Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 2000 yılında 18 Aralık’ı Uluslararası Göçmenler Günü olarak ilan etti. Geçen zaman diliminde kapitalist sistemin yarattığı savaşlar, doğal felaketler, açlık ve salgın hastalıklara bağlı olarak yerküremizde göçmenlerin sayısı da sorunları da katlanarak arttı.
Bu sürede muazzam bir servet birikimi, bilimde devasa gelişme, teknolojik atılımlar oldu. Ama öte yandan açlık, yoksulluk, sefalet, pandemi gibi belalar katlandı. Bugün, yaşamın en temel ihtiyaçlarından olan temiz suya bile erişemeyen milyarlarca insan var. Bir yanda modern ultra lüks binalar, diğer yanda barınabileceği basit bir barakadan bile mahrum bırakılan miyarlarca insan… Doğanın azgınca ve sınırsızca sömürüsüne dayanan kapitalist üretimin hızlandırdığı küresel ısınma ve çevre kirliliğine bağlı olarak ekolojik dengenin bozulması, bunun ürünü olan kuraklıklar; savaşlar ve katlanarak büyüyen kitlesel göçler…
BM Uluslararası Göçmenler Günü ilan ettiğinde dünyada 173 milyon göçmen vardı. Şimdi ise resmi kayıtlara göre bu sayı 272 milyona ulaşmış bulunuyor. Yani son 19 yılda 100 milyonu aşkın kişi göçmen durumuna düşürülmüştür.
Göçmenlerin dünya nüfusuna oranı 1990’da yüzde 2,9 iken, 2019 yılında yüzde 3,6’ya yükseldi. Bilim ve teknolojide sağlanan devasa gelişmeler, insan yaşamını kolaylaştırıp daha mutlu ve müreffeh bir yaşamın imkanları olamadı. Zira, bu imkanlara ve tüm toplumsal zenginliğe kapitalist tekeller tarafından el koyuluyor. Kapitalist tekellerin toplumsal zenginliği gasp etmesi servetin karşısında sefaleti de derinleştiriyor.
Bunun bir sonucu olarak, dünya üzerinde yaşayan her 28 kişiden biri göçmen durumuna düşürüldü. Göçmen nüfusun bu denli artmasına yol açan etkenlerin tümünün kaynağında kapitalist düzenin çelişkileri yatıyor.
Teknolojik gelişmeye bağlı olarak çalışma saatlerinin düşürülmesi gerekirken, esnek çalışma dayatmasıyla daha da uzatıldı. Birçok ülkede işçi ve emekçiler aldıkları ücretle geçinemezken, çalışanların emeklilik yaşı yükseltildi, gelirleri düşen emekliler ise sefaletin kucağına atıldı.
Toplumsal ihtiyaçlardan ziyade, emek sömürüsüne ve bundan doğan kâra dayalı kapitalist üretimin ekolojik dengeyi bozması ani ve hızlı ısı değişimine yol açıyor. Aşırı sıcaklar ve doğal afetlerin neden olduğu göç dalgası 2019 yılında savaşların neden olduğundan 3 kat daha fazla insanı, yaşadığı çevreyi, ülkeyi terk etmek zorunda bıraktı.
Norveç Mülteci Konseyi’nin yaptığı son araştırmaya göre koronavirüs pandemisinin başlangıcından bu yana dünya genelinde yaşanan çatışmalar nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalan insanların yaklaşık yüzde 77’si işini ve gelirini kaybetti. Raporda insanların, “Koronavirüs bizi öldürmezse açlık kesinlikle öldürür” ifadelerine yer verildi.
Yapılan araştırmalar dünyadaki mevcut çevre kirliliğinin %50’sinin, son 35 yılda meydana geldiğini ortaya koyuyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün “Daha Güvenli Bir Gelecek” adlı raporunda 1967’den bu yana hastalığa sebep olan 32 yeni mikrop ya da virüsün tespit edildiği, Covid-19, HIV/AIDS, Ebola, Marburg, SARS, Kuş Gribi’nin bunlardan sadece bazıları olduğu belirtildi.
