Düzen siyasetine rengini veren kirli atmosfer giderek yoğunlaşıyor. Dozu her geçen gün artan yalan, demagoji, dezenformasyon ve hakaretlerle örülü bu kirlilik üzerinden, toplum alabildiğine nefessiz bırakılmak isteniyor.
Gerici-faşist rejim son günlerde bir yandan fiili saldırılarını tırmandırıyor, öte yandan söylemlerinde düzeysizliğin sınırlarını zorlayan bir hatta ilerliyor. Erdoğan’ın Haziran Direnişi’ni ve toplumun muhalif kesimlerini hedef alan çirkin açıklamaları bunun son örneği oldu. Görünen o ki, AKP-MHP iktidarı bir kez daha o bilinen “kutuplaştırma” siyasetini esas alan bir politika izliyor. Bu yolla hem kendi tabanını konsolide etmeyi hem de düzen muhalefetini istediği mindere çekerek sırtını yere getirmeyi amaçlıyor. Bu sefer işinin o kadar kolay olup olmayacağı ise bir dizi etmene; içeride ve dışarıda iğreti bir düzlemde varlığını sürdüren güç dengelerinin ne yönde şekilleneceğine ve toplumsal mücadelenin seyrine sıkı sıkıya bağlı.
İktidarın “manevraları” ve bekleyen tehlikeler
Gerici-faşist rejimin son yıllarda bir dizi alanda manevra kabiliyetini yitirdiği ve bu yönüyle açmazlarının derinleştiği biliniyor. Bu koşullar altında toplumsal desteğini korumakta iyiden iyiye zorlanan rejim, inandırıcılıktan uzak “müjdeler” vererek, düzen muhalefeti üzerinden topluma tehditler savurarak ve çıplak zorbalığı tırmandırarak yol yürümeyi esas aldı. Günü kurtarmaya yönelik bu çıkışların etkisi de doğal olarak geçici oldu.
Öte yandan, iktidar gücünü elinde tutmak için batılı emperyalist güçlere uşaklık çizgisini pekiştirecek adımlara yöneldi. İçerde ve dışarıda açmazları derinleşen gerici-faşist rejim, geçtiğimiz yıl Afganistan ve Karadeniz krizi üzerinden buna ne denli hevesli olduğunun mesajlarını vermişti. Ukrayna krizi henüz savaş boyutuna ulaşmadan önce, Karadeniz’i batılı emperyalistlerin hizmetine sonuna kadar açmak için her türlü çılgınlığı yapmaya hazır olduğunu ise “Montrö krizi” üzerinden ortaya koymuştu:
“Sayısız argümanla manipüle edilerek bağlamından koparılmak istenen Montrö ve Kanal İstanbul tartışmaları ayrıntılarından arındırıldığında, ortaya açık bir tablo çıkmaktadır: AKP-MHP iktidar bloğu, başını ABD’nin çektiği batılı emperyalist güçlerin Karadeniz’e dönük planlarında yeni bir düzeyde rol üstlenme hevesindedir.
“Gerici-faşist iktidar Karadeniz’de öne çıkan kriz dinamiklerini, kendi bölgesel çıkarları doğrultusunda değerlendirmenin, özellikle de emperyalistlerle ilişkileri ‘onarmanın’ imkânı olarak görüyor.” (Kızıl Bayrak, Özel Sayı: 14 / 9 Nisan 2021)
Ukrayna’da başlayan emperyalist savaş, uluslararası ilişkiler alanında kartların yeniden karılmasına, emperyalistler arası güç dengelerinin yeni biçimler almasına ve doğal olarak belli boşluklar ile çelişkilerin oluşmasına yol açtı. Gelinen yerde gerici-faşist rejim bir kez daha bu boşluklara oynayan bir tutum sergiliyor. NATO’nun genişletilmesi tartışmaları, özellikle iç politikada istismar edilebilecek “yeni bir manevra” alanı olarak değerlendiriliyor. Rejimin bekası için bir yandan ABD ve batılı emperyalistlerle ilişkileri düzeltmeye çalışan Erdoğan yönetimi, içeride ise “dünyaya kafa tutan lider” görüntüsü yaratma çabasında.
“NATO krizi”ni emperyalistlerin de onayını alarak sonuna kadar istismar edeceği açık olan rejim, buna da bağlı olarak Suriye ve Rojava’ya dönük yeni bir saldırıyı da gündemine almış görünüyor. NATO’nun genişletilmesine dönük kirli hesap ve pazarlıkları kullanarak, ABD ve Rusya’dan koparacağı tavizlerle başlatmayı düşündüğü işgal harekatı üzerinden bir kez daha iç politika alanında elini güçlendirmeye çalışıyor. Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na yönelttiği “10 soru” da içeride ve dışarıda tırmandırılan savaş ve saldırganlık politikaları üzerinden toplumu ve muhalefeti çekmeye çalıştığı düzlemi ortaya koyuyor.
