Gerici-faşist iktidarın Gezi ve Kobanê hesaplaşması

Kuşkusuz yargının toplumsal muhalefet üzerinde kamçı gibi kullanıldığı nice dava göreceğiz. Ancak korkuya, baskıya ve sömürüye dayanan hiçbir iktidar sonsuza kadar ayakta kalamaz.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 28 Mayıs 2021
  • 13:40

AKP-MHP iktidarı, toplumsal muhalefete yönelik saldırılarını hız kesmeden sürdürüyor. Tepesine kadar pisliğe batmış olan gerici-faşist iktidar, çürümüş düzeni ve mafya devletini ayakta tutabilmek uğruna her türlü kanlı, kirli, karanlık yolu mubah sayıyor. “Beka” demagojisi de artık pek rağbet görmeyen AKP-MHP iktidarı, denk geldikçe çetevari tehditler savurmaktan da geri durmuyor. Sınıf ve kitle hareketinin bir nebze sahneye çıktığı her durumda ise Gezi, Kobane vb. gibi direnişleri hatırlatarak, beylik “dış mihrakların oyunları”, “Türkiye’ye yönelik operasyon” gibi demagojilere sarılıyor.

Son aylarda odağında gençliğin, kadınların ve Kürt halkının olduğu eylemli süreçler yaşandı. Gençlik Boğaziçi Direnişi üzerinden kitlesel bir tepki ortaya koydu. Kadına yönelik şiddet ve İstanbul Sözleşmesi üzerinden kadınlar sokaktaydı. Keza 8 Mart, Newroz ve 1 Mayıs gibi tarihsel günlerde Kürt halkı, emekçiler, devrimciler, ilerici kesimler pek çok kentin meydanlarını doldurdular. Gerici-faşist iktidarın vesile buldukça dillendirdiği Gezi Direnişi korkusu bu dönemde daha da arttı. Polis işkencesini, yargı terörünü, gözaltı ve tutuklama saldırısını daha da yaygın ve yoğun uyguladı. Bu zorbalığa rağmen, gelişen hiçbir hareketi kolayca ezemedi.

AKP-MHP iktidarının toplumsal mücadele dinamiklerinden bu denli korkması boşuna değil. Zira gerici-faşist iktidar ilkin Gezi Direnişi sürecinde büyük bir fobi edindi. Herhangi bir dinamiğin herhangi bir sorunda sokağa çıkacak olması, AKP iktidarının 2013 Haziran günlerinde yaşadığı korkuyu depreştiriyor. Bu yüzden en ufak hak arama eyleminde dahi azgın bir devlet terörüne başvuruluyor.

AKP iktidarı bununla da kalmıyor. Toplumsal muhalefete göz dağı vermek, iktidarını sarsan her hareketliliğin hesabını sormak istiyor. Bunu da aradan yıllar geçmesine rağmen kimi olaylar üzerinden harekete geçirdiği yargı terörü ile yapıyor. İşte Gezi ve Kobanê davaları tam da AKP iktidarının kindarca hesap sorma mizansenleri olarak açıldılar.

Bu iki davadaki hukuksuzlukların ucu bucağı yok. Fakat mesele yalnızca “hukuksuzluk” değildir. Zira sayısız örnek üzerinden burjuva yargı mekanizmasının iktidarın çıkarları ile ters düşmeyeceğini, düşerse de kolayca ıskartaya çıkarılabileceğini gördük. Çünkü hukuk, sosyal sınıflardan ve sistemlerden bağımsız değildir. Hukuk, egemen sınıfın tahakküm aracıdır.

AKP iktidarı, konu muhaliflerden hesap sormaya gelince bu tahakküm aracını hoyratça kullanmaktan geri duymuyor. Geçtiğimiz günlerde görülen Kobanê Davası ile Gezi Davası duruşmaları bunun adeta bir özeti oldu.

