Mart 2018’de Forbes dergisi “En zengin 100 Türk” listesini yayınladı. Listenin başını 4 milyar 800 milyon dolar ile Yıldız Holding çekiyor. Adı iş cinayetleri ile sık sık anılan Limak’ın patronu Nihat Özdemir ise 1 milyar 300 milyon dolar ile 14. sırada yer alıyor. Onu, kadim dostu ve ortağı Sezai Bacaksız takip ediyor. Bu yüz para babası hemen hemen her sene aynı isimlerden oluşuyor. Limak’ı anmamızın nedeni, sadece iş cinayetleri ile gündeme gelişiyle değil, aynı zamanda bu kodamanlar listesine yaptığı hızlı girişi ile ilişkili.
Tesisat ve montajdan mega projelere
Kapitalist sermaye birikiminin temeli gasp ve yolsuzluğa dayanır. 1976 yılında Ankara’da “mütevazi” bir inşaat firmasıyken, bugün mega projelerin konsorsiyumunda yer almak arı bir işçiliğin değil, doyumsuz bir sömürücülüğün sonucu gelişmiştir. 2000 yılına gelene kadar inşaatın yanında enerji ve turizm alanlarına da giren Limak şirketi, 2000 yılında Limak Holding’i kurdu. Holdingleşme ve AKP’nin hükümet olması Limak için altın çağın da başlangıcı olmuştur. 2000 yılına kadar temkinli ilerleyen sermaye birikimi, iktidar ile dirsek teması sağlandıktan sonra adeta frenlerinden boşanmıştır. Özdemir, artık devletli projelerin kucağında emin ellerdedir. Yurtiçi ve yurtdışı toplam yirmi üç projeyi çeşitli ülkelerden kredi finansmanı sağlayarak almıştır. Bu kredilerin garantörlüğü ise devlet hazinesidir. Yani Limak’ın başına bir zeval geldiğinde borç devletin borcudur.
2002 yılından önce Türkiye’de müteahhitlerin adı pek bilinmez, inşaat sektörünün patronları gündemde yer tutmazdı. Hafızalarda kalan tek müteahhit Veli Göçer’dir, o da düzenbazlığı sonucu binlerce insanın canına mal olduğu için. AKP dönemi ile sermayenin birikimi ve akışı yoğunlukla inşaat sektörü üzerinden gelişti. Ağaoğulu, Cengiz İnşaat, Kolin, Torunlar, Limak vb.leri bu dönemde büyüdüler. Devletin kaynaklarını semiren bu aktörler, devletin kasasını teminat alıp zaman zaman güçlerini birleştirerek, TOKİ’nin simsarlığında arazi rantını tuttular. Baronlaşan bu inşaat çetesi bu dönemde inşaat işçilerinin kanları üzerine yüzlerce gökdelen diktiler. Hepsi de devletin güvencesi ve moral desteği ile oldu. Bir bir girdiler en zenginlerin gösterildiği listelere.
Kamusal alanın kamu yararına değil de bu çetenin özel ihtiyaçlarına tahsis edilmesi için Ocak 2002’de yürürlüğe giren Kamu İhale Kanunu bugüne kadar 186 kez değişmiştir. Yandaşa ihale servisi için oluşturulan “21 b pazarlık usulü ihale yönteminde” de değişikliğe gidilerek adrese teslim ihalenin temeli de atılmıştır. Böylece bu maddeyle “yapım tekniği açısından özellik arz eden…” ibaresi getirilmiştir. Limak ve diğer inşaat baronları bundan böyle devletin adrese teslim ihalelerinin yüklenicisi olmuşlardır. Sabiha Gökçen havaalanının yapımı, “yapım tekniği açısından özellik arz ettiği için” 3. havaalanının ihalesinin de bu gruba geçmesini sağlamıştır. Sermaye dolaşımı, farklı momentler arasındaki çatışkı durumunu yaşamamak için devlet marifetiyle hukuku içermek zorundadır. İçkin hukuk sistemi, şantiyelerinde kaba bir köleliği dayatan inşaat patronlarından “suçsuz yaratırken”, kölece koşullarda çalışmak istemeyen işçilerden ise “suçlu” yaratabilmektedir. Kuşkusuz “suç” da bizim için sınıfsaldır.
Kârda ve kanda ortaklar
AKP iktidarı ile organik bağları kurduktan sonra sicili her projede daha da kararan Limak Holding patronu geleceğini sermaye partisinin geleceği ile bir tutmaktadır. Sermayenin gerici partisi, Ortadoğu’daki inşaat ihalelerinden tutun da Afrika’ya varana kadar neo-Osmanlıcı yatırımların önemli kısmını bu yandaşlarına peşkeş çekiyor. Limak bu bağlamda AKP’nin güttüğü politikanın ihaleler usulüyle sürdürücüsü de oluyor.
