Toplumun üzerine çöreklenen sorunlar yumağı her geçen gün ağırlaşıyor. Kontrolden çıkan ekonomik-mali krizin kabaran faturası, temel hak ve özgürlüklerin faşist zorbalıkla ezilmesi, rejimin arkası gelmeyen ideolojik-kültürel saldırıları, çevrenin ve doğanın hoyratça yağmalanması vb., hepsi bir arada işçi sınıfı ve emekçilerin yaşam koşullarında büyük tahribatlar yaratıyor. Emekçilerin çalışma koşulları ağırlaşırken gelirleri sistematik olarak düşüyor, yoksulluk görülmemiş boyutlarda toplumsallaşıyor. Toplumun önemli bir kesiminde, özellikle genç nesilde gelecek kaygısı belirgin bir şekilde öne çıkıyor, sosyal bunalım gündelik yaşamın belirleyeni konumuna gelmiş bulunuyor.
Kapitalizmin döne döne ürettiği bu sorunlar, içinde bulunduğumuz çok yönlü kriz ortamında alabildiğine derinleşmekte, dolayısıyla toplum yaşamı üzerindeki yıkıcı etkisi de bir o kadar artmaktadır. Zira, çok yönlü krizleri kontrol altında tutmakta-yönetmekte zorlanan sermaye iktidarı, bir yandan krizlerin faturasını emekçilere dayatıyor öte yandan toplumu edilgenliğe mahkum etmek için zorbalığı tırmandırıyor. Burjuva gericiliğin her türünü sistematik olarak topluma pompalıyor. Kamusal alanda gerici-faşist ideolojiyi yeni bir düzeyde kurumsallaştırıyor. Açık bir sınıf bilincine dayalı olan bu tutum, ekonomik-mali kriz koşullarında sermaye birikimini güvencelemeyi ve büyümeyi esas almaktadır. Nitekim, Türkiye kapitalizmi ve onun temel aktörleri üzerinden açıklanan büyüme oranları bu gerçeği ortaya koymaktadır.
Gerici-faşist rejimin ve Türkiye kapitalizminin verili “kriz yönetimi”, sınıf ve emekçi kitlelere sunabileceği hiçbir şey kalmadığının da bir göstergesi sayılmalıdır. Bunun kendisi, kapitalist sistem ve siyasal iktidar adına çürüme ve tıkanma halidir. Süregiden bu durum, toplumsal mücadele ile sarsılmadıkça, sistem kendiyle birlikte emekçileri de derin bir çürümenin içerisine sürüklemeye devam edecektir.
Çelişkiler derinleşiyor
Türkiye kapitalizmini belirleyen çok yönlü krizler, başta emek-sermaye çelişkisi olmak üzere toplum yaşamındaki çelişkileri nesnel olarak güçlendirmektedir. Zira, günümüz koşullarında servet ile sefalet arasındaki uçurum günbegün derinleşmektedir. Bunun kendisi, toplumun önemli bir kesiminin toplumsal zenginlikten aldığı payın küçülmesi anlamına gelmekte, işçi sınıfı ile sermayenin karşı karşıya gelmesinin nesnel koşullarını olgunlaştırmaktadır. Sorun işçi sınıfının bugün için örgütsüz, dağınık, edilgen ve sınıf bilincinden yoksun bir tabloya sahip olmasında düğümlenmektedir.
Buna rağmen yakın dönemde gelişen işçi eylemleri ve direnişler, işçi sınıfı içerisinde verili koşullara karşı önemli bir tepkinin biriktiğini göstermektedir. 2022 yılının ilk aylarında patlak veren ve yaygınlaşma eğilimi taşıyan işçi eylemleri ve düşük ücretlere, ağır çalışma koşullarına, hayat pahalılığına karşı gelişen tepkiler derinleşen emek-sermaye çelişkisinin sınırlı göstergeleri sayılmalıdır. Bu potansiyellerin nesnel olarak artacağı ve yaygınlaşacağı ise açıktır.