Çocukları Kurtarın (Save the Children) adlı yardım kuruluşunun “Çocuklar Üzerindeki Savaşı Durdur 2020” raporuna göre, 2018’de 149 milyonu yoğun çatışma bölgeleri olmak üzere 415 milyon çocuğun silahların gölgesinde yaşadıkları kaydediliyor. Neredeyse her 6 çocuktan biri gerici bölgesel veya yerel çatışmaların sürdüğü bölgelerde hayatta kalma mücadelesi veriyor. Rapora göre, 2010’dan beri çatışma bölgelerinde yaşayan çocukların sayılarında yüzde 34’lük, çocuklara karşı işlenen suçlarda ise yüzde 170’lik bir artış gerçekleşti. BM Dünya Nüfus Raporu’na göre ise dünya çapında kadınların yüzde 45’i kendi bedeni, cinsel yaşamı ve beden sağlığı ile ilgili söz hakkına sahip değil.
2021 yılının Ocak ayından Kasım ayının başlarına kadar Orta Akdeniz üzerinden Avrupa’ya ulaşmaya çalışan 1315 kişi denizde boğularak yaşamını yitirdi. Bu sayı sadece kayıt altına alınanları kapsıyor.
Çocukları Kurtarın tarafından açıklanan bilgiye göre 28 bin 600 göçmen denizde durdurularak Libya’ya geri gönderildi.
Hırvatistan ile Slovenya arasındaki nehri geçmeye çalışırken ölen, deniz ve nehirlerde boğulan veya Belarus ile Polonya sınırdaki ormanda açlıktan ve soğuktan donarak ölen çocukları modern dünyanın modern araçlarının ekranları canlı yayınladı. Hayatta kalabilip ulaştıkları ülkelerde büyük ölçüde ucuz işgücü olmaya mahkum bırakılan göçmenler, devletin resmi veya paramiliter çetelerinin zulüm ve vahşetine kurban gidiyorlar.
16 Kasım’da İzmir Güzelbahçe’de 3 Suriyeli işçinin gece uyku halindeyken üzerlerine benzin dökülerek yakılmalarında görülen vahşet “büyük” medya için haber bile olamadı. İstanbul Esenler’de 4 katlı bir binanın bodrum katında yaşamak zorunda bırakılan Suriyeli ailenin evinde çıkan yangında 4 çocuğun hayatını kaybetmesi de sessizlikle geçiştirildi.
Doğaya, insanlığa ve tüm canlılara karşı savaş açan kapitalist sistem yarattığı sorunların altında boğulurken çözümünü de yine en iyi bildiği yöntemde; devlet terörünü, baskı ve yasakları tırmandırmakta ve katletmekte buluyor. Sınır boylarına örülen duvarları ve elektrikli tel örgülerini, termal kameralar ve askeri devriyelerin konumlandırılması tamamlıyor. İhtiyaç duyunca da Türkiye-Yunanistan veya Belarus-Polonya sınırında olduğu gibi göçmenleri rakip devletlere karşı bir silah olarak kullanma arsızlığı da eksik olmuyor.
Çocukları Kurtarın’ın İtalya-Avrupa programlarının direktörü Raffaela Milano, “Sınırlarında erkeklerin, kadınların, kızların ve çocukların çektiği acıları görmezden gelen bir Avrupa’nın insanlık dışı politikalarına sırtımızı dönemeyiz. Şiddetin, istismarın ve ölümün tali zarar olarak görüldüğü ve sınırı savunmanın bir kişiyi bile korumaktan daha öncelikli olduğu bir Avrupa istemiyoruz” diyor ve “Sadece kendiniz ve sevdikleriniz için olası barışçıl bir geleceği aramamaktan suçlusunuz” çığlığını yükseltiyor.
Bu çığlık tek başına bir çözüm üretmiyor, çünkü bu vahşeti yaratan kapitalizm ayakta durdukça daha büyük “felaketler” kaçınılmaz oluyor. Bu çığlığı kapitalist barbarlık düzenine karşı büyütmek için; işçi sınıfını ve emekçileri, farklı dil ve kültürden sınıf kardeşleriyle bir araya getirip sorunu yaratanların yaydığı göçmen düşmanlığına ve ırkçılığa karşı harekete geçirmek öncelikli sorumluluklar arasında yer alıyor.