Şaibeli seçimlerin üzerinden yaklaşık iki ay geçti. Buna rağmen düzenin siyaset arenasındaki figürlerin icraatlarına bakıldığında çok farklı bir atmosfer var. Seçimlerden önce oy avcılığına çıkan sermayenin siyasetçi takımı, sahte de olsa topluma bazı vaatlerde bulunuyordu. Bu vaatlerin yalan olduğu elbette belliydi. Gerçekleşme olasılığı yüzde bir olsa bile, sandıktan medet umanların kulağına hoş gelebiliyordu. Kısa bir süre için de olsa, “boğucu sorunların geride kalma umudu” bir kaçış alanı açıyordu. Saray rejiminin oy avcılığı için bir takım “seçim rüşvetleri” dağıtması, kaçışı kolaylaştırıyordu. Oysa baştan beri varılacak nokta belliydi: Gerçeğin duvarına sert bir şekilde toslamak…
Saray rejimi devletin imkanlarını, medya ordusunu ve trol bölüklerini kullanarak oluşturduğu yapay gündemlerle emekçilerin bir bölümüne kendi gerçek sorunlarını bir süre için de olsa unutturabildi. Bu kesim, kendilerini sefalete sürükleyen, “veren el alan elden üstündür” sloganıyla onlara sadaka dağıtan rejime destek verdiler. Vatan, bayrak, ezan, namaz, cami, minare, seccade gibi şarlatanca söylemlerle yaratılan illüzyon, 28 Mayıs’ın hemen ardından başlayan zam yağmuru, artan enflasyon, TL’nin hızla değer kaybetmesi gibi gelişmelerle dağılmaya başladı. Zira bu şarlatanlıklar üzerinden siyaset yapanalar saraylarında sefahat sürmeye devam ederken, oyuna gelip onlara destek verenler dahil, toplumun geniş kesimlerine dayatılan sefalet günden güne derinleşiyor.
***
Başını CHP’nin çektiği “Altılı Masa” ya da “Millet İttifakı” yer yer AKP-MHP koalisyonuyla dinci-ırkçı söylem yarışına girse de seçim söylemini daha çok sahte vaatler üzerinden kurguladı. Her şeyi şaibeli seçimlere endeksleyen, dinci-faşist rejimin hilelerine pek itiraz etmeyen düzen muhalefeti, öfkesi kabaran kitlelere “Evinizde oturun. Sokağa çıkmayın. Sakın provokasyona gelmeyin” telkinlerinde bulunarak toplumsal hareketi önleme misyonuyla hareket etti. Şaibeli seçimleri meşru kabul ederek Saray rejiminin devamına onay verdiler.
Görüldü ki, seçimler sermayenin ve emperyalistlerin tercihiyle Saray rejiminin yola devam etmesine imkan verecek şekilde kurgulanmıştı. %52’ye %48 kurgusu resmi veri haline getirilerek ilan edildi. Altılı masada oturan sermayenin temsilcilerinin buna dair kayda değer bir itirazları olmadı. Belli ki sermaye ve emperyalistlerin çizdiği plana ciddi bir itirazları yoktu.
Seçimlerin hemen ardından düzen muhalefetinin icraatlarına bakılınca, verdikleri vaatlerin hepsinin sahte olduğu görüldü. Bu kaba sahtekarlıkla dinci-faşist rejimden bıkmış toplumun geniş kesimlerini aldattılar. Yarattıkları illüzyon 28 Mayıs’ın hemen ertesinde dağılmaya başladı. Kendilerine umut bağlayanları hayal kırıklığına uğratmakla kalmadılar, Saray rejimine muhalefet ettiklerini iddia ederek de kitleleri aldattılar. Zira söylediklerinde bir samimiyet kırıntısı olsaydı AKP-MHP koalisyonu ile şeriatçı-ırkçı aparatlarının pervasız saldırganlığına karşı bir tutum geliştirirlerdi. Saraya biat etmeyen, toplumun yarıdan fazlasını oluşturan kitlelerin sorunlarıyla ilgilenir, pervasız saldırılara karşı duruş sergilerlerdi. Oysa tam tersini yapıyorlar. Kendi aralarında koltuk kavgası yaparak gereksiz yere gündemi işgal ediyorlar. Saray beslemesi medyaya sahte tartışmalar yapma imkanı sunuyorlar.
***
Yağma ve talandan beslenen Saray rejimi hem ekonomik krizi derinleştiren politikaları hayata geçirdi hem seçim rüşvetleri dağıtarak Merkez Bankası ve Hazineyi boşalttı. Bundan dolayı seçimlerin hemen ardından saldırıya geçti. Fazla zamanları yok, çünkü Mart 2024’te yerel seçimler var. Seçimleri gündeme getirmeden önce saldırıları belli bir noktaya getirmek için acele eden AKP-MHP koalisyonu, kısmen de olsa ekonomideki çöküşü toparlamaya çalışıyor. Bunun maliyetini ise sermayeye değil emekçilere ödetmek için peş peşe zamlar, vergi artışları, faiz oranlarını yükseltmek gibi adımlar atıyor. Nitekim iki aydan kısa bir süre içinde emekçilerin belini kıran icraatlara imza attılar. Ancak yerel seçim atmosferine girince biraz frene basacak, yine bazı seçim rüşvetleri dağıtacak, ardından histerik bir şekilde saldıracaktır. Zira kapitalist ekonominin “selameti” de Londra’daki “faiz lobosi”nin beklentileri de bunu gerektiriyor.
