31 Mart seçimlerinde meşruluğunu yitiren AKP-MHP rejiminin uğradığı hezimet iç hesaplaşmaları tetikledi. Azalan parsayı paylaşma konusunda anlaşamayan dinci-faşist koalisyon, mafya babaları üzerinden hesaplaşmaya girişti. Taraflar yolsuzluk, talan, mafya babalarıyla ilişkiler, cinayetler gibi birçok kirli/kanlı işe birlikte bulaştıkları için birbirinden kopmayı göze alamıyor. Her biri diğerine karşı birtakım hamleler yapıyor. Buna karşın kanlı-bıçaklı olsalar da dinci-faşistler Kürt halkına düşmanlık söz konusu olduğunda birleşiyorlar.
İlk kayyım saldırısına seçimlerin ertesi günü Van’da giriştiler. Ancak hem Kürt halkının/hareketinin hem ilerici devrimci güçlerin tepkileri hem düzen muhalefetini temsil eden CHP’nin tutum almasıyla Van saldırısı püskürtüldü. Ancak Van’da azı dişlerini gösteren rejim, seçim hezimetinin ardından hangi araçlarla yöneteceği konusunda mesaj da vermişti. Gayrı meşru rejimin partileri devleti ele geçirmiş, tüm şiddet araçlarını kontrol ediyorlar. Yargıyı da bir aparat gibi kullanarak “hukuk terörü” estirebiliyorlar. Son dönemdeki neredeyse önemli tüm mahkeme kararları saraydan gelen emirlere göre veriliyor.
Van hezimeti rejimin Kürt halkına düşmanlığını daha da derinleştirmiş görünüyor. Zira Saray beslemesi medya Irak ve Suriye Kürtlerine karşı savaş için hazırlık yapıldığı haberleri verirken Hakkari belediyesine kayyım atandı. Rejim, Hakkari'de DEM Parti’den (Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi) Belediye Eşbaşkanı seçilen Mehmet Sıddık Akış’ı gözaltına aldırdı. Ardından açıklama yapan sarayın İçişleri Bakanlığı, Vali Ali Çelik’i “Belediye Başkan Vekili” sıfatıyla kayyım atadığını ilan etti. Bu hamle, baskı ve zorbalıkla yönetme konusunda rejimin ısrarlı olduğu gerçeğini birkez daha gösterdi. Hal böyleyken “yumuşama/normalleşme” laflarının edilmesi, riyakarlığın yeni göstergesi oldu.
Van’da başlayan saldırıya 1 Mayıs yasaklarıyla, ardından yapılan ev baskınları ve tutuklamalarla, Kobanê Davası’nda giyotinin çalıştırılmasıyla yeni halkalar eklenmişti. Hakkari’ye kayyım atayan rejim “pervasızlıkta sınır tanımama” tutumunu kolayından terk etmeyeceğini de ilan etmiş oldu.
***
Yağmadan/talandan beslenen, depremzedelerin topraklarına bile göze diken mafyatik bir rejimin “normalleşmesi” eşyanın tabiatına aykırıdır. Saray rejimi ilk büyük seçim hezimetini yaşadığı 7 Haziran 2015’ten bu yana bunu defalarca gösterdi. Bu tür rejimleri ancak kitlelerin mücadelesi geriletebilir. Sandıklarda gösterilen “pasif direniş” aktif direnişe dönüşmediği sürece, gayrı-meşru da olsa rejim kendi yöntemleriyle işe devam edecektir.
Hakkari saldırısına gösterilen tepkiler, demokratik Kürt hareketinin sokaklara çıkması, CHP’nin kayyımı meşru görmemesi gibi olgular rejime geri adım attırabilir. Ancak bu, Van’da olduğu kadar kolay olmayabilir. Buna karşın geniş kitleler nezdinde meşruiyetini yitirmiş olması, saray rejiminin gücünün sınırlarına da işaret ediyor. Dolayısıyla Hakkari saldırısının püskürtülmesi, rejime sınırlarını idrak etme konusunda bir ders verebilir. Aksi durumda ise daha azgın hamleler yapması sürpriz olmayacak.
***
Kapitalist/emperyalist sistem krizler, bunalımlar, savaşlar döneminde demokratik haklar ve özgürlüklere karşı saldırıya geçmiştir. Ukrayna savaşı ve siyonist İsrail’in Gazze’de işlediği soykırım suçuna karşı gelişen kitle hareketinin maruz kaldığı saldırı, haklar ve özgürlükler mücadelesini emperyalist ülkelerde de birinci gündem maddesi haline getiriyor. Bu ise kapitalist egemenlik devam ettiği sürece hak ve özgürlüklerin güvence altına alınamayacağına işaret ediyor.
Türkiye gibi dinci-faşist rejimler tarafından yönetilen ülkelerde ise devlet basit hakların kullanılmasına bile tahammül etmeyecek kadar saldırgan. Bu bağlamda zaten güdük olan hakların korunabilmesi bile ancak ilerici-devrimci güçler, demokratik Kürt hareketi ve işçi sınıfıyla emekçi kitlelerin fiili meşru direnişiyle korunabilir. Saray rejiminin Hakkari’de giriştiği kayyım saldırısının püskürtülmesi bu bağlamda büyük önem taşıyor. Kayyım saldırısına karşı mücadeleyi haklar ve özgürlükler mücadelesinin temel bir gündemi olarak değerlendirmeyi ve buna uygun tutum geliştirmeyi günün temel görevlerinden biri saymak gerekiyor.