Gerici-faşist rejim, sermaye sınıfının bekası için eğitim, sağlık, yargı gibi birçok alanda kendi iktidarını kurmaya çalışıyor. Burjuva normları bile hiçe sayan gayri-meşru işleyiş, zaman zaman kendi ayağına dolanarak suçların ortaya dökülmesine vesile oluyor. Çürüme yayıldıkça içerdeki klik çatışmaları ve pastadan pay kapma kavgası da şiddetleniyor. Bu ise mafyatik ilişkileri, yolsuzlukları, suçları ört-bas etme girişimlerini ifşaya kadar varıyor. Bunun son örneği geçtiğimiz günlerde BirGün yazarı Timur Soykan’ın bir başsavcının mektubu üzerinden yaptığı haber ve ardından gelişen ‘sansür fırtınası’ oldu.
Söz konusu habere göre İstanbul Anadolu Başsavcısı İsmail Uçar 6 Ekim 2023 tarihinde Hakimler ve Savcılar Kurulu’na bir yazı gönderir. Uçar, yargı sisteminin içinde “çete ve çetecikler” oluştuğuna ve ciddi bir rüşvet çarkı ile bu çetelerin korunduğuna işaret eder. Somut örneklerle çarkın nasıl döndüğünü anlatır. Buna göre hakkında haber çıkan kişiler rüşvet vererek mahkemeye bu haberleri kaldıran kararlar aldırabiliyor; uyuşturucu, gasp, yasa dışı bahis vb. suçlara bulaşmış kişiler kısa sürede tahliye edilebiliyor; suç dosyaları inceleme dahi yapılmadan kapatılabiliyor. Uyuşturucu sanıklarına, yasadışı bahis baronlarına, soygunculara tahliye kararları veren hakimleri o koltuklara oturtan kişi ise 7 yıldır Anadolu Adalet Komisyonu Başkanı Bekir Altun’dur. İstenen kararlar başka mahkemelerde çıkartılamazsa Anadolu Adliyesi’nde sürekli aynı hakimlere denk getirilerek para karşılığı aldırılıyor. Ek olarak Bekir Altun’un tek telefonu ile istenen karar çıkarılıyor, talimatlara uymayan hâkim ve savcıların ise görev yerleri değiştiriliyor. İddialarda adı geçen İstanbul Anadolu 4. Sulh Ceza Hâkimi Sidar Demiroğlu hakkındaki iddiaların araştırılması için herhangi bir adım atılmazken, Demiroğlu’nun 21. Ağır Ceza Mahkemesi başkanlığına bizzat Bekir Altun tarafından önerildiği ve atandığı da ortaya çıktı.
Soykan’ın hazırladığı haberin yayınlanmasının ardından gazeteci Gökçer Tahincioğlu da rüşvetin tarifesini yazdı. Adliye koridorlarında sık sık konuşulduğu bilinen rüşvet tarifesine göre erişim engeli kararı aldırmak için 200 bin lira, adli kontrol kararının kaldırılması için 100-150 bin, yurt dışı çıkış yasağı için 500 bin lirayı gözden çıkarmak gerekiyor.
Uçar’ın iddialarına dayandırılan haberin 13 Ekim günü yayınlanmasının üzerinden 24 saat geçmeden habere erişim engeli, hemen ardından içerik kaldırma ve onun da ardından içerik kaldırma haberine yasaklama getirildi. Soykan’ın yazısının yanı sıra konuyu haberleştiren diğer internet siteleri, Twitter gönderileri ve Youtube yayınlarının da bulunduğu 77 içerik erişime engellendi.
Söz konusu iddiaların araştırılmadan önce jet hızıyla habere getirilen erişim engeline verilen tepkiler üzerine Sarayın Adalet Bakanı Yılmaz Tunç “rüşvet çarkı” ile ilgili müfettiş görevlendirildiğini açıklamak durumunda kaldı. “Müfettiş, olayı tümüyle kapatmak için mi soruşturmak için mi görevlendirildi?” soruları doğal olarak gündeme geldi. Zira gerici-faşist iktidarın kepazeliklerini örtmek için devletin kurumlarını bir aparat olarak kullandığı sayısız örnek var. Bu kirli işlerde sicili bu kadar kabarık olan iktidarın atadığı müfettişe bağımsız çalışma imkanı vermesi mümkün mü?
Başsavcı Uçar’ın yargıdaki rüşvet çarkını ifşa etmesinin ardında, gerçek bir “hukuk savunuculuğu” mu vardır, başka hesaplar mı? Bunu bilmemiz pek mümkün olmasa da görevli bir başsavcının belgelerle ve somut örneklerle rüşvet çarkını rapor haline getirip böyle bir şikâyet yapması yargıdaki çürümenin vardığı boyutun ‘tescilli belgesi’ niteliğindedir.
Öte yandan Uçar’ın 17-25 Aralık dosyalarında görev alan, cemaatin oluşturduğu dosyaları kapatan ekipten olduğu ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında açılan dava sürecinde de ismi sıkça geçen biri olduğu bilinmektedir. Sicili böyle olan birinin ‘hukuk savunuculuğu’ yapması ihtimali düşük görünüyor. Dolayısıyla ifşaların klikler arası çatışmanın dışa vurumu olma ihtimali yüksektir. Ancak bu, ifşaların rejimdeki çürümenin vardığı boyutu göstermesi açısından taşıdığı önemi azaltmaz.
Söz konusu iddiaların ortaya koyduğu gerçek; AKP-MHP iktidarının çete ve mafya ile nasıl bir ilişki ağı ile iç içe olduğudur. Aynı zamanda bu kirli ilişkilerin işçi ve emekçilere yansımasından duyduğu korkudur. Suçlarını örtme telaşıyla anında sansür ve dezenformasyona başvurmaları da bu korkudan ileri geliyor. Sulh ceza hakimliklerini adeta sansür memurlarına dönüştüren bu rejim, gazetecilerin belki de haftalarca, aylarca çalışarak ortaya çıkardıkları gerçekleri anında erişim engeli getirerek suçlarını emekçilerden gizlemeye çalışıyor. Sansür yoluyla uyuşturucu baronları, çete başları, doğayı yağmalayan kapitalist şirketler de korunup kollanıyor.
Yargıdaki çürümeyi gözler önüne seren son örnek, AKP’li Galip Ensarioğlu’nun tek adam rejimine ilişkin “Yasama bizde, yürütme bizde, yargı bizde, her şey bizde. İşimiz daha kolay” sözlerini akıllara getiriyor. Yargıdaki “rüşvet çarkı” kokuşmuş rejime ayna tutuyor. Zira rejim tepeden tırnağa bu bataklığın içinde yüzüyor. Bu gerçekler habere erişim engeli getirilerek ya da pervasızca alınan sansür kararlarıyla örtülemez!
AKP-MHP ikilisinin rüşvet/talan çarklarını bu kadar kolay döndürebilmeleri ise, işçi ve emekçilerin onlardan hesap sormak için henüz harekete geçmemiş olmalarıdır. Emekçilerin kanıyla yağlanan bu çarkları kırmanın bir yolu var; örgütlü mücadeleyi yükselterek emekçileri soyanlardan hesap sormaktır.
K. Düşgör