11 şehirde yıkımlara neden olan, 13 milyon insanı doğrudan etkileyen Maraş merkezli depremlerin ikinci haftası geride kaldı. Resmi açıklamalara göre 40 binin üzerinde insan yaşamını yitirdi, on binlercesi yaralandı. Arama kurtarma çalışmaları pek çok yerde yapılmazken, enkaz altında on binlerce insan var. Depremden sağ kurtulanların ise halen en temel yaşamsal ihtiyaçları (beslenme, barınma, sağlık vs.) bile doğru dürüst karşılanmıyor.
AKP-MHP iktidarı, zaten geç başlatılan arama kurtarma çalışmaları tamamlanmadan iş makinaları ile enkazları kaldırmaya başlayarak suçunu örtmeye, yıkımın faturasını ise bazı müteahhitlere keserek hesap vermekten kaçmaya çalışıyor. Ancak neresinden tutmaya kalksalar ellerinde kalıyor.
Maraş merkezli depremlerin insan kıyımına neden olmasının sorumlusu kapitalist sömürü düzeni ve onu temsil eden Saray rejimidir. Zira bir deprem ülkesi olan Türkiye’de bilim insanlarının tüm uyarılarına rağmen, kentleşme ve yapılaşmanın insan odaklı değil, tümüyle kar ve ranta göre yapılması, yağma ve talan düzeninde bunların tümüyle denetimsiz bir şekilde hayata geçirilmesi bu vahşi katliamın temel nedenidir. Erzincan depreminden Gölcük depremine, Van depreminden Maraş depremine kadar yaşanan tablo, bu yalın gerçeği gözler önüne sermektedir.
Ancak Maraş merkezli depremin ardından yaşananlara baktığımızda yıkımın bu denli ağır olmasının gerisinde, 20 yıldır ülkenin üzerine çöken AKP iktidarının ve 2018’den bu yana hakim olan tek adam rejiminin belirleyici bir payının olduğunu görüyoruz. Müdahalenin bu denli gecikmesi, devlet imkanlarının seferber edilmemesi, gönüllülerin kurtarma çalışmalarına katılımının organize edilmemesi, kurtarma ekiplerinin teknik donanımdan yoksunluğu, tüm devlet kurumlarını denetim altına alan tek adam rejiminin katliamın asıl faili olduğunu gözler önüne seriyor.
Öyle ki, doğal afetler kanununa göre olası bir deprem karşısında kamu kurumlarının müdahalesini içeren hususlarda, 2018 yılında çıkartılan 24. sayılı kararname ile yetkiler Cumhurbaşkanına verilmiştir. Keza 2008 yılında kurulan AFAD ise 2018 yılında bir genelge ile Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmıştır. Daha depremin ön günlerinde kamuoyuna yansıyan raporlara göre AFAD, sarayın arpalığına dönüşmüş, büyük miktarda denetimsiz harcamalar yapmış, elinde olan malzemeler yağmalanmış, içi boşaltılan göstermelik bir kuruma dönüşmüştür. Rüşvet ya da haraç paralarının aktarılmasında paravan işlevi gören Kızılay ise günlerce ortalıkta görülmemiştir. Tüm yetkileri AFAD’a devredilen Kızılay, saray yandaşlarının denetimindeki bir şirket haline getirilmiştir. Kurumların yönetim kademelerine işten anlamayan imam hatip ya da ilahiyat mezunları yerleştirilmiştir.
Günler boyunca enkazların altından insanların çığlık çığlığa yardım istediği, doğal afete müdahele için ekiplerin günler boyunca onay beklediği, ekiplerin deprem alanlarına yönlendirilmediği, imkanların seferber edilmediği bir tablo var ortada. On binlerce insanın hayatına mal olan bu kepazelikler, devletin kapitalist sınıfsal karakterinin ve tek adam rejiminin dinci-faşist yönetim anlayışının dolaysız sonuçlarıdır.
***
Öngörülemez bir siyasal atmosferden geçtiğimiz bu süreçte gerçekleşen deprem belirsizliği daha da arttırdı. Eğer bu vahşi katliam karşısında işçi ve emekçi kitlelerin geliştirdiği dayanışma süreçleri katliamın asıl sorumlularına karşı örgütlülüğe ve hesap sorma mücadelesine çevrilemezse iktidarın elindeki tek araç olan baskı ve terörün daha da tırmandırılmasıyla karşı karşıya kalacağız.
AKP şefi Tayyip Erdoğan’ın deprem bahanesiyle 10 ilde 3 aylık OHAL ilan etmesi bunun ilk adımıdır. Devlet enkaz altında kalmışken açıklarını örtmek, bölgeyi baskı aygıtları ile denetim altına almak, oluşan tepkileri bastırmak için hızlı bir şekilde OHAL ilan edildi. “Bölgedeki yağma olaylarını” engellemek gerekçesiyle OHAL ilan edildiği iddiasının ortaya atılmasının ardından “silahlı insanların” yağma görüntüleri piyasaya sürüldü. Ve bu haberlere aynı zamanda Suriyeli ve Afganlara dönük ırkçı propaganda eşlik etti. “Kader planı” zırvası ortaya atılarak din istismarına sarılan rejimin, gelişen dayanışma duygusuyla sarsılan “kutuplaştırma siyaseti” tahkim edilmek istendi. Felaketin boyutları karşısında bu zırvalar etkili olmadı. Zira, saray rejiminin suçu bu türden kirli oyunlarla örtülemeyecek boyuttadır. Yine de önümüzdeki günlerde her türlü kirli planı heybesinde taşıyan iktidarın, yeni oyunlar çevirmeye başlama ihtimali yüksek görünüyor.