Seçim yılına girildiği bir süreçte, Erdoğan yönetimi düzen muhalefetini Kürt halkına ve hareketine dönük yeni bir saldırı üzerinden “Yenikapı ruhu”na kazanabilecek mi belli değil, ama cetvel buraya konulmuş durumda. Bu çizgiye fazlasıyla istekli bir muhalefet bloğunun olması ise iktidara başka bir manevra alanı yaratıyor.
Tüm bu gelişmeler önümüzdeki günlerde gerici-faşist rejimin bir yandan düzen muhalefetine ve toplumsal mücadele güçlerine dönük saldırganlığı tırmandıracağını, öte yandan “terör” demagojisi eşliğinde Gezi vb. toplumsal mücadele gündemleri üzerinden sokağı hedef alarak küstah ve bayağı söylemlerin dozunu arttıracağını, kirli savaş politikaları ile düzen siyasetini kendi minderine çekmek için elinden geleni yapacağını gösteriyor.
Bu kirli politikanın en tehlikeli yanını ise toplumdan yanıt bulması ihtimali oluşturuyor. Ayağının altındaki toprağın kaydığının farkında olan iktidar, tam da bu hedefe odaklanmış bulunuyor.
Üst üste binen toplumsal sorunlar
Ancak, bu kirli hesapların eskisi gibi kolayından sonuç üretmesi kolay değil. Zira, ekonomik krizin çok yönlü faturası gün be gün ağırlaşıyor. Hayat pahalılığı, düşük ücretler, yoksullaşma, açlık, işsizlik ve ağır çalışma koşulları işçi ve emekçilerin temel gündemleri. Öte yandan tırmandırılan faşist baskı ve zorbalık, burjuva muhalefetin etkisi altında olan kitleler dahil, geniş toplumsal kesimlerde belirgin bir hoşnutsuzluk oluşturmuş durumda. Kürt halkı ateş altında, emekçi kadınların üzerindeki baskı, şiddet ve saldırılar görülmemiş boyutlara ulaşmış durumda. Gençlik kitleleri ise geleceksizlik çukurunda yaşam savaşı veriyor.
Bu koşullarda, gerici-faşist iktidarın yalanlarla, demagojilerle, iğrenç söylemlerle ve daha önemlisi kirli savaş politikalarıyla toplumun dikkatini başka yönlere çekmesinin ve çok yönlü toplumsal sorunların etrafından dolanarak yol yürümesinin imkanları giderek tükeniyor.
Toplumsal mücadelenin önünü açmak için!
Derinleşen kriz ve artan toplumsal sorunlar karşısında bunalan Erdoğan yönetimi, önümüzdeki süreçte kirli ve karanlık oyunlarla toplumu paralize etmek, kutuplaştırmak ve en azından kendi dinci-gerici tabanını mobilize etmek için elinden geleni yapacaktır.
Burada üzerinde durulması gereken nokta, bu kirli hesapların nasıl ve hangi yolla boşa çıkarılacağıdır. Açıktır ki ki, kendisi de gericilikle malul olan, sosyal sorunları demagoji malzemesi yaparak oy devşirmeye çalışan ve her kritik süreçte iktidarın gölgesine sığınan düzen muhalefeti ve onun seçim vaatleri çözüm adresi olamaz. Zira, onların ortaya koyduğu “çözüm” platformu, işçi ve emekçilerin temel sorunlarının çözümünü değil, çözümsüz sorunlarla boğuşan burjuva düzenin restorasyonunu esas almaktadır.
Dolayısıyla, burjuva siyasetin iktidarı ve muhalefetiyle birlikte oluşturmaya çalıştığı gerici, boğucu, saptırıcı ve tehlikeli atmosferi parçalayıp atmanın biricik yolu, işçi sınıfı eksenli sosyal mücadeleleri büyütmekten geçmektedir. Bu nedenle, önümüzdeki dönemde işçi ve emekçilerin tüm dikkatini, temelinde kapitalist sömürü düzeninin yer aldığı toplumsal-siyasal sorunlara çekmek, bu sorunlara dayalı mücadeleleri her alanda örgütlemek ve birleştirmek yaşamsal bir önem taşımaktadır.