Tüpraş sözleşmesi ve sermayenin sınıfa saldırı kararlılığı!

Tüpraş sözleşmesi işçi sınıfına bir gözdağı verme hamlesidir. Bu gözdağı, mevcut kriz koşullarında yaklaşan kamu TİS’leri ve metal grup sözleşmelerinin de sert geçeceğini gösteriyor. Düşük ücret dayatması ve esnekleştirme saldırısı yaklaşan TİS’lerin temel gündemleri olacaktır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 12 Temmuz 2019
  • 08:03

Tüpraş sözleşmesinin Yüksek Hakem Kurulu (YHK) kararıyla sonuçlamasının ardından bir haftayı aşkın bir süre geçti. Henüz sendika ile emek cephesi sözleşmenin ortaya çıkardığı tabloyu yeterince değerlendirip sonuçlar çıkarabilmiş değil. Ama hemen herkesin bu sözleşmenin Tüpraş işçisinin taleplerinden öte sonuçları olacağı konusunda hemfikir olduğu söylenebilir.

YHK’nın bir sözleşmeyi işçilerin taleplerine kulağını tıkayarak bağıtlaması ilk defa olmuyor. Ancak Koç sermayesinin verdiğinin bile gerisinde kalması, sadece bundan sonraki sözleşmeler için değil, bir bütün olarak işçi sınıfının hak alma mücadelesi açısından genel bir mesaj niteliği taşıyor.

Koç sermayesi uzun zamandır Tüpraş’ta istihdam biçiminde değişiklik yapmak istiyor (aynısını Socar ve Petkim’de de yapmak istiyor), bunun için de sendikanın etki ve gücünü sınırlamaya dönük hamleler yapıyor. Bu durum, “3 yıllık sözleşme, vardiya sisteminde değişiklik ve mazeret izinlerinin azaltılması” gibi dayatmalarda gösterdiği ısrarı daha anlaşılır hale getiriyor. Bu dayatmaların kararlı bir mücadele ile püskürtülememesinin bundan sonrası için Koç sermayesinin elini güçlendireceği açık.

Ancak daha önemlisi, sözleşmenin genele olan etkisi. YHK’nın sözleşmeyi resmi enflasyonun üçte biri oranında bir zam ile bağıtlaması, uşaklığını yaptığı sermaye sınıfının krizin faturasını işçi sınıfına çıkarma konusundaki kararlılığını gösteriyor. Bu tutumla, bundan sonraki sözleşme süreçleri hatta asgari ücret için bile scala belirlenmeye çalışılıyor. Kapitalist patronun tüm taleplerinin neredeyse aynen kabulü ve yüzde 6 zam ile, hem Tüpraş işçisine hem de genelde işçi sınıfına açıkça, “patronların dayatma ve taleplerini kabul edin yoksa daha kötüsüne razı olmak zorundasınız” mesajı veriliyor.

Bu pervasızlığın Tüpraş gibi belli bir mücadele birikimine sahip bir işletme üzerinden gerçekleşmesinin kendine özgü nedenleri kuşkusuz vardır. Yukarıda bahsedilen istidam biçiminde bazı değişiklere gidilmesi ve bunun için özelleştirme öncesi dönemden kalan bazı hakların gaspı, sendikanın hâlâ sahip olduğu gücün sendikal örgütlenme ile birlikte zayıflatılıp etkisizleştirilmesi, bu nedenlerin başlıcaları olarak sayılabilir.

Ayrıca, sendika adına görüşmeleri yürüten komisyon başından itibaren dayatmaları kabul etmiyoruz yaklaşımını ortaya koyduğu halde bunun gerektirdiği türden kararlı bir mücadele hazırlığı konusunda neredeyse hiçbir şey yapmamıştır. Başta sınıf devrimcileri olmak üzere tabandan gelen uyarı ve eleştirilere kulaklarını kapatmıştır. Buna, genel başkancılar/şubeler biçiminde yansıyan ve esastan benzer mücadele anlayışına sahip olanların yaklaşan genel kurul hesapları üzerinden ayrışmasının getirdiği zayıflık tablosu eklenmiştir. Bunların da hem sermayeyi hem de YHK’yı, “o gün bu gündür” diyerek cesaretlendirdiği anlaşıyor.

Sözleşme süreci aynasında sendikal hareket ve sol hareket

Bağıtlanan sözleşmenin sınıf hareketine genel etkisi açıkken, geleneksel sendikal merkezlerin geçiştirici suskunluğu, Türkiye’deki sendikal hareketin ibret verici tablosunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Kendine göre bazı ilerici dinamiklere ve azımsanmayacak bir mücadele birikimine sahip olan Petrol-İş Sendikası, değil yeni bir eylem programı hazırlamak, süreci tartışmak için kendi üyelerinin karşısına bile çıkmış değil. Türk-İş, en büyük bileşenlerinden birinin en önemli işletmesinde yaşananları özel bir toplantıya konu etmeyecek kadar delalet içinde. Diğer sendikaların yapmaya çalıştıkları türden açıklama ve uyarılarla yetiniyor.

İmamoğlu’nun galibiyetinden kendisi zafer kazanmış gibi sarhoş olan sol hareket saldırıya ilgi göstermezken, her şeye rağmen süreçle ilişkilenmeye çalışan bazı reformist çevrelerin tutumu ise, genel başkan/şubeler çekişmesinde taraf olmanın ötesine geçemiyor.  

Hareketin gündemlerine daha bütünlüklü bir müdahale!

Tüpraş sözleşmesi işçi sınıfına bir gözdağı verme hamlesidir. Bu gözdağı, mevcut kriz koşullarında yaklaşan kamu TİS’leri ve metal grup sözleşmelerinin de sert geçeceğini gösteriyor. Düşük ücret dayatması ve esnekleştirme saldırısı yaklaşan TİS’lerin temel gündemleri olacaktır.

Tüpraş sözleşmesinin sadece Tüpraş işçileri değil tüm işçi sınıfı açısından önem taşıdığının altını daha en başından çizen ve söz konusu kayıpların eylemli bir hat ile geri alınabileceğini savunan sınıf devrimcilerini, bu açıdan önemli görevlerle yüklü bir dönem bekliyor.

Yalnızca sermayenin saldırılarına karşı değil, sendikal bürokrasiye ve onun sendikal harekete hâkim kıldığı işbirlikçi-uzlaşmacı çizgiye karşı da etkili bir mücadele yürütmek; bu mücadelenin her şeyden önce sınıfın eyleminin tabandan örgütlenerek başarılabileceğinin açık bilincinde olmak; tüm geri ve sorunlu yanlarına rağmen hareketin kısmi istemleri ile kendi programımız dolayısıyla sınıfın bütünlüklü çıkarları arasında gerekli bağı kurarak sürece yaklaşmak, temel görevler olarak önümüzde duruyor.

Bu görevlerin gereğince yerine getirilmesi, bütün çalışma alanlarının kendi iç yönelim ve önceliklerini aşarak, sınıf hareketinin temel gündemlerine kilitlenmesi ile başarılabilir. Sınıf devrimcileri yaklaşan kamu TİS’lerine ve metal grup sözleşmelerine bu bakış açısıyla yükleneceklerdir.