“Kobane Davası”nın aynasında mafyatik rejimin sureti

Kobane Davası için giyotini çalıştıran AKP-MHP rejimi, devletin tepesine kadar uzanan mafya hesaplaşmalarının gölgesinde, işçi sınıfıyla emekçilere ve ilerici devrimci güçlere de sopa gösterdi.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 17 Mayıs 2024
  • 19:00

“Kobane Davası” diye anılan yargılamalar serisi, mafyatik dinci-faşist rejimin niteliğine farklı açılardan ayna tutmuştur. 16 Mayıs’ta açıklanan karar ise, yargı aparatının “sarayın giyotini” gibi çalıştığını birkez daha gözler önüne serdi. Dönemin HDP eş Genel Başkanları olan Selahittin Demirtaş’a 42 yıl, Figen Yüksekdağ’a 30 yılı aşkın hapis cezası verilmesi, saraydaki “intikam histerisinin” şiddeti hakkında fikir verse de olayın bundan ibaret olmadığı görülüyor. Dinci-faşist rejimin hem yüzeydeki hem derindeki kliklerinin bu konuda mutabık oldukları anlaşılıyor.

HDP’nin özellikle önde gelen kadın siyasetçilerinin bir kısmı serbest bırakılırken onlarca kişiye ağır hapis cezaları verildi. Benzer “suçlamalarla” itham edilenlerin bir kısmının bırakılması bir kısmının ise zindanlarda tutulması, devletin şiddet aygıtlarını yönetenlerin “yargı keyfimize göre cezalandırır” mesajı verir gibidir. Zaten bu davanın gerici saray rejiminin hukukuyla da bir ilgisi olmadığını hemen herkes söylüyor. Sadece saraydan beslenen medyadaki bazı tetikçiler, cezanın az olduğunu, Demirtaş başta olmak özere parti liderlerinin bir kısmına ağırlaştırılmış müebbet -eski yasaya göre idam cezasına tekabül ediyor- cezası verilmesi gerektiğini savunuyorlar.

***

Kararın alınmasından önceki günlerde saray rejiminin klikleri arasında yaşanan çatışmaların vardığı nokta, uluslararası çeteleri etrafında toplayan AKP-MHP koalisyonun da tepeden tırnağa mafyalaştığını gözler önüne serdi. MHP şefi Bahçeli etrafa tehditler saçan nutuklar çekerken, mafyalaşmış devletin farklı klikleri arasındaki hesaplaşmaların sertleştiğine dair birçok spekülasyon ortalıkta dolaşıyor. Kimi yorumlara göre Kobane davasında ağır cezaların verilmesinin devlet çeteleri arasındaki çatışmayla da doğrudan bağı var.

Rejimin tepesinde oturanların şu veya bu çetenin ya da kliğin şefi gibi hareket etmesi, mafyalaşmanın bir istisna değil kural haline geldiğine işaret ediyor. Böyle bir rejimin yargısının kliklerin elinde bir giyotin gibi kullanılması şaşırtıcı sayılmaz. Hatta kokuşmanın bu boyuta varması kaçınılmazdır. Çünkü böyle bir rejimde düzenin yazılı yasalarının bir hükmü olmuyor. Kobane Davası’nın ise baştan beri mafyatik düzenin yasalarıyla bir ilgisi yoktu.

***

“Kobane olayları” diye anılan ve “suçun” işlendiği iddia edilen süreç 2014 yılında yaşanmıştı. Emperyalistler güdümündeki cihatçı terör örgütü IŞİD Kobane’ye saldırmış, Tayyip Erdoğan “Kobane düştü düşecek. Hadi kına yakıyoruz…” türünden açıklamalar yapmıştı. Kürt halkının Kobane ile dayanışma için sokaklara çıkması, AKP rejiminin vahşi polis saldırılarıyla karşılanmış, bazı kentler ise ipleri çözülen Hizbil-Kontra artıkları da sokaklara salınmıştır. Yani çoğunluğu HDP’li olan 37 kişinin hayatını kaybetmesinin sorumlusu bizzat başında Erdoğan’ın bulunduğu AKP hükümetidir. O kadar pervasızlar ki hem HDP’lileri öldürdüler hem partinin liderleri ve ileri kadrolarına karşı yargı aparatı kullanılarak sürek avı başlatılmıştır.