Öte yandan İçişleri Bakanı’nın “devlete eş koşmaya çalışan varsa da gereği yerine getirilecektir” tehdidinin AHBAP’a yönelik söylendiği var sayılıyor, ancak depremin ilk anından beri seferber olmuş ilerici, devrimci kişi ve kurumları da hedeflediği görülmektedir.
***
-Devletin kendi kaderine terkettiği insanlar yaşam savaşı verirken, ilk andan itibaren bu ülkenin emekçilerinin gösterdiği dayanışma ruhunu büyütmek yaşamsal bir ihtiyaçtır. Bu dayanışma deprem bölgesinde halen yaşam savaşı veren insanlar için olduğu kadar, farklı kentlere göç etmek zorunda kalan, evini, yakınlarını, geleceğini kaybetmiş yüz binlerce emekçi için de temel bir ihtiyaçtır. Bir dizi kentte depremin yıkımını yaşayan insanlarla dayanışma amacıyla birlikler ya da koordinasyonların kurulması bu açıdan çok anlamlı bir adımdır.
Bundan önceki depremlerle kıyaslanamayacak oranda büyük bir yıkım yaratan, göz göre göre gerçekleşen katliamın acılarının soğumasına izin vermeden hesabının sorulması için çabaları yoğunlaştırmak ise hayati önem taşımaktadır.
-Depremin var olan siyasal ve ekonomik krizi daha derinleştireceği düşünüldüğünde, bu sürecin AKP-MHP iktidarının baskı ve zor aygıtlarını kullanarak işçi sınıfı ve emekçilere dönük saldırılarını arttırması kaçınılmaz görünüyor. Bunun bir ayağını kuşkusuz ki bölgedeki işçi sınıfına dönük saldırılar oluşturuyor. Zira rejim sömürü çarklarının bir an önce dönmesi için çaba harcıyor. Antep, Maraş, Malatya gibi kentlerde başta tekstil sektörü olmak üzere ucuz işgücü sömürüsü yaygındır. OHAL koşullarında işçilere bir an önce işbaşı yapmaları için şimdiden psikolojik baskı yapmaya başlandı.
Emekçiler enkaz altında kalırken o kentlerde yıkılmayan mekanlar ise fabrikalar ve hapishaneler oldu. Bu tablo, kapitalist sistemin temel dayanaklarını korumak için gerektiğinde “sağlam bina” yapabildiğini göstermektedir. “Anadolu Kaplanları” diye anılan sermaye gruplarının bir kısmı ise, bölge enkaz altındayken, işçilerin canını hiçe sayarak karları uğruna çarkların dönmesi için bir an önce üretimi başlatma seferberliğine girişmekte, bir makine parçasından ibaret gördükleri işçilerin, üretime “sorunsuzca” katılmaları için OSB’lerin yanına konteyner kentlerin kurulması için çalışmalarını hızlandırmaktadır. Bölge işçi sınıfı depremin acılarıyla boğuşurken, kapitalistler ise işçileri daha da güvencesiz ve ağır koşullarda çalıştırmak için kollarını sıvamakla meşguller.
Büyük bedeli Saray rejiminin enkaz altında bıraktığı emekçiler ödese de bu denli ağır bir yıkımın faturasının tüm işçi sınıfına ve emekçilere çıkartılması da kaçınılmazdır. 99 depreminin hemen ardından Mezarda Emeklilik Yasası’nın sesiz sedasız çıkarılması hafızalardadır. Şimdi ise gün geçtikçe tükenen, saldırganlıkta sınır tanımayan dinci-gerici rejimin deprem yıkımına yaslanarak, her türlü kirli propagandayı kullanarak bu saldırıları daha da tırmandırması kaçınılmazdır. Bu faturayı yine bu ülkenin emekçilerine kesmek için her tür kirli yönteme başvuracaklardır.
- 99 yılında saldırı yasalarına sessiz kalan sendikal bürokrasi, bugün de büyük felaket karşısında devlet ile birlikte bu çöken enkazın altında kalmış ve şu an “milli birlik ve beraberlik” adı altında iktidarın yanında hizalanmış durumdadır. Dolayısıyla, işçi sınıfı ve emekçilerin AKP-MHP rejiminin pervasızlığına, sermaye sınıfının saldırı politikalarına ve işbirlikçi sendikal bürokrasiye karşı kendi göbeğini kendisinin kesmesi dışında bir alternatifi bulunmuyor.
- Bilim insanlarının açıklamalarına göre, Maraş depreminin yakın fay hatlarını tetiklemesinin yanı sıra İstanbul, Güney Marmara ve İzmir depremleri konusunda da ciddi bir ön hazırlık yapılmamıştır. Özellikle İstanbul için zamanın giderek daraldığı sık sık dile getiriliyor. Bu koşullarda insanca yaşanacak konutlar, sağlıklı kentleşme talepleri için mücadele, işçi sınıfı ve emekçiler için insanca yaşanacak ücret ve sosyal haklar mücadelesi kadar yaşamsaldır. Bu talepler, önümüzdeki süreçte de toplumsal mücadele güçlerinin temel gündemleri arasında yer almak durumundadır.
Bugün Maraş ve çevre illerde insan kırımına imza atan sermaye sınıfı ve onun siyasi temsilcisi olan AKP-MHP iktidarı suçüstü yakalanmıştır. Bu suçların hesabını sormak için dayanışmayı büyütmekle birlikte, örgütlü ve birleşik mücadeleyi yükseltmek de şarttır.