Saray rejiminin ikinci hamlesi baskı ve devlet terörünü arttırmak oldu. Saray rejimine muhalif medyada sembolik bir yeri olan Merdan Yanardağı zindana kapatarak, milletvekili seçilen Can Atalay’ı hapiste tutarak pervasızlığını gösterdi. Yayın durdurmalar, erişim engelleri, evlerine yapılan polis baskınlarıyla gazetecilerin tutuklanması, hak aramaya çalışan işçilere ve Cumartesi Anneleri’ne kinle saldırılması, doğayı korumaya çalışan köylülerin üzerine jandarmayı sürüp, orman katliamının gerçekleştirilmesi devreye sokulan saldırganlığın güncel örnekleri oldu.
Saldırganlığın üçüncü ayağını dinci-şeriatçı ve şoven-ırkçı propagandanın fütursuzca yaygınlaştırılması, tarikatlara gövde gösterisi yaptırtmak, konserleri/festivalleri yasaklamak, karma eğitimi tartışmaya açmak, din propagandası yapacak “misyonerler” ordusunu eğitim kurumlarına “kadrolu” olarak yerleştirmek vb. oluşturuyor.
Saray rejiminin bu yönelimi, geniş emekçi kitlelere reva gördüğü yaşamı net bir şekilde gözler önüne seriyor: Derin bir sefalet, onur kırıcı bir yaşam. Din ve ırkçılık afyonu ile uyuşturma! Bundan dolayı dinci-şeriatçı ve şoven-ırkçı propagandaya tahsis edilen alanlar adım adım genişletiliyor, hak arama mücadelesini ise terörize etmeye çalışıyorlar. Bu yönelimi sadece AKP-MHP rejimi ile aparatlarının değil, sermayenin ve emperyalistlerin bir tercihi olarak okumak gerekiyor. ABD-AB emperyalistlerinin Saray rejimiyle birlikte yola devam kararı almaları ile bu politikalar arasında dolaysız bağlar vardır. Zira “Cumhur İttifakının” icraatları Londra’daki “faiz lobisi” tarafından yakından izleniyor. Saray rejimi onları memnun edecek adımlar atıyor. Çünkü onlardan istediği parayı alabilmesi için faiz oranlarını arttırmak zorundadır. Saray rejimi “Nas”ı çöpe atarak ilk mesajını vermişti. Faizi daha çok yükseltmek için ise yerel seçimlerin geçmesini bekliyor.
***
Saray rejimi en pervasız icraatlarla yola devam ederken, oy avına çıktıklarında “cehennemin kapılarını kapatacağız” diyenler ortalıkta görünmüyor. “Bize oy verin cennet vatanı alın” diye nara atanların, cehennemin ateşini harlayan Saray rejimine karşı yükselttikleri tek bir ciddi itiraz yok. Ne zamlara ne zulme ne şeriatçı-ırkçı rejimin inşasına bir itirazları var. Olması beklenebilir miydi?
Toplam tabloya bakıldığında, düzen muhalefetinin Saray rejiminin icraatlarına itiraz edebilecek nitelikten yoksun olduğu görülüyor. Bunu hem sermayenin hem emperyalistlerin dinci-faşist rejimi tercih etmiş olmalarıyla izah etmek mümkündür. Sermaye sınıfını temsil eden bütün klikler rejimin niteliği konusunda mutabık kalmış görünüyorlar. Aralarındaki rekabet ve çelişki artı-değer paylaşımından alınacak paylar ve devlet kurumlarının parsellenmesi alanıyla sınırlanmış görünüyor.
Dinci-ırkçı gericiliğin düzenin siyaset sahnesine egemen olduğu koşullarda, CHP’nin yaptığı şey uyum sağlamaktır. Hal böyleyken CHP’ye “sosyal demokrat aslına dönmelisin” türünden çağrılar yapılabiliyor. Oysa bu, öküzün altında buzağı aramaya benziyor. Çünkü Saray rejiminin inşası ve icraatları devam ederken sağcı-dinci tonlarını daha çok koyulaştırmak dışında icraatı olmayan bir düzen partisidir CHP. “Sosyal demokrat” diye anılması bu vahim tabloda hiçbir değişiklik yapmıyor. Şeriatçı/ırkçı partilerle ittifak kuran CHP ve şefi Kemal Kılıçdaroğlu’nun 28 Mayıs sonrası pratikleri düzenin “sol” görünümlü temsilcilerinin kitleleri boş vaatlerle aldatmak dışında bir misyonlarının olmadığını birkez daha gözler önüne sermektedir.
***
İktidarı ve muhalefetiyle düzen gerçeği bu iken, işçilerin ve emekçilerin düzen partilerinden ya da Saray rejiminin kurgulayacağı şaibeli seçimlerden medet ummaları, yeni hayal kırıklıkları ve moral çöküşten öte bir şey getirmeyecektir.
Saray rejiminin dinci-ırkçı propagandaya dayalı şarlatanlığını da düzen muhalefetinin sahte vaatlerini de bir kenara atıp örgütlenmek ve düzenin dayattığı onur kırıcı sefalete hayır demek, işçi ve emekçilerin önündeki tek çıkış yoludur. Bu mücadele sadece Saray rejiminin dönemsel politikalarına karşı sınırlarda kalmamalı, bu vahşi rejimi tamamen yıkmayı da amaçlayan bir bakış açısıyla örgütlenmelidir. Zira varılan noktada bu düzende işçilerin, emekçilerin ve tüm ezilenlerin insan onuruna yakışır bir hayata kavuşmaları imkansızdır. Günü ve geleceği kazanmak ancak işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesinin yükseltilmesiyle mümkün olabilir.