İzmir Seferihisar açıklarında gerçekleşen AFAD’a göre 6.6, Kandilli’ye göre 6.9 şiddetindeki depremde en az 26 kişi hayatını kaybetti, 885 kişi yaralandı, çok sayıda bina yıkılarak ya da ağır hasar görerek kullanılmaz hale geldi. Depremin merkez üssünün şehir merkezinden uzak ve denizde olması felaketin büyümesini önledi. Buna rağmen alışıldık görüntüler ekranlara yansıdı. Bu ise felaketle-kapitalizm, felaketle-rant/talan düzeni arasındaki dolaysız ilişkiyi bir kez daha gündeme getirdi.
Türkiye’de halklar bu dehşet verici ‘manzaralara’ alışık; Marmara’dan, Düzce’den, Erzincan’dan, Van’dan, Muş’tan ve daha pek çok kentten. Bu geçmişte de öyleydi bugün de öyle. Zira her depremin ardından devletin tepesindekiler özel uçaklarıyla deprem bölgesine gider, şov yapar, pişkince medyaya nutuklar atar, sonra Ankara’daki işlerinin başına dönerler.
Depremi ‘doğal afet’ diye sunan sermaye medyası ise birkaç gün depremle ilgili çarpık haberler / programlar yapar. Ekranların ‘uzman’ kılıklı ‘demirbaşları’ yine karman çorman bir yığın laf ederler. Ama çoğu esas soruna değinmekten kaçınır. Ne kapitalizmden söz eder, ne kentlerin rant uğruna talan edilmesine ciddi bir eleştiri getirir ne de baş sorumlu olan iktidarı eleştirme cüretinde bulunurlar. Günü kurtaran açıklamalar yaparak görevlerini yapar, efendilerinden dolgun maaşlarını alırlar.
Arada bazı bilim insanları da ekranlarda görünür. Bunlar soruna dikkat çeker, alınması gereken önlemleri sıralar, yöneticileri göreve çağırır. Ancak devlet katında bu açıklamalara/uyarılara itibar eden olmaz. Kısa süre sonra unutulur. Hayatın ‘olağan’ akışı devam eder. Yeni bir ‘doğal afet’ gerçekleşene kadar yağmacı-vahşi kapitalizmin çarkları pervasızca döner.
***
17 Ağustos 1999 yılında yaşanan Marmara Depremi’nin yarattığı yıkımdan sonra, bu sorun toplumda daha çok konuşulur oldu. Bilim insanları vesile olduğunda depremlerle ilgili olasılıkları dile getirdiler. Hangi fay hattının yaklaşık olarak ne zaman kırılabileceğini, beklenen depremin yaklaşık şiddetini anlattılar. Alınması gereken önlemler konusunda yetkilileri uyardılar. Aradan geçen 21 yıl içinde bu gerçekler defalarca dile getirildi. Büyük İstanbul depremi için tahmin edilen maksimum 30 yıllık sürenin dolmasına 9 yıl kaldı. Buna rağmen AKP iktidarı hiçbir ciddi önlem almadı.
Önlem almak bir yana, depremlerin daha büyük bir felakete dönüşmesinin temel nedeni olan rant/talan çarkı hiçbir dönem olmadığı kadar hızla döndü bu iktidar döneminde. O kadar pervasızlar ki, deprem toplanma alanlarının çoğuna AVM ya da gökdelen diktiler. Bazı toplanma alanları ise, gericilik yuvaları tarikat/cemaat gibi kurumlara tahsis edildi. İktidarın bu pervasızlığı İstanbul’la sınırlı değil. Ülkenin pek çok kenti fay hatları üzerindedir. Yine de hiçbir kentte kayda değer önlemler almadılar. İzmir için de aldıkları bir önlem yok. En çok yıkımın olduğu Bayraklı, AKP’nin rant/talan projelerinden biridir.
Önlem almayan, rant uğruna kentleri beton yığınına çeviren, halkı yıkımla/ölümle baş başa bırakan iktidarın başındakiler, deprem olunca pişkince açıklamalarda bulunurlar. Bazı nutuklar atarlar. Nitekim dün de sarayın bir bakanı enkazın üstüne çıkıp telefon görüşmesi yaparak utanmadan şov yaptı. T. Erdoğan ise, depreme dair konuşurken, üç çocuk yapın zırvasını tekrar gündeme getirdi. Yani onlar ne yıkımlarla ne ölümlerle ne halkın çektiği acılarla ilgilenirler. Sebep oldukları toplu ölümlere halkın göstereceği tepkinin kendilerini hedef almasından korkarlar. Böyle bir tehlike olmadığına kanaat getirince de rant/talan projelerine fütursuzca devam ederler.
Genelde kısa süre sonra deprem unutturulur. Rejimin borazanı olan medya her gün uydurduğu yapay gündemlerle toplumu taciz eder, zihin dünyasını sulandırmak için mesai yapar. Hiçbir önlem almayan, dolayısıyla hesap sorulması gereken devlet erkanının suçları, medya denen bu ucubenin asparagaslarıyla unutturulur.
***
Diğer felaketlerde, krizlerde olduğu gibi, önlem alınmadığı için depremin yıkıma dönüşmesinin bedelini de emekçiler/yoksullar öder. Genelde kapitalizm için, özel de Türkiye’deki dinci-faşist rejim için emekçilerin hayatının hiçbir değeri yok. AKP’nin bir tür müteahhitler çetesi gibi çalışması, özellikle inşaat alanındaki ranta odaklanması, depremlerden kaynaklı yıkımların daha ağır olmasına neden oluyor. Şu sıralar kontrolsüz yayılan pandemiye karşı hiçbir ciddi önlemin alınmaması, yükün sağlık emekçilerine ve toplumun sırtına yıkılması olayında olduğu gibi, halkın sağlığı ya da can güvenliği için tek kuruş harcamayan bir rejim var işbaşında.
İnsan soyu yakın geçmişe kadar depremlere karşı önlem alma konusunda yeterli maddi, teknik, bilimsel imkanlardan yoksundu. Oysa artık depremin bir felakete dönüşmesini önlemek için gerekli her şey mevcut. Toplumun sağlığını, can güvenliğini gözeten bir yönetim olsaydı hem kentler buna göre inşa edilebilir hem var olan yerleşim alanları güvenli hale getirilebilirdi. Elbette bunun için ranttan, talandan, asalak bir azınlığı zengin etmek uğruna kentleri ve toplumu riske atmaktan uzak duran bir anlayışın olması gerekirdi.
Doğal olayların felakete dönüşmesini engellemek için gerekli olan altyapı, mali kaynaklar, teknik donanım mevcut. Ancak tüm bu kaynaklar ya kapitalistlerin ya da sermaye devletinin tekelindedir ve her ikisi de halkın sağlığı ya da can güvenliği için kuruş harcamazlar. Çünkü bu, fıtratlarına aykırıdır. Depremlerin bir felakete dönüşmesini önlemenin yolu, bu kaynakları kapitalistlerin ve onların devletinin tekelinden alıp halkın insanca yaşamı ve sağlığı için kullanabilecek bir yöntem kurmaktan geçiyor. Bunu ise, ancak işçi sınıfı önderliğinde emekçilerin desteği ile kurulacak sosyalist bir cumhuriyet başarabilir.