AKP’nin 2023 hedeflerinin başka araçlarla sürdürücüsü olan şeytan üçlüsü (Limak, Kolin ve Cengiz İnşaat) en son Akşam gazetesi ve SKYTURK televizyonunu da alarak bu politikaların havuz medyası vasıtasıyla dolaysız savunucusu da oldular. Onların sahiplerine bu kadar bağlı kalması, kendilerine limitsiz krediler, emre amade yasalar ve kandan dikilmiş kuleler olarak dönüyor. 2002 yılından bu zamana kadar bu üçlü, devletten 150 milyar dolarlık ihale aldı. Bu koca pasta hiç de öyle Türkiye’de namı olan bir değere sahip değil. Bu şeytan üçlüsü Dünya Bankası’nın 1990-2017 yılları arasında devletten en çok ihale alan şirketler sıralamasında ilk sıraları kaptı. Kasalarını dolduran ihaleler ise havaalanı ihaleleri ve enerji alanı oldu. Bilindiği gibi İskenderun Limanı bu sefil çıkar ilişkileri sayesinde Limak’a geçti.
Yarattıkları bu devlet-sermaye şebekesi her iki tarafı da ihya ederken, işçilere yoksulluk ve ölümden başka bir şekilde dönmedi. Limak yönetimi, yularını tutan AKP şefinden aldığı destekle şımarık bir kedi gibi davranıyor. AKP’nin seçim sloganına atfen başlattıkları “Alkumru tamam, yatırıma devam” projesi bu ölçüsüzlüğün özeti gibidir. Alkumru barajının yapımında bir işçi, daha sonrasında baraj etrafındaki uyarı düzenlemeleri ve su düzeyindeki ihmalkarlıktan dolayı da 5 kişi ölmüştü. Nihat Özdemir’in ortağı Sezai Bacaksız kusurlu bulunup 5 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. İkiyüzlülük öyle bir raddeye varmış durumda ki bu barajın açılışında bu ölümlere ses çıkaran insanlar “terörist” ilan edilirken, baraj inşaatında işçi ölümlerinin ve yaralanmalarının birinci derece sorumlusu Nihat Özdemir, T. Erdoğan tarafından “vatansever” olarak ilan edilmişti. Limak ve siyasal şefleri arasındaki bu riyakâr ilişki 3. havaalanında da devam etti. Ta ki işçilerin “Köle değiliz” diyerek kötü yaşam koşulları ve ödenmeyen ücretlerine yönelik başlattıkları direnişe kadar...
İşçiler bir çırpıda o an buldukları bir kâğıda 15 maddelik talepler yazdılar. İş cinayetlerine çözüm bulunsun, tahta kurusu sorunu çözülsün, geçmişe dönük ödenmeyen ücretler ödensin… Bu talepler karşısında sermaye ve devlet sıkılı bir yumruk gibi işçilere gece vakti saldırarak onlarca işçiyi tutukladı. Devletin sermaye ile yürüttüğü örtülü ilişkinin o gün en açıktan yaşandığı gündü. Herkes alenen ve düpedüz devletin sınıf kimliğini en açık haliyle gördü. Hiçbir dolayıma gerek duymadan işçilerin birlik olup patronlara karşı ses çıkarmaları, sermayenin gücünü yoğunlaştırıp işçilere saldırmasına fazlasıyla yetti. En çok korktukları alanı oluşturuyor bu alan. Bu zamana kadar sahip oldukları zenginlikler işçi sınıfının bilinç ve örgütlülüğünün geri bir düzeyde olmasındandı. Bugün bu noktada ileri bir sesin geliyor oluşu onları en derinden sarstı, sersemletti. Hukukun sermayenin hizmetine yeniden koşulmasının açıklanabilir tarafı burasıdır.
Sonuç olarak bir yandaşın güçlenip semirmesi devleti kendine yatak etmesi ile mümkündür. İşçi sınıfının örgütsüz olduğu verili durumlarda kan emici sermayedarlar kendilerine sınırsız bir hareket alanı bulmaktadırlar. Katliamlar üzerine yarattıkları imparatorlukları sermaye devleti tarafından enerji oskarı ile ödüllendirilip, “vatanseverlik” ile kutsanırlar. İşçilerin bir araya gelip fiili-meşru mücadele yolunu tuttuklarını gördüklerinde ise, kalemşörlerinden kolluk güçlerine kadar aynı koronun parçası olurlar.
Onlar gücü birbirlerine çelme takmanın fırsatını kolladıkları ortaklıklarında görüyorlar. İşçilerin gücü birliğindedir. İşçilerin birliği ise onların heyulasıdır. Biz birlik olmadıkça onlar her gün bizim kanlarımız ile yüzlerini yıkamaya devam edecekler. Onlar en zenginler listesine girmeye devam ederken bizim isimlerimiz iş cinayetlerinde okunmaya devam edecek.
“Artık açmalı gözünü
Kavgada ateşin uzağında duran,
Başkası savunurken davasını
Seyirci kalan kişi
Artık açmalı gözünü
Katılmamış da olsa kavgaya,
Sonunda paylaşacak bozgunu.
Bir kenarda durmak falan boş,
Ne yapsa kaçamayacak kavgadan
Kendi davası için dövüşmeyen
Dövüşecek düşmanın davası içi.”
B. Brecht