Ara dönemde sınıf hareketinde yaşanan durağanlık ve edilgenlik yanıltıcı olmamalıdır. Seçim sürecinde kitlelerin dikey yarılma üzerinden paralize edilmesi, iktidarı ve muhalefetiyle düzen siyaseti tarafından ideolojik-politik kuşatma altına alınması emekçilerin edilgenliğinde önemli bir etken olmuştur. 2023 seçimleri öncesinde, aylarca sahte hayaller yayan ve “değişim” umutları satan burjuva muhalefet ve onun yedeğine düşenler ise, bu yönüyle kriz içerisinde debelenen kapitalizmin ve gerici-faşist rejimin değirmenine su taşıdılar. Çok yönlü sorunlar altında bunalan ve arayış içerisine giren emekçilerin hareketsiz bırakılmasında uğursuz bir rol oynadılar.
Saldırıları püskürtmek için haklar ve özgürlükler mücadelesi büyütülmelidir
Gerici-faşist rejim, seçimlerin hemen ardından ekonomik-sosyal saldırıları yeni bir düzeyde uygulamaya başladı. Temel ihtiyaçlara dönük zam furyası, vergi düzenlemeleri ile emekçilerin gelirlerinde yapılan yeni kesintiler, ücretlerin açlık sınırının altına çekilmesi ve o sınırda tutulması vb. saldırılar önümüzdeki dönemde çok daha kapsamlı uygulanacaktır. Özellikle yerel seçimlerin ardından, toplumsal yaşamdaki çok yönlü sorunları ağırlaştıracak saldırıların gündeme getirileceğinden kuşku duymamak gerekiyor.
Buna paralel olarak, siyasal hak ve özgürlüklere dönük saldırıların yoğunlaşacağı ve faşist zorbalığın katmerleşeceği ise açık. Zira AKP-MHP iktidarı, ekonomik-sosyal saldırıları sorunsuz hayata geçirmek için toplumu bugünkü edilgenliğe mahkum etmek zorunda olduğunu bizzat kendi deneyimleri üzerinden biliyor. Bunun için toplumun en dinamik, en örgütlü, en diri kesimlerine sistematik olarak saldırıyor. Akbelen örneğinde olduğu gibi tamamen haklı ve meşru bir çevre eylemini bile zorbalıkla ezmeye çalışıyor. Esasen siyasal hak ve özgürlükleri rafa kaldırarak, temel hak ve özgürlükler üzerinde tepinerek toplumu nefessiz ve hareketsiz bırakmayı amaçlıyor. Emekçilerin söz, basın, eylem yapma ve örgütlenme özgürlüğünü elinden alarak, işçi sınıfının grevlerini yasaklayarak, sendikal örgütlenme hakkını fiilen engelleyerek, devrimci-ilerici kurumları, partileri ve yayınları çıplak zorbalıkla ezerek sınıf ve emekçi kitlelerin mücadelesini felç etmek istiyor. Böylece hem kendi gerici-faşist iktidarını güvencelemeyi hem de krizin faturasını döne döne emekçilere ödetmenin hesabını yapıyor.
Bu durum yeni değil elbette. AKP iktidarı özellikle Haziran direnişi ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrası bu doğrultuda bir hayli yol aldı. Siciline sayısız saldırı ve suç ekledi. Lakin, 2023 dönemecini “kazasız” atlattığı yerde saldırganlıkta gemi azıya alacağından kuşku duymamak gerekiyor.
Tam da buradan hareketle, önümüzdeki dönem içerisinde sınıf ve emekçilerin hak arama bilinci ve mücadelesini güçlendirmek, bu temelde harekete geçirip örgütlemek kritik bir önem taşımaktadır. Zira, işçi ve emekçiler, ellerinden zorbalıkla alınan siyasal, sosyal ve sınıfsal haklar için mücadele vermedikçe, sermayenin çok yönlü saldırıları geri püskürtülemez. İşçi sınıfı ve emekçiler söz söyleme özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, eylem yapma özgürlüğü, grev yasaklarını tanımama, sendikal hak ve özgürlükler vb. siyasal ve sınıfsal haklarını fiili-meşru bir temelde kullanmaya kalkışmadan, herhangi bir kazanım elde edemezler.