Türk sermaye devleti, kuruluşundan bugüne her dönem burjuvazinin sefil çıkarlarını korumak adına başta Kürt halkı olmak üzere emekçilere, ilericilere ve devrimcilere karşı katletme yöntemini kullanmıştır. Devlet daha kurulurken tüm kodlarıyla katletmeye, yok saymaya ve asimile etmeye odaklanmıştır. Bu yüzden sermaye devletinin tarihi aynı zamanda katliamlar tarihidir. Temellerinde komünistlerin ve Kürt halkının kanı vardır.
Sözde “ileri demokrasi” söylemleriyle işbaşına getirilen AKP ise katliamcı devlet geleneğinin esaslı sürdürücüsü olduğunu uyguladığı politikalarla kanıtlamıştır. 21 yıllık iktidarı boyunca Suruç, Ankara, Reyhanlı ve Roboski başta olmak üzere sayısız katliamda sorumluluğu bulunan AKP iktidarı, kendisinden önce yaşanan katliamlarının faillerini de düzen mahkemelerinde aklamıştır. Bunun son örneği Ankara JİTEM Davası’nda aralarında tescilli katil Mehmet Ağar ve Korkut Eken’in de olduğu 19 sanığın beraat ettirilmesi oldu.
1993-1996 yılları arasında Ankara ve çevre kentlerde 19 kişinin katledilmesine ilişkin soruşturma yıllar sonra 2011 yılında başlamış, 2013'te dava açılmış ve bu dava 2019 yılında sonuçlandırılmıştı. 2021’de bir sanığın eksik beyanı nedeniyle karar bozulmuş dava yeniden görülmeye başlamıştı. 11 yıl süren davada sayısız hukuksuzluk yaşandı, onlarca delil ve tanıklık olmasına rağmen katiller hakkında bir kez daha beraat kararı verildi.
Katillerin aklanmasının bir başka güncel örneği HÜDA PAR’la yapılan ittifak sonrası 20 kişinin öldürülmesi, 31 kişinin satır ve silahla yaralanmasına neden olan saldırı nedeniyle tutuklu bulunan 4 Hizbullahçı’nın Erdoğan’ın talimatıyla tahliye edilmesidir. Yine Hizbullah davası kapsamında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan Mehmet Emin Alpsoy’un “kocama hali” nedeniyle serbest bırakılmasıdır.
Vahşi cinayet şebekesinin yıllar sonra düzen mahkemelerinde aklanması, katliamcı zihniyetin sermaye devletine egemenliğini bir kez daha göstermiştir. Bu zihniyetin bir başka yansımasında ise on yıllardır mücadele yürüten kayıp yakınlara yönelik polis terörü yer alıyor. Kayıplarla buluşma mekânı olan Galatasaray Meydanı’nın yasaklanmasına AYM’nin verdiği hak ihlali kararına rağmen Cumartesi Anneleri her hafta polis terörü ile karşı karşıya kalıyor. Kararı tanımayan polis, kaymakamlık ve valilik ile ilgili hiçbir işlem yapılmıyor. Oysa dönemin başbakanı Erdoğan, 2011 yılında Cumartesi Anneleri’yle yaptığı görüşmenin ardından “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesini” öne sürmüştü.
Sermaye devleti, 17 bin kişinin faili meçhul cinayetle katledildiği, 134 bin 473 kişinin gözaltına alındığı, bin 209 kişinin ise tutuklandığı ve “zifiri karanlık” olarak tanımlanan 1990’lı yılların* faillerini aklayarak karanlığın sürdüğünü kanıtlamıştır.
Bugün HÜDA PAR gibi binlerce vahşi cinayetin faili, halklara ve kadınlara düşman kontra bir yapının Meclis’te de söz sahibi yapılması sermaye devleti açısından önümüzdeki döneme hazırlığın belirtileridir. Geçmişte “Beyaz Toroslarla” yapılanların bugün daha “yasal” zeminlerde planlanacağının işaretleridir. Ekonomik krizin ağır yükü altında yaşam savaşı veren emekçilerin öfkelerini kontrol etmek için kırıntıya dönen hak ve özgürlere yönelik saldırıların daha da artacağının göstergesidir. Onlar kanlı iktidarlarını ancak böyle baskı ve zorbalıkla ayakta tutabiliyorlar. Tüm bu baskı ve zorbalık doğrudan emekçileri sindirmeyi amaçlıyor. Karanlık günlere geçit verilmemesini işçi ve emekçilerin hakları ve özgürlükleri için yürütecekleri örgütlü mücadele belirleyecektir.
* İnsan Hakları Derneği verileri.
K. Düşgör