Kobane davası düzenin yazılı yasalarına göre bile ucube bir olaydır. Zira suç olduğu iddia edilen kimi açıklamalar 2014’te yapılmıştı. Ancak aradan yıllar geçtikten sonra dava açıldı. Oysa o açıklamalar suç olsaydı anında davalar açılırdı. AKP-MHP rejiminin yargısı bile ancak 2021 yılında davayı kabul edip işleme koydu. Dolayısıyla baştan sona Kürt halkına düşmanlık, intikam, keyfi zorbalık ve küstahlık ürünü bir dava olmuştur. Bu bağlamda dava rejimin niteliği hakkında net bir fikir vermektedir. Dava sürecinde yapılanlar, tepeden tırnağa mafyatik bir niteliğe bürünen dinci-ırkçı rejimin “fıtratını” ayan-beyan göstermiştir.

***

İronik olan sarayın giyotin olarak kullandığı yargı kararının “yumuşama” ya da “normalleşme” bağlamında tartışılmasıdır. Kimileri, Erdoğan’ın Kobane Davası üzerinden “yumuşama sinyali” vermesini beklemiş, ancak hayal kırıklığına uğramıştır. Kimileri ise “yumuşama olsaydı bu kadar ağır cezalar verilmezdi” yönünde yorumlar yaptı.

Bu tartışmalar CHP lideri Özgür Özel’in Erdoğan’la görüşmüş olmasından kaynaklanıyor. Oysa Erdoğan ne “normalleşeceğini” ne “yumuşayacağını” söyledi. MHP’nin şefi Devlet Bahçeli ise faşist dozu öncekilerden de yüksek tehdit açıklamalarına devam ediyor. Seçim hezimetiyle gayrı meşru duruma düşen dinci-faşist rejimin yola devam etmesi, ancak baskının dozunu arttırarak mümkün olabilir. “Eşyanın tabiatı” normalleşeceğine değil faşizan saldırganlığa daha çok sarılacağına işaret ediyor. Şimdiye kadarki icraatlarıyla emekçilere “kemer sıkma” dışında bir şey sunmayan rejim, İMF’nin takdirini alan yeni ekonomik programla ise “boğaz sıkma” dönemini başlamıştır. Bu ise işçi sınıfı hareketi ile toplumsal muhalefetin gelişmesine uygun bir iklimin oluşmaya başladığı anlamına geliyor. Rejimin zorbalık gösterilerine daha çok ihtiyaç duyacağı bir dönemin başladığını vurgulamak gerek…

Bu iklimde Kobane Davası için giyotini çalıştıran AKP-MHP rejimi, devletin tepesine kadar uzanan mafya hesaplaşmalarının gölgesinde, işçi sınıfıyla emekçilere ve ilerici devrimci güçlere de sopa gösterdi. Zira Meclis’te temsil edilen, milyonlarca oy alan, 100’e yakın belediye başkanlığını yüksek oy oranıyla kazanan HDP’ye, yargı aparatı pervasızca “terör örgütü” muamelesi yapmıştır. Demokratik Kürt hareketi ortaya çıkışından bu yana, arada dozu değişse de her zaman devlet terörüne maruz bırakılmıştır. Buna rağmen daha önce bu kapsamda, bu kadar keyfi ve pervasız hazırlanan bir dava olmamıştı.

Saray rejimi, HDP liderlerini ağır hapisle cezalandırarak birkez daha mesajını verdi: “Dinci-faşist rejimden ‘yumuşama’, ‘normalleşme’ gibi şeyler beklemeyin. Bu gibi boş hayallere kapılmayın. Saraya biat edin, susun ya da ‘yargı giyotini’ hazır bekliyor.” AKP-MHP koalisyonunun, mafyatik hesaplaşmalardan dolayı bazı iç sıkıntılar yaşamasına rağmen, Kürt siyasetçilere ağır ceza verilmesi konusunda uyum içinde hareket etmiştir.

Yargı terörü estiren rejim, sermaye sınıfına hizmette ne kadar kararlıysa, dinci-faşist zihniyete uygun kararlar alma noktasında da o kadar pervasız olduğunu yeniden gösterdi. Buna rağmen hiçbir zorbalığın Kürt halkının iradesini kıramayacağını geçmiş yılların deneyimleri defalarca kanıtlamıştı. Bu defa da farklı olmayacaktır.

Rejimin niteliği bu iken, “yumuşama”, “normalleşme” tartışmalarının yapılması tuhaf kaçıyor. Böyle bir rejimin egemen olduğu yerde var olan kırıntı düzeyindeki demokratik hakları kullanmak da rejimin pervasızlığına dur demek de ancak işçi sınıfıyla emekçilerin harekete geçirilmesi ve ilerici-devrimci güçlerin birleşik mücadeleyi yükseltilmesiyle mümkün olabilir.