“Kayıp devlet aygıtı” ve büyüyen toplumsal öfke

Toplumsal dayanışmaya güç katmak, ona devrimci bir tarzda öncülük etmek, günümüzün en önemli ve ertelenemeyecek olan görevidir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 18 Şubat 2023
  • 19:00

İki haftaya yaklaşan ve 10 vilayeti kapsayan depremin yarattığı yıkım henüz bütün sonuçlarıyla ortaya çıkmış değil. Açıklanan resmi ölü sayısının ise geçeği yansıtmadığı için toplum nezdinde hiçbir inandırıcılığı yoktur. Ölenlerin sayısına her gün bir miktar eklenerek katliamın boyutu gözlerden saklanmak isteniyor.

Uluslararası bağımsız kurumlar tarafından yapılan açıklamaya göre depremden ölenlerin sayısı 100.000’leri bulacak. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre ise doğrudan 26 milyon insan etkilenecek ve gelecekte yaratacağı sonuçları kestirmek henüz mümkün değil.

Uluslararası kurumlar, 6 Şubat sabahında gerçekleşen büyük deprem ve bugüne kadar artçıların devam etmesinden dolayı Türkiye’ye bu denli kafa yorarken, dinci-faşist AKP-MHP rejimi depremi yönetemeyeceği için olası siyasi sonuçlarına yoğunlaşıyor. Halk, kendi yardımına kendisi koştu, eşine/benzerine ender rastlanır bir dayanışma sergiledi ve halen sergilemeye devam ediyor. Bu tablonun karşısında ise sermaye devletinin acizliği ve diğer sorunlarda olduğu gibi bu soruna da çözüm üretemeyeceği gerçeği durmaktadır.

Halkın öfkesinin her an patlamaya hazır olduğunu bilen sermaye devleti, ilk başta emekçilerin birbirleriyle dayanışmasını sabote etmeye yeltendiler. İletilen yardımlara kolluk güçleri el koyarak bu dayanışmayı kırmaya çalıştılar. Bununla da yetinmeyen kokuşmuş rejim, halkın öfkesinin yönünü saptırabilmek için kirli planları da devreye koydu.

İlk önce "yağmacılara" yönelttiler insanların öfkesini. Ülkeyi yağmalayıp halkı ölüme sürenler saraylarında otururken "yağmacıları", Suriyeli, Afganlı diye yaftalayıp sosyal medyadaki troller aracılığıyla yaydılar. 

Sosyal medyada organize şekilde yayılan bir “haber”de aynen şu ifade kullanılıyor:

“...Kimseyi suçlamayınız. Herkes canla başla çalışıyor. Ama yıkılan bina sayısı o kadar çok ki. Gelen ekiplerin hepsine yetişmesi mümkün değil. Ancak yapılan öyle büyük bir yanlış var ki... Bu konu üzerinde hepimiz çalışmalıyız. Mağrur ve gururlu Türk insanı sabırla beklerken gelen yardımın neredeyse tümünün Suriyeli mültecilere sunulduğunu görmek, bu yetmezmiş gibi her yerin bu insanlar tarafından yağmalandığını görmek kanıma dokundu. Şimdi insanların çoğu şehri terk etmeye başladı. ...Üzülerek söylüyorum ama şehir bunlara kalacak. Sizlerden ricam bu mesajı herkese yayın. Canlarımızı kaybettik. Ama topraklarımızı kaybetmeyelim."

Görevli troller, dikkatleri Saraydaki katillerden farklı yönlere çekmek için bu ırkçı zehri yayamaya başladılar. Ardından sahaya sürülen kamuflajlı, kar maskeliler tarafından öldüresiye dövülen "yağmacı" görüntüleri servis edilmeye başlandı.

Bununla yetinmeyen troller son günlerde, Suriye’de kaydedilmiş İŞİD’lilerin kulak kesme videolarını da yaymaya başladılar. Böylece korku iklimi yaratarak hem halkların boğazlaşmasına zeminini yaratmayı hem korku iklimini yayarak halkı yıldırmayı ve sindirmeyi hedeflemekteler. Oysa IŞİD’i destekleyip Suriye halklarının üzerine salanlar da depremde halkı ölüme terk eden de aynı kokuşmuş Saray rejimidir. 

Antakya’da halkın yarıdan fazlasının Arapça konuştuğu dünya tarafından bilinirken, dışardan gelen bazı sözde "gönüllülerin", Arapça konuştuğu için Antakya’nın yerli halkını “Suriyeli yağmacı” diyerek linç etme girişiminde bulunduklarına dair haberler de gelmeye başladı. Bu arada, uluslararası yardım kuruluşları, rejim tarafından oluşturulan toplumsal kargaşa ortamından ve onun yaratabileceği olası sonuçlardan çekindikleri için afet bölgelerinden çekilmeye başladılar. Kurtarma ekipleri ise ağır iş makinalarıyla enkaza müdahalenin başlatılması üzerine, bu suçun sorumluluğunu üstlenmeyeceklerini açıklayarak ülkelerine döndüler. İnsan hayatına zerre kadar değer atfetmeyen dinci-faşist sermaye düzeni bu trajik olay karşısında dahi büyük bir pişkinlikle hareket etmekte bir sakınca görmemektedir.

***

Toplumsal dayanışmanın yaratacağı sonuçlardan ödü kopan bu gerici sermaye düzeni olağanüstü hal ilan ederek toplumda biriken haklı öfkeyi farklı kanallara akıtmaya çalışıyor. En iyi bildiği yol olarak zorbalıkla kendisini hedef olmaktan kurtarabileceğini var sayıyor. 

On milyonlarca insanın birebir etkilendiği ve bütün bir ülkenin enkaza dönüştüğü bir tarihsel süreçte bu olayın üzerini kapatabilmek ve sorumluluklarından kaçmak hiç de kolay değil. Dinci-faşist sermaye rejiminin anlattığı ve tarihsel göndermelerde bulunduğu “Bin Yıllık devlet deneyimi” masalları 21. yüzyılın ilk çeyreğinde bir çırpıda çöküverdi. Bu “afet” vesilesiyle devletin nasıl da "yurttaşları"na bir kazma/kürek bile yetiştiremediğine bütün bir dünya tanıklık etti.

Günlerdir ortada görünemeyen enkaz kaldırma çalışmalarında “ara ki bulasın” modundaki “Devlet-i Aliye” olağanüstü hal ilan ederek ordusu, polisi ve bütün paramiliter çeteleriyle yeniden toparlamanın telaşı içindedir. Ne var ki, bu trajedinin yarattığı toplumsal bellek ve giderek çığ gibi büyüyen toplumsal dayanışma kolayından ezilemeyecektir. Kokuşmuş kapitalist düzen ve onun zor aygıtları tarihinin hiçbir döneminde bu denli tartışmalı hale gelmemişti.

Bu yıkımın yaratacağı sonuçlardan en fazla etkilenecek olan hiç kuşkusuz işçi ve emekçiler başta olmak üzere bölge halkları olacaktır. Ve bu süreç çok sancılı olacağı gibi uzun bir zaman dilimine de yayılacaktır.

Ne var ki, bugün için asıl önemli olan ve gelecekte de önemini kaybetmeyecek olan yegane şey: Toplumsal dayanışma olacaktır! Bu toplumsal dayanışmaya güç katmak, ona devrimci bir tarzda öncülük etmek, günümüzün en önemli ve ertelenemeyecek olan görevidir.