Gezi Direnişi’ne ilişkin ilk dava, 2014 Mart’ında başlamış, Şubat 2015’te beraatla sonuçlanmıştı. Ancak 2019 yılında ikinci bir dava açıldı. Şubat 2020’de bu dava da sonuçlandı ve yargılananlar “hakkındaki suçların somut ve kesin delillere dayanmaması” sebebiyle beraat ettiler. İki beraat kararına rağmen savcılığın İstinaf Mahkemesi’ne itirazı ile dava yeniden görülmeye başlandı. Yargılamalar boyunca AKP iktidarın şefleri “Yargı gerekeni yapacaktır” nakaratıyla yargıya talimat vermeye devam ettiler. Fakat ortada somut hiçbir suç olmadığı için, talimatlara rağmen düzen yargısı iki davada da beraat kararı vermek zorunda kaldı. Ancak gelinen yerde artık göstermelik bir burjuva yargı düzeni bile olmadığından, Gezi Davası yeniden açıldı ve hala devam ediyor. Üstelik yargılananlar hakkında toplamda 2.970 yıl hapis cezası isteniyor!

Kobanê Davası ise gerici-faşist koalisyonun Kürt halkına yönelik imha, inkar ve asimilasyon politikalarının bir devamı olarak işliyor. Kürt halkının iradesini tanımayarak kayyumlar atayan, faşist baskı ve saldırı politikalarını her geçen gün tırmandıran AKP iktidarı, Kobanê Davası ile de Kürt halkını sindirmeye, korkutmaya çalışıyor. Kobanê Davası AKP iktidarında yargının nasıl işlediğinin diğer tüm örnekleri gereksizleştiren bir göstergesidir. Kobanê Davası AİHM’nin (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) Selahattin Demirtaş’a dair verdiği “acil tahliye kararının” ardından yargıya verilen talimatla acelece açılmıştır. Demirtaş’ın AİHM kararının ardından serbest bırakılması gerekirken, bir gecede açılan Kobanê Davası ile Demirtaş bu davanın tutuklusu haline getirilmiştir. Kobanê Davası’nın açılacağını ise, iddianamenin kabulünden 25 gün önce, gerici-faşist iktidarın diğer ortağı Bahçeli “Suç ve suçlu ile gecikmeksizin mücadele edilmelidir” talimatıyla kamuoyuna duyurmuştur. İddianame mahkeme heyetine gönderildikten sonra mahkeme heyeti öyle çabuk hareket etmiştir ki, 3,530 sayfalık iddianameyi 3 günde okumuş(!) üstüne bir de tutanak hazırlamıştır. Üstelik kamuoyu, iddianamenin kabul edilip davanın açıldığını da Kobanê Davası’nın avukatlarından önce MHP Genel Başkan Yardımcısı Fethi Yıldız’ın sosyal medya paylaşımı ile öğrenmiştir.

Kobanê ve Gezi davaları, din istismarcısı faşist iktidarın, toplumsal muhalefeti sindirmek amacıyla yargıyı ne denli hoyratça kullandığının iki büyük örneğidir. AKP yargıyı adeta toplumsal muhalefetin tepesinde bir kılıç gibi sallamaktadır. Dinci-faşist iktidarın karşısında duran herkes “yasalar ve hukuk” ile tanışmaktadır. Düzen hukuku, Süleyman Soylu’nun geçtiğimiz günlerde sarf ettiği “Bana göre suç” keyfiliğiyle hareket etmektedir. Bu hukuk, AKP-MHP iktidarı ve yandaşları için bir aklanma mekanizması, devrimci, ilerici ve muhalifler içinse bir cezalandırma ve sindirme aracıdır.

Kuşkusuz yargının toplumsal muhalefet üzerinde kamçı gibi kullanıldığı nice dava göreceğiz. Ancak korkuya, baskıya ve sömürüye dayanan hiçbir iktidar sonsuza kadar ayakta kalamaz. İşçi sınıfının siyasal iktidarı alacağı gelecek günlerde ise bu baskı ve zorbalığın hesabı elbet sorulacaktır.