‘99 Marmara Depremi, Van, Elâzığ, İzmir depremleri ve daha niceleri… Doğal afet olan deprem, daha fazla kâr ve rant uğruna insan canının hiçe sayıldığı kapitalist sistemde yıkıcı bir felakete dönüşüyor. Rüşvet ve yolsuzluğa batmış sermaye devleti, sermayenin kâr mantığına uygun rantçı ve talancı zihniyetiyle hiçbir yasa, yönetmelik vb., tanımıyor. Deprem için gerekli önlemleri almayan sermaye iktidarı, ‘99 Marmara Depremi sonrası toplanan 35 milyar dolar tutarındaki deprem vergisini ise rant ve talan uğruna harcıyor.
***
Depremin yaşandığı bölgelere giden devlet bürokratları, timsah gözyaşları eşliğinde şov yapıyorlar. Öyle ki, İzmir depreminde Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli enkaz halindeki bir evin üzerine çıkarak, enkaz altında kalan birisiyle konuşan görevlinin elinden telefonu alıp konuşabiliyor.
Dahası, depremin ağır faturasının sorumluluğunu, yani kendi sorumsuzluklarını topluma yüklüyorlar. AKP’li Mersin Akdeniz Belediyesi Başkanı Mustafa Gültak, emekçileri “sığındıkları eve baktırmamak”la suçlayıp,“Her şeyi devlet mi yapacak? Cebimizden de biraz para verip sıfır bir ev alacağız” deme arsızlığını gösterebiliyor.
AKP şefi Erdoğan ise son derece gülünç rakamlar olan “devletin yaptığı yardımlardan” övünçle bahsediyor. Tıpkı Elazığ depreminde yıkılan binaların yenilerini yapacakları sözünü verdiği gibi İzmir’de de aynı sözü veriyor. Ancak verilen sözlerin tutulmadığı ortada. Elazığ Depremi’nin üzerinden yaklaşık 9 ay geçmesine rağmen 5 bin 24 deprem konutundan sadece 446’sı depremzedelere teslim edildi. Hala binlerce kişi çadır ve konteynerlerde yaşıyor.
Başta Erdoğan olmak üzere sermaye iktidarının sefahat içerisinde yaşayan şefleri, depremin yıkıcı etkilerinin sorumluluğunu halka yüklemeye çalışıyorlar. Oysa deprem gibi doğal afetlerin yıkıcı sonuçlar yaratmasının önüne geçmek, bunun için gerekli tedbirleri almak bizzat siyasal iktidarların sorumluluğudur. Örneğin, binaların sağlamlığının ölçülmesi, deprem toplanma alanlarının gerekli donanıma ve koşullara sahip olması, en önemlisi de deprem önlemleri için gerekli bütçenin ayrılması gerekmektedir. Ancak depreme bütçe ayırmak bir yana toplanan deprem vergilerinin nereye harcandığı dahi bilinmemektedir. Deprem için gerekli önlemler alınmadığı gibi, imar afları çıkarılarak, çürük binalara “hasarlı olmadığı” belgeleri verilerek, deprem toplanma alanları imara açılarak vb., emekçilerin yaşamı hiçe sayılmaktadır.
Yağma ve rant uğruna uygulanan politikalar depremin ardından da yeni örneklerle sürüyor. Örneğin İzmir depremi sonrası oluşturulan hasar tespit birimlerinde yer almak isteyen İzmir TMMOB, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İzmir İl Müdürlüğü tarafından reddediliyor.
Türkiye’de yaşanan her ciddi deprem öncesi ve sonrasında bilim insanlarının ihmallere ve yapılması gerekenlere dikkat çeken açıklamalarına kulak tıkanıyor. Böylelikle her depremde aynı yıkım yaşanıyor.
Sermayenin sınırsız birikimine, doğanın talanına ve insanın sömürüsüne dayalı kapitalist sistem var olduğu sürece, her doğal afetin birer büyük felakete dönüşmesi tehdidiyle karşı karşıya olacağız. Depremlerin öldürmediği, doğanın yıkıma uğratılmadığı, insan yaşamının merkeze konulduğu bir sistem yaratmak tek çıkış yolumuz. Böyle bir yaşam ancak sosyalizmde mümkündür. Ancak sosyalist toplum düzeni yaşanabilir bir dünya yaratabilir.
P. Sevra