Yenidoğan çetesi, Narin’in öldürülmesi, MESEM’lerde seri iş cinayetleri, İzmir Selçuk'ta beş kardeşin evde ısıtıcının devrilmesi sonucunda ölmesi, AIDS'e yakalanan çocukların ölümü… Liste uzayıp gidiyor.
Her gün artan çocuk ve genç ölümleri, kapitalist sistemin ürünü olan toplumsal koşulların çocuk ve gençlere geleceksizlik ve ölümden başka bir şey sunmadığını gözler önüne seriyor.
Bugün için ölümleri durdurmanın yazık ki kısa bir yolu yok. Ancak bugün yaşananları anlamlandırmak ve “görünenin ötesindeki gerçeği” göstermek, buna karşı mücadelenin önemini vurgulamak toplumsal bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor. Kapitalist sistem var olduğu sürece isimlerini anmaya kıyamadığımız çocukların adlarını, her gün haberlerde ilan edilen “ölüm listelerinde” görmeye devam edeceğiz. Narin, Şirin, Bulut, Işık, Miraç, Peri, Nefes ve daha niceleri…
***
Yaşanan genç-çocuk ölümleri ve intiharlar, sermaye düzeninin yarattığı cehennem koşullarının güncel sonuçlarıdır. Her bir ölüm, gerçekleştiği koşullarla bağlantılı bir soruna veya sorunlar dizinine tekabül ediyor. Örneğin bebeklerin özel hastanelere çöreklenmiş bir çete tarafından öldürülmesi ya da çocukların AİDS nedeniyle ölmesi sağlık alanının ticarileşmesinin ve topluma sirayet eden ahlaki çürümenin sonucu olduğu çok açık bir gerçektir. Niğde’de rehabilitasyon merkezinde işkence gören ve sonrasında yaşamını yitiren 9 yaşındaki Mustafa Çelik’in, kurumların özelleştirilmesinin kurbanlarından biri olduğunu unutmamak gerekiyor. İzmir’de beş kardeşin evde ölmesi, sömürü düzenin yarattığı, AKP-MHP rejiminin derinleştirdiği yoksulluğun bir sonucu olduğu orta yerde durmaktadır…
Kapitalizm, çocuklara ve gençlere koyu bir karanlık dışında bir şey vaat etmiyor ve tam bir barbarlık olarak karşımızda duruyor. Barbarlık sisteminin en temel görünümlerinden biri de çürümedir. Çürüme, emperyalizm aşamasındaki kapitalizmin en temel özelliklerinden biri olarak bugün her yerde karşımıza çıkan, gittikçe yaygınlaşan ve giderek derinleşen bir olgudur. Yani çürüme, kapitalizmin çöküşünün hem emaresi hem de o süreci hızlandıran bir faktörüdür.
Çürüme, çöküş ve yağma birbirlerinden beslenerek sermaye devletinin kitleleri yönetmesini kolaylaştırıyor. Sistem böylesine derin bir çürüme içerisindeyken okullar, hastaneler, kamu kurumları birer “fabrikaya” dönüşmektedir. Bu yanıyla öğrenci, hasta, “vatandaş” yok, her yerde “müşteri” vardır. Çürümüş ve insanlığa karşı suç üretmekten başka bir işlevi kalmayan kapitalist sistemde her şeyin bir fiyatı var ve her şey alınıp satılan bir ticaret nesnesine dönüştürülüyor. İnsan organları, uyuşturucu, silah, kadın, çocuk, bebek… Her şey bir ticaret nesnesi ve bu sistemde her şeye bir fiyat biçiliyor.
Sürekli artan servet birikimi ve derinleşen yoksulluk, sistemin çarklarının işleyiş kurallarının dolaysız sonuçlarıdır. Ekonomide, siyasette, toplumsal yaşamın herhangi bir alanında ortaya çıkan çözümsüzlük ve kaos, bir yanıyla toplum yaşamında ahlaki çürümenin, değersizleşmenin ve yolsuzluğun normalleşmesi olarak yansımaktadır. Kara para aklayan, kısa yoldan yolunu bulmaya çalışan, taciz ve tecavüzü normalleştiren bir sistemde çöküş, kaçınılmaz olarak kendisini dayatıyor.
Emperyalist-kapitalist sistemde çürümenin kaynağı tekellerdir. Muazzam sermaye birikiminin bir avuç asalak kapitalistin elinde toplanması, sömürünün kaynağına işaret ediyor. Maddi yaşamın üretiminden uzak olan bu kesim, üretilen zenginliğin büyük bir kısmına el koyuyor. Çürümenin nedeni olan bu durum, asalak kapitalistlerin durumunu göstermektedir. Öte yandan, kapitalizmi yıkarak kendisini ve insanlığı kurtarabilecek olan işçi sınıfının da bu çürümeden payını aldığını, toplumsal kesimlerin tümünde çürümenin izlerine rastlanacağını da unutmamak gerekir.
İşçi ve emekçilerin örgütsüz olması, sendikaların bürokratik bir kast tarafından ele geçirilmiş olması, işçilerin kendine, kendi sınıfına ve sorunlarına duyarsızlaşma eğiliminin yaygınlığı, siyasete uzaklık, tarihsel ve sınıfsal çıkarların değil egemenlerin çıkarlarının taşıyıcısı olması çürümenin emekçi kitleler içerisindeki etkisini göstermektedir.
***
Çürümenin kaynağına karşı savaşmak, emperyalist tekellere karşı mücadele etmek bugün için zorunluluktur. Kapitalist sistemde anlık çıkarlarına uygun davranan, görüntü ve imajı her şeyin üstünde tutan, etnik, cinsel ve dinsel kimlik üzerinden bölünen bir sınıf ve emekçi kitleler gerçeği sistemin işleyişini kolaylaştırıyor. Toplum içerisinde suç oranlarının artması, şiddetin giderek yaygınlaşması, tüketim çılgınlığı, bilgiye düşmanlık, artan mafya ve çeteler, değer sisteminden yoksun olmak, tarikatların artması çürümenin ne kadar yayılıp derinleştiğini göstermektedir.
Toplumsal üretimin parçası olmak yerine ranttan pay almayı teşvik eden, çalmayı ve çökmeyi kutsayan, emek vermeyi değersiz gösteren ve fırsatçılığını öne çıkaran, değerleri değil anlık hazzı kutsayan, aklı ve bilimi değil çıkarcılığı büyüten, “esnekliği” öven, sürekli “PR” (Public Relations) olarak adlandırılan Türkçesi “halkla ilişkiler” anlamına gelen görüntü yaratma çabası içinde olan bir sistemin çürümesi kaçınılmazdır.
Çürümenin karşısında toplumsal olarak örgütlenmenin önemi orta yerde durmaktadır. Ölüm ve sömürünün kol gezdiği günümüz koşullarında çürümeye karşı emekçilerin yeni bir sistem için, sosyalizm için savaşmak dışında bir seçenekleri yoktur. Rosa Luxemburg’un yüzyıl önce yükselttiği şiar bugün her zamankinden de günceldir: “Ya barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm!”