Irkçı-faşist saldırganlığa karşı...

Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği!

İçinden geçmekte olduğumuz dönemde göçmenleri hedef alan ırkçı kampanya ile Kürt halkını hedef alan saldırıları bütünlüğü içerisinde ele almak gerekiyor. Zira her iki alanda tırmandırılan saldırganlık toplum içerisinde şovenizmi körüklemek, işçi sınıfı ve emekçileri bölmek, halkları birbirine düşman etmek için kullanılıyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 15 Mayıs 2022
  • 08:00

Göçmen krizi son günlerde gerici-faşist rejimin ve düzen muhalefetinin kirli ve tehlikeli söylemleri üzerinden yeniden gündem haline gelmiş bulunuyor. Düzen siyasetinin neredeyse tüm temsilcileri göçmen sorununu istismar ederek toplumu kendi sefil çıkarları etrafında toparlamayı hedefleyen bir kampanya yürütüyor. Bir yandan topluma göçmenleri tüm sorunların kaynağı olarak gösteriyorlar, ırkçılığı ve şovenizmi körüklüyorlar. Öte yandan “göçmenleri sahipleniyoruz” vb. söylemler üzerinden algı oluşturmaya çalışıyorlar. Her iki tutum da göçmen krizini istismar etmeye dayanıyor.

Göçmen krizi ve iktidarın açmazları

Göçmen krizi ekonomik, siyasi ve sosyal sonuçları olan çok yönlü ve katmanlı bir sorundur. Temelinde emperyalist-kapitalist sistem yer almakta, Türkiye’deki göçmen sorununda ise sermaye iktidarının dolaysız bir sorumluluğu bulunmaktadır.

Türkiye’deki göçmenlerin ağırlığını Ortadoğu, Asya ve Afrika ülkelerini yıkıma uğratan emperyalist savaştan kaçanlar ya da açlık ve yoksulluk nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalanlar oluşturuyor ve sayıları milyonları buluyor. IOM Türkiye’nin Ocak 2022 verilerine göre, Türkiye’de çoğunluğu Suriyeli yaklaşık 4 milyon göçmen bulunuyor. Emperyalistlerin doğrudan ya da dolaylı olarak müdahale ettiği, savaşı tırmandırdığı, ekonomik ve toplumsal alt yapıyı yıkıma uğrattığı bu ülkelerde, Türk sermaye devleti ya NATO şemsiyesi altında ya da Suriye’de Rojava’da, Güney Kürdistan’da ve Libya’da olduğu gibi bizzat işgalci güç konumundadır.

Başta gerici-faşist iktidar olmak üzere, düzen siyasetinin tüm güçleri bu açık gerçeği karartarak göçmen krizini sadece istismar konusu ediyorlar. Bu konuda aynı yerde ve çizgide duruyorlar. Tüm kesimleri ile düzen siyasetinin göçmeler karşısında birleştiği nokta ise ırkçı-şovenizm eksenidir.

Bu denli kapsamlı ve çok yönlü kriz karşısında giderek köşeye sıkışan ve açmazları derinleşen gerici-faşist rejim, başından beri göçmenleri kendi gerici çıkarları doğrultusunda kullanıyor. Yeri geliyor Avrupa emperyalizmine karşı pazarlık konusu ediyor, yeri geliyor seçim malzemesi yapıyor, yeri geliyor toplum içerisinde ırkçı-şovenizmi körüklemek için istismar ediyor.

Son günlerde temelde ırkçı söylemler üzerinden tırmandırılan kampanyanın ekonomik-sosyal bunalımın derinleştiği ve seçim takviminin ilerlediği bir süreçte devreye sokulması ise tesadüfi değildir. Bu gerici ve son derece tehlikeli kampanya sınıfı ve emekçileri bölmeyi, göçmen karşıtlığı üzerinden paralize etmeyi, kendine yedeklemeyi, toplumu ırkçı-şovenizm ile zehirleyip sersemletmeyi hedeflemektedir.

