AKP-MHP yönetimindeki sermaye düzeninin çok yönlü krizi her geçen gün derinleşiyor. Gerici-faşist iktidar ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal vd. alanlarda süren krizin ağır faturasını kesintisiz olarak işçi ve emekçilere ödettiriyor. Yüksek enflasyon, temel tüketim ihtiyaçlarına her gün gelen zamlar, işsizlik, pandeminin etkileri, rüşvet ve yolsuzluk, devletin mafyalaşması vb. gibi olgular artık gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiş bulunuyor. Keza işçi, emekçi, genç intiharlarından kadın cinayetlerine varıncaya değin bir dizi toplumsal sorun her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Kuşkusuz bu karanlık tablonun kaynağında en başta kapitalist düzen gerçeği ve yirmi yıldır bu düzenin en benzersiz ve en kudurgan temsilcisi olmaya kolları sıvamış AKP iktidarı duruyor.
Toplumsal yaşamda etkisini her geçen gün hissettiren bu krizler işçi ve emekçilerde, gençlerde, kadınlarda sürekli bir öfke biriktiriyor. Bu öfke belli gündemlerle yer yer sokağa da taşıyor. Geçtiğimiz aylarda gerçekleşen kriz eylemleri, Enes Kara’nın intiharı ve Mehmet Sami Tuğrul’un tarikat yurtlarında katledilmesi üzerine yapılan protestolar, mevzi işçi direnişleri, Çimsetaş direnişi gibi gündemler buna örnek olarak verilebilir. Bu tekil örnekler dahi sermaye iktidarının “sosyal patlama” korkusunu büyütmeye yetiyor.
Ülke sathına yayılma potansiyeli taşıyan her eylem karşısında düzenin temsilcileri tek bir ağızdan tehditler savurmaya, sokağı kriminalize etmeye, gayrimeşru göstermeye çalışıyorlar. Toplumsal muhalefeti tehdit eden dinci faşist AKP-MHP iktidarı hemen tüm hak arama eylemlerine karşı terör demagojisini kullanıyor. Sokak karşıtı söyleme çok geçmeden düzen muhalefeti de katıldı. Düzen muhalefeti “sokaklara çıkmayacağız, provokasyona gelmeyeceğiz, sandıklarda hesap soracağız” minvalinde bayağı söylemler ile aslında nerede konumlandığını gözler önüne serdi. Yani denilebilir ki iktidarından muhalefetine tüm düzen güçleri, işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin hak arama, gelecek ve özgürlük mücadelesinin karşısında o veya bu bahane ile aynı safta konumlanmıştır.
Ekonomik krizden ve yıkıcı sonuçlarından, politik baskılardan ve devlet teröründen, soygundan ve ağır sömürüden, cinsiyetçilikten ve ulusal kölelikten bıkan işçiler, emekçiler, gençler ve kadınlar öfke ve tepkilerini çeşitli biçim ve düzeylerde dışa vurdukları her durumda iktidarın “dış güçler kışkırtıyor” demagojisiyle karşılanıyor. Sadece toplumsal muhalefet hareketi değil, bizzat kendilerinin neden olduğu bütün kötülüklerden de sözde “dış güçler ve onların içerdeki uzantıları” sorumlu tutuluyor. İktidar tarafından sürekli olarak gündemde tutulan bu kara propaganda son zamanlarda daha da yoğunlaştırıldı.
Oysa sözü edilen “dış güçler”, yani ABD başta olmak üzere kapitalist ve emperyalist devletler, NATO gibi savaş aygıtları, G20 gibi işbirlikleri, bir dizi cihatçı-selefi örgüt tümüyle Erdoğan ve iktidarının arkasındadır. Erdoğan ve iktidarı bizzat onlar tarafından hazırlandı, iktidara taşındı ve bugüne kadar da onlar tarafından desteklendi. Washington’da “deliğe süpürülmek” yerine kullanılması tercih edilen AKP iktidarı bugün emekçilerin haklı mücadelesini “dış güçlerin kışkırtması” adı altında kriminalize edip lekelemek istiyor. Oysa bizzat dinci faşist iktidarın kendisi, iliklerine kadar “dış güçlerin” hizmetindedir. Bundan ötürü de emekten, haktan, gelecekten ve özgürlükten yana ne varsa onlara düşmandır. Bu değerler karşısındaki tutumu, emperyalist kapitalist efendilerinin ellerinde tuttukları tasmasının zincirinin uzandığı yere kadardır.
İ. Y. Gün