TÜPRAŞ sözleşmesi işçi sınıfının en ağır saldırı koşullarıyla karşı karşıya kaldığı bir dönemde görüşüldü. Sözleşmenin teknik detayları bir yana, sözleşme süreci iki sınıfın açık olarak karşı karşıya geldiği bir mücadele sürecine sahne oldu. Türkiye’nin en büyük kuruluşlarından biri olan Koç sermayesi bu süreç boyunca bütün kurumlarıyla Türk sermayesini ve hükümetini yanında buldu. Polis tehdidi, Yüksek Hakem Kurulu şantajı, psikolojik ve fiziki baskılar böylece had safhaya çıkarılabilindi. Toplu sözleşme süreci aslında mantığına uygun olarak yalnız Koç sermaye grubu ile değil tüm sermaye sınıfına ve onun her türlü kurumuna karşı bir mücadele olarak gerçekleşti. Ancak ne yazık ki TÜPRAŞ işçisi bu tür bir blok karşısında yeterince hazırlıklı ve donanımlı değildi. Karşımızdaki blok ne kadar güçlü olursa olsun sözleşme sürecinin buraya varmasındaki esas neden TÜPRAŞ işçisinin mevcut hazırlık ve kararlılık düzeyindeki sorun alanlarıdır. Ama bu sorun alanlarının esas sorumlusu olarak kendi başına TÜPRAŞ işçisi gösterilemez. Zira TÜPRAŞ işçileri geçmiş mücadele birikimine de dayanarak, asgari bir mücadele kapasitesi ortaya koymuştur. Kolayından teslim olmuş değildir. Ancak kendilerini böyle bir sürece hazırlayacak önderlikten, mücadelelerini her açıdan destekleyecek bir sınıf dayanışmasından ve yaşananların anlamını işçi sınıfı cephesinden yorumlayabilecek siyasal bir müdahaleden yoksun kaldığı ölçüde bu kadar ciddi bir saldırıyı gereğince karşılayamamıştır.
Sözleşmenin YHK’daki halinin ortaya çıkaracağı kayıp hiçbir şekilde küçümsenemez.
* Sözleşme süresi 3 yıllık belirlendi!
* Vardiya sistemi işverenin isteğine göre değiştirildi!
* Mazeret izni işverenin onayına açık bırakıldı!
* İlk 6 aylık zam oranı %6 olarak belirlendi, diğer 6 aylarda ise %5 zam oranının uygulanmasına karar verildi.
“Bu sefer böyle oldu, gelecek sefer telafi ederiz” hafifliği ile geçiştirilemez. Sınıfımızın karşı karşıya kaldığı genel saldırı dalgasından bağımsız ele alınamaz. Ancak bu tablodan yola çıkarak felaket ve öldük bittik psikolojisine girmenin ne gereği ne de anlamı vardır. Sınıf hareketi sadece başarılarıyla güçlenmez. Çoğu zaman bizi ilerleten, yenilgilerden çıkardığımız derslerdir.
Yeni bir başlangıç için kapsamlı bir muhasebe ihtiyacı!
Bunun yolu bütün zayıflıkların “yen kırılır kol içinde kalır” anlayışından sıyrılarak hiçbir şeyi kişiselleştirmeden açıklıkla tartışılmasından geçmektedir. Bu tür bir muhasebenin muhatabı hiçbir şekilde sadece TÜPRAŞ işçileri değil, başta sendikal yapılar olmak üzere, bütün kurum ve kişileriyle işçi hareketinin kendisidir. Herkesin birbirini gereğince dinlediği bir ortamda yapılacak olan muhasebe yeni bir başlangıç yapmak için yeni bir dayanak olacaktır. Bunun üzerinden şekillenecek yeni bir toparlanmanın tüm kayıplarımızı geri alması ve fazlasını kazanması ise er ya da geç başarılacaktır.
TÜPRAŞ işçisinin kararı
Sınıf hareketinin genel duruma dair söylediklerimiz TÜPRAŞ işçisinin mücadele boyunca gösterdiği zafiyet ve kararsızlıkların üstünü tabi ki örtmemelidir. Dışarıya yansıyan hava ne olursa olsun bir çoğumuz biliyoruz ki işçilerin önemli bir kısmı sözleşmenin bu haliyle imzalanmasına kerhen de olsa destek vermiştir. Bu eğilimin devlet kurumlarının ve yasaların devreye sokulmasının yarattığı sıkışmadan kaynaklanması tabloyu anlaşılır kılsa da, tutumun yanlış olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Sermaye, polis zoru ve YHK şantajı ile işçinin kararlılığını kırmış, sendikayı kendi istediği koşulların azıcık üstüne razı olma çizgisine getirmiştir.
Ayrıca süreç boyunca bir dizi önemli hata yapılmış, eylemli süreç hep belli sınırlar içinde tutulmuştur.
Eylemli sürecin tam da güçlendirilmesi gereken bir aşamada stabil hale sokulması, YHK görüşmesine üç gün kala kapanma eylemine geçip bir ay boyunca işçiyi bekletmek, patronun her masa çağrısı öncesinde yeni bir hamle yaptığının görülmesine rağmen sendikanın masaya kendi eylem düzeyini arttırarak oturtmayı tercih etmemesi, emek kamuoyunda yarattığı ilgiye rağmen direnişin içe kapanan görüntüsü, sınıfa dönük genel saldırılarla TÜPRAŞ işçisinin taleplerinin birleştirilememesi bu hatalara örnek olarak verilebilir.
TÜPRAŞ işçisi şimdi yeni bir karar verecektir. Ya yaşadıklarını sineye çekecek hazmetmek için kendine bahaneler oluşturacaktır, ya da hemen bugünden kayıpları telafi etmek için hedefli yeni bir mücadele programı oluşturmaya başlayacaktır. Birinci yol seçilirse yaşanacak tablonun TÜPRAŞ işçisinin tüm mücadele birikimini alıp götüreceği aşikardır.
Tek tek işletmeleri ve onların sorunlarını aşan, tabandan örgütlenen, birleşik bir sınıf hareketi için görev başına!
İşçi sınıfı tarihinin en ağır saldırı dalgası ile karşı karşıyadır. Kıdem tazminatının gaspına dönük hazırlıklar, zorunlu BES, işten atma saldırılarıyla krizin yükünün işçi sınıfına kesilmesinden başka bir anlam taşımamaktadır. Tüm bunlar ve diğer saldırı hazırlıklarının sınıfımız için yarattığı, yaratacağı kayıp şu veya bu sözleşmenin başarısız geçmesinden çok daha yıkıcı sonuçlar barındırmaktadır.
Bugün yapılması gereken en önemli şey; iş yerlerimizi ve oradaki özgün mücadele başlıklarını bir kenara itmeden, bu genel saldırılara karşı, krizin faturasını ödemeyeceğiz iddiası ve kararlılığıyla topyekûn bir direnişi örgütlemek için tabandan fabrika fabrika, işyeri işyeri örgütlenmek, bir araya gelmektir. Bu görevin yerine getirilmesi birçok öncü ilerici işçi ve yönetici arkadaş için bugünün şartlarında uzak bir hedef gibi görünüyor olabilir. Ancak bunu başarmaktan ve bu başarı üzerinden örgütleyeceğimiz topyekûn bir hareketle tüm kayıplarımızı geri almaktan başka seçeneğimiz de yoktur. TÜPRAŞ işçisi de bu mücadelede yerini almalıdır. İşte o zaman sermaye devlet işbirliğiyle dayatılan sözleşmenin kayıpları hızla geri alınacaktır.
Ege İşçi Birliği
2 Temmuz 2019