Kürt halkına dönük saldırılar tırmandırılıyor

Bir dizi kriz dinamiğinin köşeye sıkıştırdığı gerici-faşist iktidarın Kürt halkına dönük saldırıları da her geçen gün artıyor. Dışarda Rojava ve Güney Kürdistan’ı hedef alan saldırılar yoğunlaşırken, içerde ise başta HDP olmak üzere Kürt hareketini hedef alan kirli provokasyonlar düzenleniyor. Arkası kesilmeyen polis saldırılarıyla, tutuklama ve yargı terörü ile Kürt halkının iradesi kırılmaya, mücadelesi soluksuz bırakılmaya çalışılıyor.

Geçtiğimiz yıl İzmir’de Deniz Poyraz’ın katledilmesi, yakın zamanda ise Ankara ve İstanbul’da polis eliyle HDP’yi hedef alan provokasyonlar tezgahlanması, 7 Haziran sonrası uygulanan kanlı ve karanlık planların bir kez daha devreye sokulduğunu akıllara getiriyor. Zira, kriz ve açmazları derinleşen, ayağının altındaki toprağın her geçen gün kaydığını gören gerici-faşist rejimin, iktidar gücünü elde tutmak için ne denli barbarlaşabileceği biliniyor. 7 Haziran seçimlerinin arkasından yaşananlar bu konuda açık bir fikir veriyor.

Son günlerde bir yandan göçmen krizini istismar ederek öte yandan Kürt halkına saldırarak ırkçı-şovenizmi tırmandıran rejim, kendi gerici tabanını tutmanın, düzen muhalefetini ise hizaya çekmenin hesabını yapıyor. Bu tehlikeli maceranın en büyük acısını ve yıkımını ise başta saldırıların hedefinde olan halklar olmak üzere Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri yaşayacaktır.

Kanlı ve karanlık hesapları bozmak için İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!

İçinden geçmekte olduğumuz dönemde göçmenleri hedef alan ırkçı kampanya ile Kürt halkını hedef alan saldırıları bütünlüğü içerisinde ele almak gerekiyor. Bu saldırıların işçi ve emekçilerin yaşamında yaratacağı çok yönlü yıkımı göz önünde bulundurmak ise önemli bir yerde duruyor. Zira her iki alanda tırmandırılan saldırganlık toplum içerisinde şovenizmi körüklemek, işçi sınıfı ve emekçileri bölmek, halkaları birbirine düşman etmek için kullanılıyor. Öte yandan, bu kapsamlı saldırganlıkla içerde ve dışarıda Kürt halkının kazanımları hedef alınırken, emperyalist savaş, açlık ve yoksulluk nedeniyle göçmen konumuna itilen milyonlarca insanın acıları da katlanarak artıyor.

Bu olgulardan hareketle, önümüzdeki dönemde sermaye düzeninin mazlum halkları hedef alan bu kapsamlı saldırganlığını boşa düşürmek için işçi sınıfının ve emekçilerin duyarlılığını geliştirmek, işçilerin birliği halkların kardeşliği ekseninde birleşik mücadeleyi büyütmek yakıcı bir önem taşımaktadır. Zira, gerek saldırıların doğrudan hedefi olan mazlum halklar ve göçmenlerin, gerekse işçi sınıfı ve emekçilerin birleşik mücadelesini örgütlemenin yolu buradan geçiyor. Aynı şekilde toplumu hedef alan her türden burjuva gericiliğini püskürtebilmek de, merkezinde işçi sınıfının yer aldığı sosyal mücadeleleri örgütlemek, yaygınlaştırmak ve birleştirmekten geçmektedir. Sınıf devrimcileri ve diğer toplumsal mücadele güçleri sorumluluklarına bu gözle bakmalı, güncel mücadele görevlerini bu temelde ele almalıdır.