıl da düşkün olduklarını gözler önüne seriyor. Tek dertleri bu kokuşmuş saltanatı ayakta tutmak ve bunun için kirli manevralar yapmaya devam ediyorlar.
Devletin aczi belirgin şekilde görüldü
Halkı kaderiyle baş başa bırakan rejim, işçi ve emekçilerin gösterdiği dayanışmadan ciddi bir rahatsızlık duyuyor. Bunu açıkça dile getirmeseler de onları en çok korkutan şey, emekçilerin dayanışmasıdır. Bundan dolayı “tüm yardımlar AFAD’a yapılsın” lafları ettiler. Depremzedelere getirilen çadırlar başta olmak üzere birçok malzemeye polis zoruyla el koyarak dayanışmayı baltalama çabalarını sürdürüyorlar. İlerici ve devrimci güçlerin, sendikaların, kitle örgütlerinin yıkılan kentlerde yardım çalışmaları yürütmelerinden duyulan rahatsızlık, bazı noktalarda polisin gösterdiği saldırgan tutumdan da anlaşılıyor.
Rejime tabi olmayan inisiyatiflerin geniş bir alanda çalışması, devletin aczinin daha belirgin şekilde görünmesini sağlıyor. Zira iktidar üstüne düşeni yapsaydı bu organizasyonların oynayacağı rol sembolik kalırdı. Oysa hem hazırlıksız hem beceriksiz hem isteksiz olan rejimin insafına bırakılsaydı, yıkımın kurbanı olan emekçilerin durumu çok daha vahim olurdu. Ancak onlar sefil saltanatlarını koruma telaşında oldukları için işin bu kısmıyla ilgilenmiyorlar.
Felaket olup emekçilerin üzerine çöken devletin imajının yerlerde sürünmesi, yıkıma uğrayan halka yardım eden Ahbap kurucusu Haluk Levent ile Babala TV yöneticisi Oğuzhan Uğur’u bile hedef almalarına neden oldu. Oysa her iki oluşum da AFAD’la koordineli çalıştıklarını söylüyorlar. Ancak kokuşmuş rejimin esas derdi, imajının yerlerde süründüğünün bu vesileyle daha da belirginleşmesidir. Zira halkın büyük çoğunluğu rejime güvenmediği için Ahbap başta olmak üzere diğer yardım organizasyonlarına bağış yapıyor. Bu ise histerik tepki ya da tehditlerin savurulmasına yol açıyor.
Dayanışmayı büyütmek ve sıkılaştırmak gerekiyor
AKP-MHP rejiminin pervasızlığının bir nedeni halkın yaşamını hiçe sayan kokuşmuş bir zihniyeti temsil etmesi iken, diğer nedeni ise saltanatın çökmesinden duyulan korkunun derinleşmiş olmasıdır. Bu kadar çürümüş bir rejimin yıkımdan etkilenen milyonlarca kişinin ihtiyaçlarını karşılaması, emekçilerin yaralarına merhem olması imkansızdır. Zaten öyle bir dertleri de yok. Yani bu zorlu süreç uzayacaktır. Bu ise hem deprem bölgelerinde yaşamın idame ettirilebilmesi için hem rejimin olası saldırganlığına karşı durabilmek için dayanışmayı daha da büyütmeyi ve sıkılaştırmayı gerektiriyor.
Rejim birtakım kırıntılar dağıtsa da emekçilerin barınma, beslenme, sağlık hizmetine ulaşım gibi temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak gibi bir derdi yok. Bu ihtiyaçların karşılanması için emekçilerle ilerici ve devrimci güçler arasındaki dayanışmanın sıkı ve belli bir dönem için sürekli hale getirilmesinin önemini özellikle vurgulamak lazım. Rejimin “göstermelik kırıntılarla günü kurtarma” ve bunun üzerinden tiksinti verici reklam kampanyaları organize etme politikasına prim verilmemelidir.
Halkın geniş kesimlerinin dayanışma göstermesinden rahatsız olan Saray rejiminin belli taleplerin eylemlerle dile getirilmesi karşısında daha saldırgan bir tutum alacağından kuşku duymamak lazım. Bundan dolayı ilerici ve devrimci güçlerle emekçilerin dayanışmasını pekiştirmek, sürecin seyrinde önemli bir rol oynayacaktır. Bu bağlamda somut veriler üzerinden bu konuda emekçilerin uyarılması ve mücadele etmeden hiçbir sorunun çözülmeyeceği konusunda bilinç açıklığının sağlanması yönünde harcanan çabalar büyük bir değer taşıyor. Dayanışmanın pekiştirilmesi ve mücadelenin somut talepler etrafında örülen bir örgütlülüğe kavuşturulması ulaşılması gereken temel hedeflerden biridir.
Toplumun geniş işçi ve emekçi kesimlerinin kendi inisiyatifleriyle ortaya koydukları dayanışma, her tür insani ve ahlaki değerden yoksun, tam bir çürüme içinde bulunan Saray rejiminin “kendi suretinde bir toplum yaratma” çabasının fiyaskoyla sonuçlandığını kanıtlamıştır. Kurtarma çalışmalarının ardından, bu güçlü dayanışma çabasının temel ihtiyaçların karşılanmasının sınırlarını aşıp, depremzedelerin diğer taleplerini karşılaması için rejimin üzerinde basınç oluşturabilecek bir eylemliliğe kavuşturulması, mücadeleyi geliştirmenin temel koşullarından biridir.
Dayanışma duygusunun güçlü olmasının yarattığı umut, bu sayede AKP-MHP rejimi tarafından yaratılan dikey yarılmanın kısmen de olsa aşılması, mücadelenin geliştirilmesi açısından avantajlar sağlıyor. Bu temelde ilerici ve devrimci güçlerin dayanışmayı güçlendirme, mücadeleyi büyütme çabalarının özel bir önem taşıdığını vurgulamak gerekiyor.