Kokuşmuş mafyatik rejimin lüks ve şatafatta sınır tanımama “fıtratı”, birer aparat haline getirdiği kurumların aynasından da yansıyor. “Ahiret” işleriyle iştigal ettiği iddia edilen Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ve onun şefi Ali Erbaş’ın sık sık yaptıkları israflarla anılmaları dikkat çekicidir. İddiaya bakılırsa Diyanet, “dünyevi” olan şeylere itibar etmez. Yani öyle lüksle, şatafatla, gösterişle işi olmaz. Ancak iş icraatlara gelince, tablo başka şeyler anlatıyor.
Her kurumun hizmet ettiği rejime benzemesi, eşyanın tabiatına uygundur. Dinci-faşist rejimin içinde cereyan eden klik savaşlarına bile adının karışması, Diyanetin de mafyatik rejimin organik bir parçası haline geldiğinin tartışmasız kanıtı olmuştur. Diyaneti hedef alan AKP’nin “mafya işleri” sorumlularından biri olduğu söylenen Metin Külünk, Ali Erbaş’a ağır ithamlarda bulunmuştu. Saraya yakınlığıyla bilinen Külünk, Diyanetin ve şefi Ali Erbaş’ın teröre destek vermekten çıkar sağlamaya, rüşvetten yolsuzluğa kadar uzanan pek çok kirli suça bulaştığını ifşa etmişti. Bu sayede Diyanet’in de hizmet ettiği rejim gibi gırtlağına kadar kirli işler bataklığına saplanmış olduğu ve “uhrevi” işlerden çok “dünyevi” işlerle iştigal ettiğini öğrenmiş olduk.
40 milyar TL’ye yaklaşan bütçesi ve yaptığı ölçüsüz harcamalarla gündeme gelen Diyanetin israf konusunda “özgür” olduğu anlaşılıyor. Ekonominin iflas hali ya da geniş halk kesimlerinin sefalete mahkum edilmesi, Diyanetin şatafattan vazgeçmesi için bir neden sayılmıyor. Aksine, yoksulluk arttıkça din istismarına daha sıkı sarılan Saray rejimi, Diyanete akıttığı on milyarlara yenilerini ekliyor. Zira yoksulluk derinleştikçe, din istismarının temel aracı haline getirilen Diyanetin “iş yükü” artıyor. Dolayısıyla Saray, Ali Erbaş ile etrafındaki mürit takımının lüks, şatafat, gösteriş gibi alanlarda istedikleri gibi top çevirmelerine onay veriyor. Nitekim devasa boyutlara varan bir bütçeyi har vurup harman savurmasına rağmen, yasalar değiştirilerek Diyanetin kazanç elde etmesi de kolaylaştırıldı.
Gerici-faşist rejimin siyasi aparatlarından biri olan Diyanetin iyice yozlaştığı, yozlaştıkça da lüks ve şatafat düşkünlüğünün derinleştiği görülüyor. Erbaş takımının bu konudaki son adımı, “Altın varaklı Kur’anlar bastırma” hamlesi oldu.
BirGün'den Mustafa Bildircin konuyla ilgili şu bilgileri veriyor: “Bastıracağı Kuranların, sıcakla renk değiştiren kapaklı olmasını isteyen başkanlığın bazı özel talepleri, ‘Thinprint paper sınıfı altın yaldız, baskıyı parlak gösteren yüzeyi pürüzsüz-perdahlı, pantone yaldız çift kompenantlı. Kapak: İthal Mukavva Üzeri Termo (sıcakla renk değiştiren), PVC Cilt Bezi Sıvama (SOM-EGON Termo PVC Cilt Bezi veya Dengi)’ şeklinde sıralandı…”
Saray rejiminin sefalete ittiği işçilere, emekçilere, “açlık, yokluk ve sıkıntılara sabreden müminler cennete daha erken gidecekler” diye vaaz veren Diyanetin şefleri, göründüğü kadarıyla cennete gitmeye pek hevesli değiller. Zira aksi olsaydı lüks şatafat içinde yüzeceklerine “bir hırka bir lokma” ile yetinir ve mümkün olan en kısa zamanda cennette yerlerini alırlardı. Oysa onlar Saray rejimine sundukları hizmetler karşılığında vahşi kapitalizmin kendilerine sunduğu “lüks, israf, şatafat cennetini” tercih ediyorlar.
İşçi ve emekçilere açlık sınırı altında sabitlenen gelirle hayatta kalmak dışında bir seçenek sunmayan AKP-MHP rejimi, “kullanışlı araç” olarak “din istismarı silahı” ile emekçileri sersemletmeye çalışıyor. Emekçiler kendilerine sefaleti reva gören bu kokuşmuş rejimden hesap sormaya başladıklarında, din bezirganlarından da hesap sormuş olacaklar.