Gezi Davası ya da korkunun tezahürü

Gezi Davası'nın herhangi bir dayanaktan yoksun bir şekilde, onlarca yıl ceza verilerek "bağlanması", içinden geçmekte olduğumuz dönemin gelişmelerinden bağımsız ele alınamaz.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 26 Nisan 2022
  • 19:00

Baştan sona gerici-faşist iktidarın yönlendirmeleri üzerinden ilerleyen, dahası savcı ve yargıç koltuğunda “hukukçu” kılıklı AKP’lerin oturduğu Gezi Davası geçtiğimiz hafta sonuçlandı. Taksim Dayanışması bileşenleri hakkında onlarca yıl hapis cezası ve tutuklama kararı verildi.

Tamamen siyasi olduğu hemen herkes tarafından bilinen “yargılama” sürecinin ve alınan kararın hedefinde ise, Haziran Direnişi şahsında toplumsal mücadele olduğu açık. Zira Haziran Direnişi, toplumsal yaşamda ağırlığa dönüşmüş olan gerici-faşist iktidara ve onun keyfi-kuralsız uygulamalarına karşı gelişen büyük bir halk hareketiydi. Bu nedenledir ki, direnişin daha ilk günlerinde kimyası bozulan ve büyük bir korkuya kapılan Tayyip Erdoğan ortalıktan kaybolmuş, soluğu yurtdışında almıştı.

Gerici-faşist rejimin o tarihten beri gelişen her eylemin, her toplumsal tepkinin arkasında “Gezi” araması da bu büyük halk hareketinin yarattığı travmayı hala daha aşamadığının göstergesi oldu. Zira, Haziran Direnişi’ne katılan kitleler teslim alınamadı, biat ettirilemedi, deyim yerindeyse hareket direnerek sönümlendi. Hal böyle olunca gerici-faşist rejimin “sokak” korkusu hep baki kaldı.

Gelinen yerde Gezi Davası’nda alınan kararın bir yönünü AKP iktidarının siyasal bağlamda aşamadığı bu travmatik durum oluşturmaktadır. Zira AKP iktidarı, 20 yıllık tarihinde yediği bu en büyük tokadın hırsıyla hareket etmekte ve Haziran Direnişi’nden “intikam” almanın derdindedir. Öte yandan, Taksim Dayanışması bileşenleri şahsında verilen karar gerçekte bütünüyle toplumsal mücadele güçlerini hedef almaktadır ve işin bu yanının güncel gelişmeleri kesen boyutları da bulunmaktadır.

Gerici-faşist rejimin sokak kâbusu

Gezi Davası’nın herhangi bir dayanaktan yoksun bir şekilde, onlarca yıl ceza verilerek “bağlanması”, içinden geçmekte olduğumuz dönemin gelişmelerinden bağımsız ele alınamaz. Zira, pandemi-kriz ikilisinin toplumsal yaşamdaki sorunları ağırlaştırdığı, işçi sınıfının, emekçilerin, gençliğin ve kadınların içerisinde öfkenin alabildiğine mayalandığı bir dönemden geçiyoruz.

Son yıllarda bu öfkenin kendini açığa vurduğu kimi çıkışlar yaşanmakta, gençlik ve kadın hareketi yer yer kitlesel eylemler üzerinden kendisini ortaya koymaktadır. 2022 yılının ilk aylarında gündeme gelen ve hızla ülke çapında birçok kente yayılan işçi direnişleri ise, bu öfkenin sınıf içerisinde de giderek patlama potansiyellerinin biriktiğini göstermektedir. Kapitalist krizin giderek derinleştiği şu günlerde hayat pahalılığına, düşük ücretlere ve zam yağmurlarına karşı gelişen tepkiler ise önümüzdeki dönemde sınıf ve kitle hareketinin birleşik zeminlerde kendisini ortaya koyabileceğini göstermektedir. Bu gerçeklik sadece toplumsal mücadele güçleri tarafından görülmüyor. Aynı zamanda sermaye düzeninin temel kurumları ve gerici-faşist rejim de toplumsal yaşamda biriken sorunlar üzerinden sosyal patlamaların yaşanabileceğinin fazlasıyla farkındalar. Bunun kendisi uykularını kaçırıyor.

Gerici-faşist rejimin her fırsatta sokak hareketini hedef alması ve kitleleri sokak üzerinden tehdit etmesi, yeni bir “sosyal patlama” yaşanmasından duyduğu kaygının bir tür dışa vurumu sayılabilir. Düzen muhalefetinin bu noktadaki tutumu ise pespaye ötesi denebilir. Öyle ki, düzen muhalefeti en az iktidar bloğu kadar kitlelerin sokağa çıkmaması için elinden geleni yapıyor, sistemli olarak “sandık” üzerinden hayaller yayarak emekçileri edilgen kılmaya çalışıyor.

Korkularını büyütmek için yeni Haziranlar

Gezi Davası, gerici-faşist rejim adına bir tür intikam alma ve topluma korku salma hedefiyle “şimdilik bağlandı”. Fakat toplumsal yaşamın derinliklerinde enerji biriktiren fay hatları, mahkeme koridorlarında alınan kararları esas almazlar. Biriken enerjinin, çok daha büyük, çok daha sarsıcı yeni toplumsal çıkışların önünü açması kaçınılmazdır. Ne faşist baskı ve zorbalık ne burjuva yargının tiyatro oyunları kitlelerin toplumsal öfkesini dizginleyemez.

O halde yapılması gereken de açıktır. Yapılması gereken gerçek ve sınıfsal eksende hesaplaşmaların yaşanacağı yeni kitle hareketlerine hazırlanmak, bu türden hareketlerin gelişmesinin önünü açmak için mücadeleyi büyütmek, sınıf ve emekçi yığınların yeni Haziranlarını bugünden örgütlemektir.